İnsan hakları her türlü etnik köken, dil, din, mezhep, cinsiyet, bölge vs. gibi ayrımların ötesinde yalnızca insan olmaya bağlı haklardır. İnsan hakları insan olmaya dair kadim haklar olduğundan zaman ve mekân üzeri ilkelerdir. Evrensel olmalarının yanında değiştirilemez, devredilemez ve ertelenemez özelliktedir. Aynı zamanda insan hakları bütün öteki türden hakların temelini oluşturmaktadır. Ancak çağımızda insan hakları söylemleri bir taraftan artarken, diğer taraftan insan hakları ihlallerinin hız kesmeden devam etmektedir. İnsan hakları konusundaki ihlallerin önemli bir nedeninin haklarla ilgili bilinç eksikliği olduğunu ifade etmemiz gerekmektedir. Bununla birlikte insan hakları kavramı ile ilgili yaygınlaşmış olan temel bilgi yanlışlarının olduğu dikkat çekmektedir. İnsan hakları ile ilgili temel bilgi yanlışlarını aşağıdaki şekilde sıralayıp, açıklayabiliriz:
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin üzerinden yaklaşık 76 yıl geçti. Kamuoyunda insan hakları düşüncesinin bu bildirge ile başladığına dair yanlış bir kanaatin olduğu görülmektedir. Oysa insan hakları düşüncesinin temelleri tarihin eski dönemlerine kadar geri gitmektedir. Tarihin herhangi bir döneminde mucizevi bir biçimde ortaya çıkmış bir fikir değildir. Buna göre insan haklarını yalnızca bir “sözleşme metni” olarak görmek oldukça dar ve kısıtlayıcı bir tutum olacaktır. Çünkü insan hakları düşüncesi tarihsel süreçte peyderpey gelişmiş ve günümüzdeki nosyonuna kavuşmuştur. Diğer bir ifadeyle Magna Carta Sözleşmesi (1215), Virginia Haklar Bildirgesi (1776), İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (1789) ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden (1948) önceleri de insan hakları düşüncesi mevcuttur. Bu bağlamda şu yazının incelenmesi faydalı olacaktır: https://www.nirvanasosyal.com/h-2368-insan-haklarinin-dusunsel-gelisimi.html. İnsan hakları konusunda yapılan diğer bir yanlış ise hukuk ile ilgilidir.
İnsan haklarının birer sözleşme ve hukuk belgesi olmadan önce düşünce tarihi boyunca filozofların geliştirdiği bir hak türü olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre insan hakları anlayışının, düşünce tarihi boyunca filozofların ileri sürdüğü çeşitli görüşlerin evrilmesi ve dönüşmesi ile birlikte çağımızdaki yapısına kavuştuğunu söyleyebiliriz. Buna göre insan haklarını herhangi bir hukuk dizgesinin bahşettiği bir hak türü olarak görmek, hakların özüne aykırı bir durumdur. İnsan haklarının temelleri irdelendiğinde insanın değeri ve onuru ile ilgili ahlaki ilkelerin olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre insan hakları yasaların sağladığı bir hak türü olmaktan ziyade hukuk maddelerine öncül olması gereken temel insani ilkelerdir. Düşünce tarihi boyunca adım adım bilincine varılan insan haklarının, köklerinden koparılmış salt bir hukuk maddesi olarak düşünülmesi oldukça dar bir görüş olacaktır. Dolayısıyla insan hakları hukuk sistemlerinin ürünü olmayıp, hukuk sistemleri düzenlenirken ölçüt olarak alınması gereken ilkelerdir. Amartya Sen’in ifadesiyle “Hak hukukun çocuğu değil ebeveynidir”. Bununla birlikte hukuk sistemlerinin insan haklarını koruyucu mahiyette düzenlenmesi doğru olacaktır. İnsan hakları konusunda yapılan diğer bir yanlış ise köken sorunudur.
Günümüz kamuoyunda ve birçok yazılı metinde insan haklarının Batı’ya ait bir değer olduğu yönünde yaygın bir kanaatin olduğu dikkat çekmektedir. Hatta insan haklarının Batı’nın dünyanın diğer halklarına dayatmak istediği bir değer olduğu yönünde savlarla karşılaşmak mümkündür. Ancak insan hakları konusunun tarihsel temelleri incelendiğinde köklerinin Antik Hint ve Çin Kültürüne dayandığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda insan haklarının tanımı bağlamında düşünüldüğünde Batı’ya ait bir değer olarak görmek doğru bir tutum olmayacaktır. İnsan haklarının mahiyeti incelendiğinde herhangi bir bölgeye ait olmadığı, bilakis insanlığın ortak birikimleri ve kadim hakları olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsan hakları ile ilgili karşılaşılan diğer bir sorun ise demokrasi ile ilgilidir.
Günlük dilde insan hakları ve demokrasi kavramlarının sıklıkla birlikte zikredildiği görülmektedir. İnsan haklarının hayata geçmesi bakımından demokratik yönetimler önemlidir. Ancak demokratik ülkelerin insan hakları konusunda çok başarılı olduklarını söylemek zordur. Örneğin günümüzde demokrasi ile yönetilen bazı ülkelerde idam cezası ve azınlıkların dışlanması gibi insan hakları ihlallerinin yaşandığı malumdur. İnsan hakları ile demokrasinin ayrıştığı temel iki noktadan bahsetmemiz mümkündür. Demokratik ülkelerdeki referandumlarda sandıklardan çıkacak çoğunluk dikkate alınmaktadır. Ancak belirlenen çoğunluğun “çoğunluğun tahakkümü”ne ve hatta “çoğunluğun tiranlığı”na dönüşebilme riski söz konusudur. Şu hâlde demokratik yönetim için doğuştan eşit olma prensibi yerine çoğunluğun tercihi meşru sayılmaktadır. İnsan hakları ise bütün insanların doğuştan eşitliği prensibine dayanmaktadır. Diğer bir farklılık ise demokrasiler için anayasaların ülkeden ülkeye değişiklik arz etmesi bir sorun teşkil etmemektedir. Ancak insan hakları evrensel, değişmez ve herkes için geçerli ilkeler üzerine kuruludur. Ayrıca demokrasinin insan haklarına göre daha üst bir değer olarak görüldüğü durumlarda, insan hakları ihlalleri artabilmektedir. Diğer taraftan insan haklarının yurttaşlık hakları ile karıştırıldığı durumlar yaşanabilmektedir.
İnsan hakları ile yurttaşlık hakları kavramlarının çok fazla bir arada zikredildikleri görülmektedir. Lakin bu durum iki kavramın da bir ve aynı şeyler oldukları yönünde bir bilgi durumuna evrilebilmektedir. Hatta bu iki hak türünün birlikte yer aldığı ders programı ve ders kitaplarının olduğu bilinmektedir. Ancak yurttaşlık (vatandaşlık) belli bir devletin uyruğu olmaya dayalı bir durum olduğundan yurttaşlık haklarının ilgili ülkenin kanunları ile ilgili duruma tekabül ettiği aşikardır. İnsan hakları ise bir ülkenin yurttaşı olmanın ötesinde bütün insanlar için geçerli temel hakları ihtiva etmektedir. Yurttaşlık hakları ülkeden ülkeye değişebilirken, insan hakları değişmez ve zaman üstü ilkeleri içermektedir. Buna göre insan haklarını yurttaşlık haklarının bir alt dalı olarak görmek yanlış bir tutum olacaktır. Ancak yurttaşlık haklarını pekâlâ insan hakları çerçevesinde ele almak ve düzenlemek mümkündür.
Görüleceği üzere insan haklarının belli bir antlaşma ya da hukuk maddesi, demokrasi ve yurttaşlık hakları gibi kavramlarla birlikte ele alınmasının yarattığı önemli zorluklar söz konusudur. Şu hâlde birinci olarak bu kavramların sıklıkla birlikte zikredilmesi, zamanla bilinçaltının işlemesiyle, aynı anlama geldiğine dair bir algıya yol açabilmektedir. İkinci olarak daha problemli olan husus ise, hukuk sistemi, demokrasi ve yurttaşlık hakları ile birlikte anılan insan haklarının özüne yabancılaşma sorunudur. Çağımızda yaşanan insan hakları ihlallerinin ve ikilemlerinin nedenleri arasında insan hakları ile ilgili bilgi eksiklikleri ve bilgi yanlışlıklarının olduğu görülmektedir. Söz konusu yanlışlıklar, insan hakları konusunda bilinç eksikliğine ve yanlış algılara yol açmaktadır. İnsan hakları hakkında piyasada yer etmiş kafa ve kavram karışıklıklarının önüne geçilmesi bakımından insan haklarının özü itibarıyla aydınlatılması önem arz etmektedir. Eş deyişle insan hakları bilincinin gelişmesi bakımından, haklarla ilgili yaygın yanlışlarının giderilmesi gerekmektedir.
Not: Bu yazı 11 Mart 2025’de yapılan “İnsan Haklarında Bilgi Yanlışları” adlı Felsefeist söyleşisinin düzenlenmiş halidir.
Kaynak ve Okuma Önerileri:
Celal Yeşilçayır, İnsan Hakları Felsefesi, Konya: Çizgi Kitabevi, 2019.
Nurten Gökalp, İnsan Hakları Felsefesi, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2023.
Celal Yeşilçayır, “İnsan Haklarında Kuşaklar Tartışması ve Bir Çözüm Denemesi”, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 13, 2020.
Harun Tepe, İnsan Hakları Felsefesi, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2018.
İoanna Kuçuradi, İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2016.
Celal Yeşilçayır, Felsefi Bağlamda İnsan Hakları ve Barış Eğitimi, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2019.
Celal Yeşilçayır, İnsan Haklarının Sağlanmasında Temel Bir Sorunsal Olarak Demokrasi, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019.