Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
HOBBES’UN POLİTİKA FELSEFESİNDE “DOĞA DURUMU” TASARISI

HOBBES’UN POLİTİKA FELSEFESİNDE “DOĞA DURUMU” TASARISI

Felsefe-Mantık 20 Nisan 2025 20:32 - Okunma sayısı: 27

Prof. Dr. Yavuz KILIÇ

Politika felsefesinde “devletin kökeni ve doğası nedir?”, “devletin varlık nedeni nedir?”, “insanlar niçin bir otoriteye boyun eğerler” gibi temel sorular yanıtlanmaya çalışılırken, “doğa durumu” diye bir tasarıya ya da varsayıma başvurulmaktadır. Doğa durumu, ortak bir güç, bir otorite olmadığı, yani devlet öncesi (toplum öncesi) bir durumun adı olarak karşımıza çıkar. Doğa durumunun gerçekten yaşanmış tarihsel bir durum mu yoksa filozofların bir kurgusu mu olduğu da genellikle önemsenmez. Çünkü açıklanmaya çalışılan ve önemli görülen şey, devletin varlık nedenini, kökenini temellendirmektir. Bu yüzden filozoflar için tartışılması gerekli olan konu, “doğa durumu” diye bir şeyin olup olmadığı değil, onun neye benzediğidir.

Politik gücün nasıl ortaya çıktığı, sivil bir toplumun doğasının ne olduğu gibi sorular da politika felsefesinin temel sorularından bir kısmını oluşturmaktadır. Bu sorulardan önce, belki daha temelde duran başka bir soru olduğu da öne sürülmüştür: “devlet var olmasaydı onu icat etmek gerekir miydi? Devlet bir ihtiyaç mı, icat edilmesi gerekli mi?” (Nozick, 1974:3). Tüm bu soruların yanıtlanmasında kaçınılmaz olarak başvurulan temel kavramlardan biri yine “doğa durumu” kavramıdır, denilebilir.

Bir devletin var olmadığı, hiçbir siyasi erkin bulunmadığı bir durum nasıl bir durumdur? Gerçekten bu yolla hiçbir devlet ortaya çıkmamış olsa bile, bu soru sorulduğunda, filozoflar, düşünürler “doğa durumu” diye bir şeyi tasarlamaya başlıyorlar demektir. Başka bir deyişle, devlet olmaksızın insanların nasıl birarada yaşamakta olduklarının ya da insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl sürdüğünün yanıtlanmasında bir tasarı olarak doğa durumuna zorunlu olarak yer verilmektedir. “Doğa durumu” kavramına bir yandan devletin nasıl ortaya çıktığını göstermek için, öte yandan da devletin niçin var olduğunu temellendirmek için olmazsa olmaz bir kavram olarak iş gördürülmekte olduğunu da bunlara ekleyebiliriz.

“Doğa durumu” tasarısı ve bu tasarıya dayalı olarak ortaya konan “doğal hukuk” ve “sözleşme” anlayışı özellikle 17. ve 18. yüzyıl düşünürlerini, filozoflarını fazlaca meşgul etmiştir. “Doğa durumu” denilince ilk akla gelen adların (Grotius, Hobbes, Locke, Pufendorf, Rousseau, Kant gibi) doğrudan doğruya konu edindikleri şeylerden biri devletin niçin var olduğudur. Ama bunun yanı sıra, belki de aynı düzeyde, genel olarak hukuk ve politika konusu içerisinde doğal hukukun ya da doğa yasalarının neler oldukları; genel olarak hukukun kaynağının ne olduğu; hukukun ne için olduğu sorularına da yanıt aramışlardır. Devletin varlık kazanmasının temeli, hukuksal belgesi diye görülen “sözleşme”nin de temeli politika filozoflarınca aranmıştır. Sözleşme ile aslında, insanların doğa durumundan sivil duruma ya da devlete nasıl geçtikleri, yani “vahşilik durumunu bırakıp nasıl sosyalleştikleri” anlatılmaya çalışılır.

Doğa durumundan söz edildiğinde, bu durumun filozoflarca hep aynı şekilde tasarlandığı, varsayıldığı düşünülmektedir. Ne var ki, filozofların bu tasarıyla açıkladıkları durum hep aynı şeyi ifade etmez. Sözgelişi, “doğa durumu” Hobbes’ta politik bir durumu, Locke’da ahlaki bir durumu, Rousseau da politik-tarihsel bir durumu açıklamak için başvurulan bir tasarıyı (bir varsayımı) ifade ettiği söylenebilir. Filozoflar arasındaki görüş farklılıklarının ise, onların insan doğası (ya da insanın neliği) hakkındaki anlayışlarına dayandığını söylemek doğru olacaktır.

Politika felsefesinde bu denli önemli soruların tartışıldığı bir meselede bu alandaki her filozofun görüşüne başvurmak bu yazının sınırlarını aşar. Bu yüzden bu yazıda “doğa durumu” denilince ilk akla gelen filozoflardan biri olan Hobbes’un görüşüne bakılacaktır. Hobbes’un görüşlerine bakmamızın bir başka önemi de, bir yönetim olmadığında, insanın, yapısı/doğası gereği vahşilik eğilimi göstereceğini ve çatışma (savaş) gibi bir durumun yaşanacağını söyleyen ve “doğa durumu” tasarılarının adeta çerçevesini çizen filozof olmasıdır.

Bu görüş genelde günümüz dünyasında ve özel olarak ülkemizde yaşanan gelişmeleri anlamamıza da katkı sunacaktır. Kimi anlayışların yüzyıllar da geçse değişmeyeceğini görmek bakımından da Hobbes’un görüşlerine bakabiliriz.

Hobbes, doğa durumunu umutsuz, sürekli bir korku (temelde ölüm korkusu) durumu diye görür. O, devletin nasıl ortaya çıktığını göstermeye çalışırken, doğayı ve yasalarını bilmek gerektiğini düşünür. Çünkü fiziğin genel ilkelerinin bilinmesi, politik toplumdaki bireyi, yani yurttaşı anlamamızı sağlar. Bu noktadan sonra, Hobbes’un düşüncesini anlamamız için şöyle bir sıra izlenmesi gerekiyor: yurttaşı anlamamız için insan doğasını, insan doğasını anlamamız için de öncelikle “cisim”i anlamamız gerekir. Bunun nedeni Hobbes’un devlet ya da politik, insan doğası ve yurttaşla ilgili görüşü, genel olarak, doğa görüşünün bir parçası olmasıdır. Bu yüzden onun görüşlerine doğa biliminden başlamamız hem uygun hem de zorunlu görünüyor. Zorunludur çünkü sistem anlayışına sahip olan Hobbes, diğer sistem anlayışına sahip filozoflar gibi1, tek bir kavramdan, yani “cisim”den hareketle bütünü açıklamaya çalışır.

Doğa bilimi Hobbes’un gözünde, “devinim içindeki cisimlerin bilimi”dir. Dolayısıyla onun felsefesinde ilk açıklanması gereken kavram “cisim”dir. Cisim, “düşüncemize bağlı olmayan, uzamın bir parçasıyla aynı zamanda meydan gelen ya da yayılmış olan şeydir” (1996:102), yani uzamı olan, uzayda yer kaplayan şeydir. Bütünü açıklamada hareket noktası olarak cismi alan Hobbes’ta cisim sözcüğünün çok kapsamlı olduğu hemen görülür. “Cisim sözcüğü, insan sözcüğünden daha geniş bir anlama sahiptir ve onu kapsar; insan ve akıl sahibi

sözcükleri eşit kapsamdadır ve karşılıklı olarak birbirini içerirler” (1992:35). Bu düşünceler, Hobbes’un felsefeden ne anladığını da ortaya koymaktadır: Felsefenin konusu, Hobbes’a göre, “her türden cisimdir” (1966:11). Ama cismin de doğal ve yapay olmak üzere iki türü vardır. Bu yazının bir yanıyla konusunu oluşturan “devlet” de Hobbes’un görüşünde yapay bir cisimdir. Demek ki devlet incelemesi (insan, hatta duyguların incelenmesi) bir tür cisim incelemesi olacaktır. Bu nedenle, doğa bilimi, devinimi olan cisimlerin bilimidir ve dünya da devinim içindeki maddeden başka bir şey değildir. Hobbes’un hareket noktası “cisim” olunca, fizik dünyasında geçerli olabilecek düşüncenin aynısı insan dünyasına aktarılmış olur. Bu aktarma, amaçlı olan insan dünyasını anlamamızı elbette zorlaştıracak ve ne yazık ki insan da bir makine olarak görülecektir. Hobbes’un bu yaklaşımına göre insan, kendi kendini düzene sokan ve koruyan bir mekanizmadır.

Hobbes’un görüşünde, insana ilişkin genel bir kabulden hareket edilir: “insanlar doğası gereği eşittir” (1966:11). Bu eşitlik hem beden hem de zihinsel yetenekler bakımından bir eşitliktir. Eşit insanlar bir hukuk düzeni içinde değil de hukukun olmadığı bir durumda yaşarlar. İşte Hobbes, doğuştan eşit olan insanların oluşturduğu bir “doğa durumu”nu, yani henüz bir devletin olmadığı bir durumu bu noktada tasarlar. Ne var ki doğa durumunda insanlar eşit olsa da iki insan aynı şeyi istediğinde aralarında bir çekişme ve bunun sonucu olarak düşmanlık oluşmaktadır. Doğa durumunda mallarla ilgili bir kıtlık olacağı ve bu yüzden aynı şeyi iki kişi istediğinde aralarında bir çekişme olacağı düşünülüyor. Ama bu durumda, yani doğa durumunda, eşitlikten kaynaklanan bir güvensizlik de ortaya çıkmaktadır. “İnsanlar amaçları uğruna birbirlerini yok etmeye ya da egemenlik altına almaya çalıştıklarında”, bir güvensizlik baş göstermektedir (1992:92). Güvensizlik ya da belirsizlik durumu aslında ahlaki bir durumun olmadığını da bize göstermektedir. Bu durumu Hobbes “insan insanın kurdudur” benzetmesiyle dile getirir (1987:24). İnsanın insanın kurdu olması onun doğasında vardır. Böyle güvensiz bir ortamın doğal sonucu ise savaştır. Doğa durumu ile savaş durumu ya da kavga insanın yapısal özelliğine dayandırılarak açıklanmaya çalışılır. Başka bir deyişle, Hobbes’ta doğa durumu aynı zamanda savaş durumudur, yani her iki durum eşit görülür. Her iki durumda da insanlar birbirini yok etmeye çalışır. Doğa durumundan toplum durumuna geçiş genellikle doğa durumundaki kimi olumsuzlukların ortadan kaldırılması için bir gereklilik olarak görülmektedir. Başka bir deyişle toplum durumu, doğa durumunun olumsuzluklarını, kötülüklerini ortadan kaldıracak bir durumdur. Ne var ki bu da her zaman kayıtsız şartsız uygar bir yönetime geçme gerekliliği biçiminde düşünülmez.

Hobbes insan doğasında üç temel kavga nedeni olduğunu söyler. Bunlar insanın yapısal özellikleri diye “rekabet, güvensizlik ve şan, şeref kazanma isteği” (1992:94) diye sıralanır. Ancak bu noktada Hobbes’un öne sürdüğü düşüncelerin çok tartışmalı olduğunu belirtmekte

yarar var, çünkü bunları insanın yapısal özelliği diye görmek doğru görünmüyor. Bunlar belirli bir zamanda ve yerde görülen (sözgelişi, Hobbes’un yaşadığı yıllardaki İngiltere İç Savaşında) ya da görülebilecek olan davranış özellikleridir. Kaldı ki, insanları kavgaya iten bu duygular, yani varlığını sürdürme isteği, insanın hayvanlarla paylaştığı özellik olarak karşımıza çıkar. Bu noktada, Hobbes insanın hayvani yanını öne çıkararak onun hayvani bir doğası olduğunu söylemiş olabilir diye düşünülebilir. Ama Platon ve Aristoteles’ten beri biliyoruz ki, insanın sadece alogos yanı yok, logos’lu yanı da var.2 Bu yüzden Hobbes’un insan doğasına ilişkin anlayışı tek yanlı görünüyor.

Hobbes insanın bir başka durumuna daha dikkati çeker: “Doğa durumunda bütün insanlar bir arzuya, zarar verme isteğine sahiptir” (1987:46). Ne var ki bu durum kınanabilir bir şey de değildir. Çünkü “her insan doğası gereği her şeyi yapmaya hakkı vardır” (1994:79); bu da onun görüşünde “doğa yasasının temel ilkesidir” (1994:82). Hobbes’un dile getirdiği doğa yasası aklın yasasıdır, ama bu yasa, ahlaki bir yasa gibi görünmüyor.

Hobbes doğa durumunu tasarlarken, doğa durumunda ahlaklılık olabileceğini reddediyor, diyebiliriz. Çünkü her insanın her şeyi yapmaya hakkı vardır denirken, doğa durumu ahlaki bir durum olarak görülmez. Bencil olan insanın kendi çıkarı uğruna gerçekleştireceği eylemlerde ahlaklılığa yer vermeyeceği açıktır. Doğa durumunda “doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik kavramlarına yer yoktur” (1992:95-96). Elbette doğa durumunda sözü edilen doğa yasaları vardır. Hatta Hobbes’a göre “bu yasaların bilimi, gerçek ahlak felsefesidir” (1992:116). Ama bu da biri bir başkasına kötü davrandığında bu davranışın adaletsiz olduğu anlamına gelmeyecektir. Hobbes’un şu düşünceleri de doğa durumunda doğa yasasının ahlaki bir durum olmadığını açıkça göstermektedir. “Herkesin, onu elde etme umudu olduğu ölçüde, barışı sağlamak için çalışması gerekir”; bu Hobbes için bir ilkedir ya da aklın genel bir kuralıdır. Bu kuralın ilk bölümü, “ilk ve temel doğa yasasıdır: barışı aramak ve izlemek. İkinci bölümü ise, doğal hakkın özetini verir: bütün yolları kullanarak kendimizi korumak.” Doğal hak “kendi doğasını, yani kendi yaşamını korumak için kendi gücünü dilediği gibi kullanmak ve kendi değerlendirmesi ve aklı ile bu amaca ulaşmaya yönelik en uygun yöntem olarak kabul ettiği her şeyi yapmak özgürlüğüdür” (1992:96-97). Dolayısıyla ahlaki kavramlar olarak gördüğümüz doğru, yanlış, adalet, adaletsizlik gibi kavramların doğa durumunda uygulanması söz konusu değildir. Platon’dan beri ve elbette günümüzde de insanların bir arada yaşamasını olanaklı kılan şey adalet diye görüldüğünden, doğa durumunda insanların yaşamasını Hobbes daha baştan olanaksız görmektedir.

Yukarıda da vurgulandığı gibi, doğa durumu ile savaş durumu Hobbes için aynı şeyi ifade etmektedir (1987:50). Ama bu savaş “herkesin herkesle savaşıdır” (1992:94). Hobbes doğa durumunu savaş durumu olarak görürken, savaş durumunu sürekli mücadele olarak değil, mücadeleye sürekli hazır olma diye tanımlar. Bu “hazır olma” durumu hiç kimsenin rahat olamaması, her an bir tehlikeyle yüzyüze geleceği anlamına gelir. Bu tasarıya göre, insanlar bu durumda, yani sürekli savaş ya da savaşa hazır bir durumda yaşayamaz. Bu nedenle bu durumdan çıkmak, barış içinde yaşamak ya da barışı aramak gerekir. Bunun için de yine insanın yapısal özelliğine başvurulur. Ona göre, nasıl ki insanları kavgaya iten nedenler onun yapısına aitse, aynı zamanda insanları barışa yönelten duygular da onun yapısında vardır. Bu duygular ölüm korkusu, rahat bir yaşam için gerekli olan şeyleri elde etme arzusu ve çalışarak onu elde etme umudu diye sıralanır. İnsanlara uygun barış koşullarını gösteren şey ise akıldır. “Akıl, insanların üzerinde anlaşabilecekleri uygun barış koşullarını gösterir” (1992:96). Başka bir deyişle, “ilk ve temel doğa yasası barışı aramaktır” (1987:53; 1994:92). Bu temel doğa yasasından da diğer kimi doğa yasaları türetilir. Aklın gösterdiği uygun barış koşulları, “doğa yasası” olarak adlandırılmaktadır. Ama doğa yasasını Hobbes, “insanların anlaşması değil, aklın zorla dikte etmesi” olarak görür (1987:52). Demek ki insanın doğasıyla yakından ilgili görülen bir diğer kavram doğa yasasıdır. Hobbes’ta “doğa yasaları değişmez ve ebedidir” (1987:73); temel doğa yasası barışı aramaktır ve diğer doğa yasaları aklın yasalarıdır. Doğa yasalarının değişmezliği ya da her yerde geçerli olduğu düşüncesini Hobbes’ta görmek olanaklıdır. Doğa yasaları hem doğa durumunda hem de toplum durumunda geçerli olan yasalardır.

Söylenenlerden de anlaşılabileceği gibi, Hobbes belirli bir doğa durumu varsayarak, bu doğa durumundan aklın ortaya koyduğu belirli kurallarla çıkılabileceğini, insanların toplum içinde barış durumunda yaşayabilmesinin, belirli akıl kurallarıyla (yani doğa yasalarıyla) olanaklı olabileceğini düşünür.

Doğa durumunda böyle bir savaşın gerçek olup olmadığı aslında Hobbes’u ilgilendirmez. Üstelik böyle bir duruma verilebilecek örnek de olmayabilir. Onu ilgilendiren, güvenliğin olmadığı bir durumda ya da ortak bir güç (devlet gibi bir güç) olmadığında nelerin yaşanacağıdır. Bu nedenle Hobbes doğa durumunu teorik bakımdan ortaya koyar ve bu yanıyla politik bir durumu açıklamada, devletin varlığını temellendirmede ya da açıklamada kullanır.

Hobbes doğa durumunu kargaşanın yaşandığı bir durum olarak tasarlar. Bu tasarı, Hobbes’un görüşünde, hiçbir toplumun bu koşullarda varlığını sürdüremeyeceği anlamına gelir. Oysa bu, Hobbes’un insana ilişkin anlayışının bir yansımasıdır. Bu anlayış, nerede insan varsa orada görülebilecek bir görüşten farklıdır. Yukarıda da söylediğimiz gibi, belirli bir zamandaki bir duruma bakılarak, insan hakkında bir anlayış öne sürülmüştür. Ayrıca, doğa durumu

Hobbes’ta sanki insana aykırı gelen bir durumu da göstermektedir. Bu aykırılığı giderecek bir düzen, güvenli bir ortam düşünülür. Güvenlik olmadan ne bireylerin mutlu olması ne de toplum yararına olabilecek şeylerin (denizcilik, tarım, bilim, sanat gibi) yapılması olanaklıdır.

İster doğa durumu ya da savaş durumu olsun, ister toplumda kargaşa, insanlar mutsuz ve sefil olsun, bütün bunlar güvenliğin olmadığı bir durumu gösterir. Oysa insanlar güvenli bir ortam olsun isterler. Ama bu ortamın sağlanabilmesi için bir güç gereklidir. Bu güç bölünmüş olmayacak, yani yasama, yürütme ve yargı egemen olanda (kişide ya da heyette) toplanacaktır. Bütün bunlarda amaçlanan insanların güvenli bir ortamda yaşayabilmesidir. Bu yüzden, “devletin amacı, bireysel güvenliktir” (1992:131). Güvenliğin en son amacı ise insanların mutluluğudur.

Güvenliğin olmadığı bir ortamdan kurtulmanın yoluna insan aklı sayesinde ulaşır. Akıl insanların kendi aralarında yapacağı “sözleşme” ile güvenli bir ortamda yaşayabileceğini söyler, gösterir. “Bir insan topluluğu, kendi arasında ahit yaparak, hepsinin birden kişiliğini temsil etmek, (yani onların temsilcisi olmak) hakkının hangi kişiye veya heyete verileceği konusunda çoğunlukla anlaştığı vakit, bir devlet kurulmuştur denir.” Sanki bireyler “senin de hakkını egemene bırakman ve onu bütün eylemlerinde aynı şekilde yetkili kılman şartıyla, kendimi yönetme hakkını bu kişiye veya bu heyete bırakıyorum” demektedir (1992:130) Sözleşme, Hobbes’a göre, karşılıklı hak devridir (1992:99). Ama sözleşmenin önemli bir özelliği vardır. İnsanlar sözleşmeyi gönüllü değil, zorunluluktan dolayı yapmaktadırlar. Bu noktada da korku çok temel bir rol oynamaktadır. Çünkü korku insanları dayanışmaya itmekte, sözleşme yapmaya zorlamaktadır. Birey güven içinde yaşamak istediğinden, sözleşme zaten her bireyin çıkarınadır, diye düşünülür. Ama öte yandan da her bireyin bunu istemesi toplum çıkarınadır. Sözleşme -koşullu da olsa- bir söz vermedir ve insanın verdiği sözü tutması beklenir. Ama insanın verdiği sözü tutması her zaman gerçekleşmeyebilir. Bu durumda da verilen sözün tutulmasını sağlayan, insanları buna zorlayan yine korkudur. İnsanı zorlayan bu korku şu sözlerle dile getirilir: “kılıcın zoru olmadıkça ahitler sözlerden ibarettir” (1992:127).

Yukarıda söylenenlere dikkat edilirse, sözleşmeyle birlikte bireylerin doğa durumunda tasarlanan eğilimleri -Hobbes’un canlı bir varlık olarak insan doğasında olduğunu varsaydığı eğilimleri- değişmiyor. İnsan doğası “doğa durumu”nda nasılsa, toplum durumunda da aynıdır. Birey sözleşmeyle yine “çıkarına uygun” olanı yapmaktadır, ama bu uygunluk bireysel olduğu kadar toplumsal bir nitelik de kazanmaktadır. Başka deyişle, birey başka bireylerin çıkarını kendi çıkarına uygun olduğu ölçüde savunmaktadır. Ama sözleşmenin herkesin çıkarına olacağı biçimde öngörüldüğü düşünülürse, bir bireyin çıkarı başka bireylerin çıkarlarıyla örtüşecektir. Bireyin çıkarına uygun davranması ise insan doğasında olduğu düşünülen bencilliğinden

kaynaklanmaktadır. Oysa, insan ne tümüyle bencildir diyebiliriz ne de tümüyle yardımsever. Bu yüzden bunları insanın yapısal özellikleri olarak görmek doğru görünmüyor.

Hobbes’un söylediklerine bakarak şu sonucu çıkarabiliriz: devlet denen bir gücün oluşmasının en temel nedeni “korku”dur. Çünkü, güvenli olmayan bir ortam, doğa durumu ya da savaş durumu (kısacası kaos ve kargaşa), senin-benim ayrımının olmaması ve buna benzer sayılabilecek bütün durumlar bireylerde “korku”ya yol açar. Böylece insan korku yüzünden devlet denen bir gücü var etmekte ve doğa durumundan çıkmaktadır. Bu da aslında devletin varlığını meşru göstermenin bir yolu olarak karşımıza çıkar. Elbette daha da önemlisi, “ahlaki kavramların tam olarak doğa durumu içerisinde uygulamaları olmaması değil, doğa durumunda karşılıklı şüphe ve korkunun çok yüksek seviyede olmasından ötürü, yasaya uymadığımız durumlarda genelde affedilebilir olduğumuz gibi görünmesidir” (1996:17). İnsanlar genellikle başka insanların eylemlerine bakarak, onların eylemlerinden ya da yaptıklarından şüphe duymadıklarında ikna olabilir ve ahlaki olarak eyleyebilirler. Ama Hobbes’un görüşünü dikkate alırsak, doğa durumunda insanın böyle davranması çok ender olarak görülebilir ya da doğa yasasını doğa durumunda uygulamak neredeyse olanaksızdır.

Hobbes’un görüşünde devletin varlık nedeni olarak görülen “güvenlik” meselesinin, belirli durumlarda toplumda hemen her şeyin (ekonomik sorunun, demokrasi ve insan hakları sorunlarının) önüne geçmesinin ana nedeni, insanların barış içinde yaşama isteğidir. Bir devlette ya da toplumda güvenlik yoksa diğer insani etkinliklerin yapılamayacağı düşünüldüğünde, güvenlik sorunu her şeyin temeline konulabiliyor. Bu yüzden insanlar güvenlik ihtiyacından dolayı bir sözleşme (tıpkı bir anayasa etrafında toplanmak gibi) yapma ihtiyacı duyarlar. Ama Hobbes’un söylediklerini de dikkate alırsak, insanların (yurttaşların) yetkilerini/haklarını devrettiği kişi ya da heyetin “tarafsız” olmasına önem vermesi gerekiyor. Hobbes’un görüşlerinde öne çıkan bir diğer sorun ise yasama, yargı ve yürütme güçlerinin tarafsız da olsa tek bir kişide, heyette toplanmasıdır. Bunu yurttaşların istemesi, kendilerini mutlak bir efendinin kollarına atarak köle olmayı arzuladıklarını düşünmemize neden olacaktır.

1 Bir sistem anlayışına sahip olan, yani bütünü açıklama iddiasında olan her sistem filozofu, varsaydığı bu bütünü açıklamak için bir kavramdan ya da ilkeden (önermeden) hareket eder. Sözgelişi Descartes’ta “düşünüyorum, demek ki varım”, Spinoza’da “töz”, Leibniz’de “monad” Hegel’de “ide” kavramı, bütünü açıklamada hareket noktası olarak iş görülen/gördürülen ilkedir ya da kavramlardır.

2. Akıldan pay almayan yan ve akıldan pay alan yan.

KAYNAKÇA

Direk, Zeynep, (1999) “Hobbes ve Rousseau: Doğal Hali Anlatısının Zamansallığı”, Felsefelogos, Sayı:3

Hobbes, Thomas, (1966) The English Works of Thomas Hobbes, (Volume I), Scientia Verlag Aalen, Germany

Hobbes, Thomas, (1987) De Cive (The English Version), At The Clarendon Press, Oxford

Hobbes, Thomas, (1992) Leviathan Çev. Semih Lim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

Hobbes, Thomas, (1994) The Elements of Law, Natural and Politic, Oxford University Press, Oxford

Kılıç, Yavuz, (2004) İnsan Doğası Kavramı Üzerine Bir Çalışma, H.Ü. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara

Locke, John, (1993) Political Writings, Penguin, London

Nozick, Robert, (1974) Anarchy, State, and Utopia, Basic Books, America

Pojman, Louis P., (2002) Political Philosophy, McGraw-Hill Companies, New York

Rousseau, J.J., (1990) Toplum Sözleşmesi, Çev.Vedat Günyol, Adam Yayınları, İstanbul

Wolff, Jonathan, (1996) An Introduction to Political Philosophy, Oxford University Press, Oxford

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Felsefe-Mantık
KUANTUM FİZİĞİNE YOLCULUK 5 ÖLÜMSÜZLÜĞÜN FELSEFESİ

Felsefe-Mantık04 Nisan 2025 13:50

KUANTUM FİZİĞİNE YOLCULUK 5 ÖLÜMSÜZLÜĞÜN FELSEFESİ

Siyasal Özne ve Kültürel Bir Varlık Olarak İnsan Arasındaki Ayrıma Kısaca Bakmak

Felsefe-Mantık22 Ocak 2025 09:44

Siyasal Özne ve Kültürel Bir Varlık Olarak İnsan Arasındaki Ayrıma Kısaca Bakmak

Yapay Zekâya Endeksli Yeni Serbest Piyasa Toplumlarında Felsefenin Geleceği

Felsefe-Mantık15 Ocak 2025 20:08

Yapay Zekâya Endeksli Yeni Serbest Piyasa Toplumlarında Felsefenin Geleceği

LUKASS’A NASIL BAKMALI?

Felsefe-Mantık17 Aralık 2024 15:12

LUKASS’A NASIL BAKMALI?

KUANTUM FİZİĞİNE YOLCULUK 1 Simyacılık ve Kadüs Sembolü

Felsefe-Mantık01 Aralık 2024 13:19

KUANTUM FİZİĞİNE YOLCULUK 1 Simyacılık ve Kadüs Sembolü

ÖLÜMSÜZLÜK FELSEFESİ

Felsefe-Mantık09 Kasım 2024 16:16

ÖLÜMSÜZLÜK FELSEFESİ

Çağdaş Felsefenin Üç Geleneği

Felsefe-Mantık15 Eylül 2024 22:38

Çağdaş Felsefenin Üç Geleneği

AHLAKIN GELECEĞİ ve GELECEĞİN DÜNYASINDA AHLAK

Felsefe-Mantık25 Mayıs 2024 19:09

AHLAKIN GELECEĞİ ve GELECEĞİN DÜNYASINDA AHLAK

EPİKTETOS’UN ÖZGÜRLÜK VE MUTLULUK ANLAYIŞI

Felsefe-Mantık07 Mayıs 2024 16:30

EPİKTETOS’UN ÖZGÜRLÜK VE MUTLULUK ANLAYIŞI

Philip Goff ve Marco J. Nathan Felsefelerinin Karşılaştırılması: Evrenin ve Yaşamın Bir Amacı Var mıdır?

Felsefe-Mantık14 Mart 2024 16:11

Philip Goff ve Marco J. Nathan Felsefelerinin Karşılaştırılması: Evrenin ve Yaşamın Bir Amacı Var mıdır?