Bilinç Körelmesini en kısa şekliyle, bilgi ve düşünceyi işleyememe hali olarak tanımlayabiliriz. Daha geniş bir yelpazeden bakarsak: Başkasının gözüyle görmek, başkasının aklıyla akıl yürütmek, doğruyu-yanlışı, iyiyi-kötüyü fark edememek, geçmişi unutmak, geleceği hayal edememek ya da bireyin gerçeklik ile bağının koptuğu derin uyku halidir diyebiliriz.
Bilinç körelmesi kendiliğinden oluşan kupkuru bir şey değildir. Eğitim, gözlem, sosyal ve kültürel yapılanmalar, tekrar ve taklitler sonucu oluşur ve bu öylesine bulanık bir oluşumdur ki çürüme bir defa başlayınca, herkes birbirinden hızla etkilenmeye başlar… Yine aynı şekilde herkes hızla aynileşmeye koyulur. Sözgelimi kaçan birinin neden kaçtığını anlamadan, herkes kaçanın peşinden aynı yöne kaçıp sürüleşebiliyor; egemen yargıların peşin kalıpları içinde renkleri ayıramaz hale gelebiliyor.
Günümüzde özgür bilincin oluşmasının önündeki engellerin başında kapitalist çağ, onun örgütlü kurumları, bekçileri, ahlak ve vicdani yetkinliğe sahip olmayan politikacıları gelir. (Bu yapının bir yanına çoğunluğun ve farklılığın reddedildiği güçlü, merkezi parti devlet sistemini de ekleyelim.) Bunlar otorite, moda, sosyal, siyasi, kültürel ilişkileriyle, askeri yapılanmalar, millet, milliyet, din, dincilik ve daha başka kışkırtmalarla, bireyin ve toplumun bilincini şekillendirme görevini üstlenerek, sürekli halde sorun üretirler.
İlk ve ortaçağda yöneticilerin egemenlik kaynağı tanrıydı. Meşruiyetin kaynağı kutsallıktı. Şef, köle sahibi, imparator, kral, tanrı adına yönettiğini iddia ederdi ve kitleleri de inandırırlardı. Bugün ise tanrı sözünün yerini siyasi partiler, politikacılar almış durumda ve meşruiyetlerini de yasalar, mahkemeler, devasa güvenlik yapılanmaları, eğitim-okul sistemi ve daha başka şeylerle koruma altına almışlardır. Gerektiğinde “Devlet biziz,” diyebiliyorlar ve arzuları doğrultusunda düzenleme yapabiliyorlar. Toplum katında geçerlilik kazanmak için de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…. Adalet mülkün temelidir…” benzeri kavramlar geliştirilmiştir ama esas olarak bu kavramlar, egemen gücün kendi iktidarını güçlendirmeye hizmet ederler. Geçerli kılınan düzen, kurum ve kurullar egemenlik hakkının korunması içindir. Çünkü tanrı sözünün yerini alan
siyaset kurumu ve politikacılar günümüzde güç, servet, konfor, şöhret ve ün elde etmek gibi bir üst yapı işlevine sahiptirler. Tamamen kazanma hırsı, açgözlülük ve doyumsuzluktan ileri gelen hastalıklı kişilik doludurlar. (Hiçbir politikacı beni sevdiği için beni yönetmeye aday olmaz… Hiçbir politikacı “halka hizmet” için kendini paralamaz…) Ve tanık olduğumuz kadarıyla içinde bulunduğumuz coğrafyada, hatta dünyanın birçok yerinde en iyi tüccarlık, en iyi yalancılık, en iyi ırkçılık, milliyetçilik ve dincilik, en iyi ayrıştırıcılık, adaletsizlik politikacılar tarafından yürütülmektedir. Yine aynı şekilde en iyi güdümleyiciler de onlardır ve bu işlevlerini sürdürebilmek için toplumda genel bir bilinç bulanıklığı yaratan en iyi oyuncular da bunların arasından çıkıyor…
***
Bilinç körelmesi hemen her zaman bireyin zararına yol açar. Çürümüş, körelmiş bilince sahip biri, iradesiyle bir şey yapamaz, çünkü anlama, kavrama, düşünme yetisi bulanıklaştırılmıştır. Aklı ve bilgisi birbirlerini tamamlayamaz hale getirilmiştir. Karşı koyma gücü zayıflatılmış, etki gücü en aza indirgenmiş, etkisiz bir güç olduğuna inandırılmıştır… Daha vahimi duymazdan, görmezden gelerek, hem kendisinin hem komşusunun başına gelenlere kayıtsız kalarak düzeni ve otoriteyi meşrulaştırır.
Tekrarlarsam eğer: Günümüzde bireyin zihin ve bilinç yetisini bulanıklaştıran, onu çürümeye veya körelmeye iten otoritenin başında, siyasi iktidar sahipleri, onların ideolojileri, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik türevleri gelmektedir.
Otorite, bilincin ve özgürlüğün düşmanıdır. Yıkıcıdır… Bizim amacımız, çeşitli yetilerimizi kendilerine hizmet eder nitelikte inşa eden egemen yapıların farkında olmaktır. Eğer bu yapılmazsa, bilgi, beceri, düşünce ve zihinsel faaliyetler hiçbir işe yaramayacaktır ve çok defa beş para etmez otoritenin oyuncağı haline geliriz.