Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
SEVGİNİN DİLİ

SEVGİNİN DİLİ

Sosyal Bilimler 12 Mart 2025 13:03 - Okunma sayısı: 35

Sevginin Dili

Sevginin Dili

Prof. Dr. İsmet Emre

Doğu’nun kadim bilgeleri yaratılış mayasında sevgi olduğunu söyler. Bu da bizi sevgiyle oluş arasında doğrudan bir bağ olduğu gerçeğine götürür. Haddizatında yaratılmış ne varsa hepsinin özünde sevgi olmalıdır ki o şey yaratılmayı hak etmiş olsun. Evreni yaratan Tanrı’nın yarattıklarının özüne sevgiyi koymamış olması zaten düşünülemeyeceğine göre bütün gramatolojinin sevgiye göre şekillenmesi umulur. Ne var ki bir şeyi sevmek için onun dilini bilmek, ona yaklaşmanın, onunla bitişmenin, onu kavramanın ve onun tarafından kavranmış olmanın gereklerini yerine getirmek gerekir. Bu gerek, her durumda var olan her bir şeyin bir dili olduğu, o dili bilmenin bizi ona yaklaştıracağı, dilini bildiklerimizi olduğundan daha çok seveceğimiz gerçeğini zımnen ortaya koyar. Belki de doğal hayatın içine doğan, onu bizden çok daha iyi anlayan Antik dönem insanlarının doğaya ve ona ait bütün kıymetlere bizden daha çok değer verişin altında tam da bu, kategori fark etmeksizin muhatap olunan her şeyin dilini bilme içgüdüsü yatmaktadır. Yine aynı gerçekten dolayıdır ki klasik dönem insanlarının anlatıları, mitolojilerden efsanelere, destanlardan halk hikayelerine ve masallara kadar örülmüş o muhteşem kurgular diller arasına sınır koymaz, temsil edilen bütün varlıkları ötekinin dilini bilen özneler olarak kurgular.

Gerçekten de mitolojide gezegenler birbiriyle konuşur, efsane ve destanlarda rüzgarlar suyla, ateş toprakla aynı dili terennüm eder, masallarda, hikayelerde ve fablların dünyasında bitkiler, hayvanlar ve insanlar sorunsuz bir şekilde aynı dil üzerinden ilişki kurar, birbiriyle münasebet tesis eder ve birinin diğerinin sınırlarını ihmal etmediği evrensel bir gramatoloji oluşturur. Mitolojilerde ve efsanelerde insanlar taşlaşır, balçık insana dönüşür ve birbiriyle konuşur. Kelile ve Dimne’nin dış çerçevesini iki çakal oluşturur ve eser boyunca hayvanlar ile insanlar birbiriyle arkadaşlık kurar, kuşlar ile kaplumbağalar, fareler ile sincaplar ittifak eder; Tutiname’de insanlar papağanlarla arkadaşlık peyda eder, sırdaşlık ilişkisiyle harekete geçer; Bin Bir Gece Masalları’nda yine doğaüstü güçler insanla temas kurar, örneğin ifritle yolculuğa çıkan köylüler aynı dili konuşur. Ezop Masalları’nda ağustos böceği ile karınca iddialaşır vs. Dönemin hangi anlatılarına baksak olay örgüsüne şu veya bu şekilde dahil olan her şeyin ama her şeyin aynı dili konuştuğu evrensel bir birbirini anlama alanıyla yüz yüze geliriz. Belki de bu yüzdendir ki o metinlerde varlık kategorileri arasında neredeyse hiçbir kibir emaresi görülmez, hiçbir varlık (canlı demiyorum) kendini diğerinden üstün addetmez. Doğal olarak cihanşümul bir dil üzerinden muhteşem bir ekosistem kurulur ve o sistemi oluşturan bütün paydaşlar birbiriyle kanlı bıçaklı olsa bile ötekinin varlığını reddetmez, saygı duyar. Öyle görülüyor ki son birkaç yüzyıllık sürece değin doğanın başlangıçtaki halinden neredeyse hiç bozulmaksızın, binlerce yıldır hiç taviz vermeden nesilden nesle aktarılışının ana sebebi budur: Diller birbirine düşmanlık göstermeyince gönüller sevgiyle ışıldar. Hal böyle olunca bütün kötülüklerin anası olan kibir sevgi dilinin sınırlarına yaklaşmaya cesaret edemez. Klasik dönem anlatılarının ana karakterleri ille de insan olmak zorunda değildir. Bazen bir rüzgardır başkarakter, bazen bir söğüt ağacı, bazen de karınca… Ne zaman ki insan bütün ötekileri devre dışı bırakan bir anlayış geliştirdi o gün bugündür dünyanın rahatı kaçtı. İnsanın kendini dünyanın efendisi addetmesi yolculuğu toprağın karnını hoyratça yarma kertesinden başlayarak insanın insana köle olduğu bir düzene doğru hızlıca ilerledi. O gün ile bugünü karşılaştırmak için elimizde harika bir sahne var. İbn-i Tufeyl’in Hay bin Yakzan adlı metninde kahramanımız suyu incittiği, onun akışını zaafa uğrattığı, onun sınırlarını ihlal ettiği gerekçesiyle derenin ortasındaki taşı alır kenara koyar ve suyun ezgisine bırakır kendini.

Pek çok kazanımının yanı sıra modernleşmenin doğa attığı bir kazık var: Doğanın evrensel dilini unutturmak… Dilini unuttuğunuz, onunla iletişim kurma yollarının kapandığı bir ilişki biçimi her durumda kendini merkeze alarak kendi menfaati için ötekileri yok etmek üzerine bina edilir. Toprak ananın dilini unuttuğunuzda ondan sadece maden çıkarmayı düşünürsünüz ve bir düşmanmışçasına onu talan etmeye bakarsınız. Bitkilerin dilini unuttuğunuzda asırlık çınarların gövdesine testereyi yaklaştırır, göğe en yakın yerlerdeki dalları bir çırpıda toza bularsınız. Hayvanların dilini unuttuğunuzda hayatı av ve avcılık üzerinden okur, yemek için değil keyif için bile onlara acı çektirirsiniz. Bütün bunlardan sonra yabancı olduğunuz dili konuşan insanları tahakkümünüz altına almak, onları köleleştirmek artık sıradan bir eyleme dönüşür. Belki de günümüzün en büyük sorunu dilini bilmediklerimize yönelik şiddettir. İnsan için yaratılmış ancak insanın uyum gösterdiği sürece kendileriyle rabıta kurduğu bütün varoluş biçimlerini ortadan kaldırdığınızda sıra mutlaka insanlara, öteki insanlara, ötekileştirdiğiniz insanlara gelecektir.

Bu vakitten sonra yapılacak tek iş var: Kaybedilmiş olanı kaybedilen yerde aramak. Unutulmuş olanı hatırlayarak hayata o hatırlayışın kaldığı yerden devam etmek… Bırakın rüzgarın, ateşin, sincabın, kedinin ve köpeğin dilini, dilini bilmediğiniz insanları bile yabancılaştırıyorsanız artık mesele bitmiş demektir. İnsanı düştüğü yerden kaldıracak olan tek şey var: Varoluş kategorisinin bütün dillerini yeniden öğrenmek, dilini bildiklerini daha sıkı sarıp sarmalamak ve her bir şeyi sevgi diliyle kucaklamak… İçinde sevginin olmadığı hiçbir eylem biçimi insani değildir. Nefretin dili dile ihanettir ve ne pahasına olursa olsun insan ile insanlığı düştüğü çukurdan, kapaklandığı yerden çıkarmanın yolu yeni bir dil inşa etmek, sevginin dilini yeniden öğrenmektir.

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Sosyal Bilimler
Bireyin Gelişiminde Sosyal Çevrenin Rolü

Sosyal Bilimler11 Mart 2025 10:28

Bireyin Gelişiminde Sosyal Çevrenin Rolü

Cinayet Olayını Değerlendirme Ölçeği

Sosyal Bilimler06 Mart 2025 10:33

Cinayet Olayını Değerlendirme Ölçeği

SOSYAL BİR ORTAM OLARAK OKUL

Sosyal Bilimler26 Şubat 2025 15:55

SOSYAL BİR ORTAM OLARAK OKUL

“İNSAN OLMA” VE YAŞAM ÜZERİNE

Sosyal Bilimler07 Şubat 2025 09:30

“İNSAN OLMA” VE YAŞAM ÜZERİNE

İnsan Hakları Tanım ve Temelleri

Sosyal Bilimler06 Şubat 2025 10:15

İnsan Hakları Tanım ve Temelleri

Olayın Özü Kavramı

Sosyal Bilimler05 Şubat 2025 12:14

Olayın Özü Kavramı

KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞININ KAYBOLMASI BİR BEKA SORUNUDUR

Sosyal Bilimler03 Şubat 2025 13:16

KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞININ KAYBOLMASI BİR BEKA SORUNUDUR

ÖĞRETMENLERİN ÖZGÜRLEŞEMEMESİNİN BEDELİ

Sosyal Bilimler29 Ocak 2025 08:51

ÖĞRETMENLERİN ÖZGÜRLEŞEMEMESİNİN BEDELİ

ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Sosyal Bilimler23 Ocak 2025 15:36

ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE SÖYLEŞİ

BİR TUTAM OT

Sosyal Bilimler18 Ocak 2025 13:02

BİR TUTAM OT