Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Hayvan Dilleri: Ne diyorsun aslanım?

Hayvan Dilleri: Ne diyorsun aslanım?

Dil Felsefesi 15 Şubat 2025 10:45 - Okunma sayısı: 103

Mustafa Pala

Fablların söylediği

MÖ 6. yüzyılda yaşadığı düşünülen eski Yunan masalcısı Ezop’un (Aisopos) anlattığı, hızlı koştuğu için kendini üstün görüp kaplumbağayla yarışa girerek hüsrana uğrayan tavşanı veya kendisine iyi davranan aslanı avcıların tuzağından kurtaran fareyi ya da yaz boyunca eğlenip çalışmadığından kışın karıncaya muhtaç kalan ağustos böceğini anımsarsınız.

Yine MÖ 1. yüzyılda yaşamış Hintli bilge Beydaba’nın, adını hayvan hikâyelerinin kahramanları, biri “doğruluğu ve dürüstlüğü”, diğeri “yanlışlığı ve yalanı” simgeleyen iki çakaldan alan; siyaset, erdem ve eğitim gibi birçok farklı konuda öğütler içeren Kelile ve Dimne’sini en azından yaşamının bir döneminde duymayan kalmamıştır.

Ağzında peynirle ağacın dalına tünemiş ama tilkinin sesinin güzelliğine dair övgülerine dayanamayıp ötmeye başlayınca yiyeceğinden olan kargayı; kendisine düz tabakta çorba ikram eden ‘kurnaz’ tilkiyi uzun boyunlu sürahiye davet eden leyleği mutlaka bileceksiniz; 17. yüzyıl Fransız yazar Jean de La Fontaine’nin fabllarından değilse bile onu Türkçeye şiir formunda aktaran Orhan Veli’nin çevirilerinden…

Ve bizim 15. yüzyıl divan şairi Şeyhi’nin Harname’si: Aynı zamanda hekim olan şair, Çelebi Mehmed’i tedavi edince kendisine bir köy bağışlanır. Köye giden Şeyhi, oranın eski tımar sahibi tarafından soyulup dövülünce oturup edebiyatımızın ilk fablını, mesnevi biçiminde yazar:

“Bir eşek var idi zâif ü nizâr

Yük elinde kat’i şikeste vü zâr…”

Halinden memnun olmayan bu eşek, otlakta semirmiş öküzleri görünce ve onlar gibi olmak isteyince pişmiş tavuğun başına gelmeyecek işkencelere maruz kalır! Özetle, otur oturduğun yerde, bölüşüm ilişkilerine karışma, diyen Şeyhi; eşek ve öküz üzerinden kurduğu alegoriyle okura, kaderine razı olmayı öğütler…

Bu dil yazısının konusu Türk ve dünya edebiyatında fabllar ve onların öğütleri değil; kahramanları olan insan dışındaki varlıkların ve genellikle de hayvanların, insan dilleriyle kurdukları iletişimdir. Gerçek yaşamlarında havlayıp miyavladıklarına, böğürüp kükrediklerine, hırlayıp şakıdıklarına bakmayın; o hikâyelerde hayvanlar, tıpkı bizcileyin şakır şakır konuşuyorlar…

Eskilerin deyişiyle “teşhis” ve “intak”, yani “kişileştirme” ve “konuşturma”, edebî metinlere canlılık ve derinlik katan anlatım olanaklarıdır. Bu olanaklarla nesneler, hayvanlar veya soyut kavramlar, canlılar gibi davranıp insanlar gibi konuşturuluyor ve onlara insanlara ait duygular atanıyor.

Metinlere canlılık katan, edebî dili yaratıcılık ve etkileyicilikle zenginleştiren teşhis ve intak, karmaşık kavramları anlaşılır kılan özellikleriyle daha çok eğitici, öğretici bir tür olan fabllarda kullanılıyor. Çünkü bu tür hikâyeler, hayvan karakterleri üzerinden anlatılıyor. Karmaşık olay örgülerine, derin karakter çözümlemelerine yer verilmeyen; sonunda mutlaka temel bir ders, öğüt, mesaj barındıran fabllar, bu yapılarıyla köklerinin, insanlığımızın çocukluk dönemlerinde olduğuna işaret ediyor sanki. Oysa fablların hayvan karakterleri, insan doğasını, temel değerleri ve toplumsal eleştirileri yalın ve etkileyici bir dille sadece çocuklara anlatmıyor; hepimize “bir şey” söylüyorlar!

İşe bakın ki, Ezop’un, La Fontaine’nin ve başkalarının fabllarında bizim dilimizle konuşan hayvanların ne dediklerini anlıyormuşuz gibi, şimdi de kalkmış onların kendi dillerinde ne söylediklerini anlamaya çalışıyoruz. Gerçekten hayvanların da bizimki gibi dilleri var mı, varsa bir gün gelecek biz insanlar bu dili çözüp onları anlayabilecek ve hatta onlarla konuşabilecek miyiz? Gün gelecek intak, en azından hayvanlar için yapılanı, bütün dramatik sanatları terk edecek ve ortadan kalkacak mı?

Dilleri var bizim dile benzemez

Heyecan verici sorular bunlar ama yanıtları hâlâ belli değil… Madem buraya kadar geldik, devam edelim. Hayvanların iletişim sistemleri, türler arası farklılıklar ve çeşitlilik gösteren karmaşık, ilginç bir alan. Hayvanlar, çevreleriyle ve birbirleriyle etkileşimde bulunmak için çeşitli iletişim yöntemleri kullanıyorlar. Bu yöntemler arasında görsel, işitsel, kimyasal, dokunsal ve elektriksel sinyaller var.

Örneğin, bir tavus kuşunun tüylerinin parlak renkleri ve desenleri, dişilere karşı etkileyici bir görüntü sunuyor. Köpekler kuyruklarını sallayarak, domuzlar sırt kıllarını kabartarak bir şeyler anlatıyor. Kuşların cıvıldamaları, kurtların ulumaları genellikle tehlike sinyalleri, çiftleşme çağrıları veya bölge savunması amacı taşıyor sanki. Arılar, karıncalar ve bazı memeliler, kimyasal sinyaller (feromonlar) yoluyla kolonileri organize ediyor, eş arıyor veya düşmanları uzaklaştırıyor. Bir kısmı da bölgelerini belirlemek veya çiftleşme dönemlerinde uygun bir eş bulmak için koku işaretleri bırakıyorlar. Primat anneler, yavrularını sakinleştirmek ve güvende hissetmeleri için onlara dokunuyor; kimi balıklar ise su altındaki nesneleri ve diğer balıkları tespit etmek için elektrik alanları kullanıyor. Hatta bazı hayvanlar yuvalar, ağlar, barajlar inşa ederek çevrelerine sinyaller gönderiyor.

Bunlardan çok gelişmiş iletişim olanakları olanlar da var. Örneğin bal arılarının “arı dansı” olarak bilinen hareketleri, hayvan iletişimi konusunda en dikkat çekici örneklerden. Bu danslar, arıların yiyecek kaynaklarının yerini diğer kovan üyelerine aktarmaları için kullanılan bir iletişim biçimi. Bu iletişim 1940’larda Nobel ödüllü bilim insanı Karl von Frisch tarafından ayrıntılı bir biçimde incelendi: Kısa daireler çizerek ve yönünü sık sık değiştirerek hareket eden arı, besin kaynağının kovanın yakınlarında (genellikle 50-100 metre içinde) olduğunu belirtiyor. Dansın hızı ve yoğunluğu, yiyeceğin bolluğuna işaret ediyor. Vücudunu sağa sola sallayarak, dönüp daire çizerek salınım dansı yapan arı; besin kayağının mesafesini, yönünü ve güneşe göre açısını anlatıyor.

Balinalar, karmaşık ve uzun süren “şarkılar” üretiyor. Bu şarkılar, sosyal yapılarının bir parçası gibi görünüyor ve çiftleşme mevsiminde daha belirgin hale geliyor. Balinaların bu şarkıları, okyanus ortamındaki iletişim stratejileri hakkında değerli bilgiler sağlıyor. Ama galiba hayvanlar aleminde iletişim olanakları en zengin olanlar yunuslar. Çünkü onların iletişim sistemleri, insan diline benzer karmaşıklığa sahip. Her şeyden önce yunusların benzersiz “imza ıslıkları” var. Bu ıslıklar, bireyin kimliğini belirliyor ve diğer yunuslar tarafından tanınmasını sağlıyor. İmza ıslıkları, genellikle genç yunuslar doğduktan birkaç ay sonra gelişiyor ve yaşamları boyunca sabit kalıyor. Yunus bireyinin “adını” temsil eden bu ıslıklar, kendilerini diğer yunuslara tanıtmak ve sosyal bağlarını güçlendirmek için kullanılıyor. Yunuslar iletişimde bununla yetinmiyor, başka işlevlere sahip ıslıklar ve “tıklama sesleri” de kullanıyorlar. Tıklama sesleriyle ekolokasyon (sesle yer belirleme) yapan yunuslar, bu seslerle çevrelerindeki nesnelerin konumunu ve mesafesini tespit etmekle kalmıyor, iletişim de kuruyorlar.

Bir adım daha atalım: 1960’lı yıllarda yapılan çalışmalarda, şempanzeler ve bonobolar üzerinde dil öğrenme denemeleri yapılıyor. Şempanzeler, jestler, yüz ifadeleri, sesler ve dokunsal sinyaller kullanarak kompleks bir iletişim ağı oluşturabiliyorlar. Yapılan çalışmalar, primatların belirli bir ölçüde sembolik iletişim öğrenebildiğini gösteriyor. Bu da onların belirli bir dilbilgisi yapısını anlayabileceğine dair ipuçları veriyor.

Papağanlar, insanların seslerini ve sözcüklerini taklit edebiliyor. Kuşlar belirli şarkı motiflerini öğrenebiliyor ve bunları kullanarak kendi şarkı repertuarlarını oluşturuyorlar. Üstelik kuşların şarkılarını öğrenme süreci, insanların dil öğrenme sürecine benziyor. Belirli bir “kritik dönem” içinde doğru şarkıyı öğrenmezlerse, bu yeteneklerini kaybedebiliyorlar. Kuşların şarkı öğrenmeleri üzerine yapılan çalışmalar, nörobilim ve dil edinimi konusunda önemli veriler sağlıyor.

Kedilerin insanlar ile iletişimde kullandıkları miyavlamalar, farklı anlamlar taşıyor. Farklı ton, süre ve frekansta miyavlamalar, kedinin ihtiyaçlarını, isteklerini veya ruh halini ifade ediyor. Köpekler, özellikle insanlar için gelişmiş bir iletişim sistemi kullanıyor. Göz teması, vücut dili ve havlama gibi çeşitli sinyallerle duygularını ve ihtiyaçlarını ifade ediyorlar. Karıncalar, feromon adı verilen kimyasal maddeler aracılığıyla iletişim kuruyorlar. Bu kimyasallar, yiyecek kaynaklarının yerini belirtmek, tehlike sinyali göndermek veya sosyal düzeni korumak için kullanılıyor. Onların bu iletişim sistemleri, sosyal böceklerin organizasyonunu anlamada kilit rol oynuyor. Bulgulara göre birçok hayvan, sosyal öğrenme yoluyla iletişim biçimlerini geliştirebiliyor.

Bütün bu araştırmalar, hayatta kalmak, bilgi iletmek, besin kaynaklarına ulaşmak, karşı cinsle etkileşim sağlamak için hayvanların milyonlarca yıldır kendilerine özgü sistemlerle iletişim içinde olduklarını gösteriyor. Ancak bilim adamları, hayvanların iletişim sistemlerinin bir insan dili özelliği gösterip göstermediğini merak ediyorlar. Bu nedenle yapay zekânın çağımızda hızla çoğalttığı olanakları da kullanarak hayvanlara özgü bir dilin bulunup bulunmadığını anlamanın peşine düşüyorlar. Eğer hayvanların da insan türünün olduğu gibi bir dilleri varsa, o dilin bizim dilimizdeki şu özelliklerini keşfetmeyi umuyorlar:

Birinci olarak insan dilinin “ayrıklık” (discreteness) olarak bilinen özelliği, yani bu dilin ses ya da sözcüklerden oluşan ve çeşitli kombinasyonlarla çoğalabilecek birimlerin olup olmadığı. Örneğin dilimizdeki /a/, /n/ ve /e/ seslerinin türlü birleşimleriyle oluşabilecek “an”, “ne”, “nan”, “ana”, “en”, “anne”, “nane” gibi hece veya sözcükler. İkincisi, bu birimleri bir araya getirmenin bir kurallar sisteminin, yani dilbilgisinin (gramer) bulunup bulunmadığı. Örneğin “Anne ne var?” birleşiminin “Ne anne var?” biçiminde olamaması. Üçüncüsü, bu dilin ikili eklemlenmeye, yani sınırlı sayıda ögeyle sınırsız sayıda mesaj oluşturabilme üretkenliğine (productivity) sahip olup olmadığı. Örneğin bir önceki birleşimden “Nar ne anne?”yi üretebilme olanağı. Dördüncüsü, bu dilin “yer değiştirme” (displacement), yani konuşulan ya da işaret edilen zaman ve mekândan bağımsız olarak nesneler, olaylar veya durumlar hakkında anlam oluşturabilme, bilgi aktarabilme özelliğinin bulunup bulunmadığı. “Dün sinemada izlediğim film etkileyiciydi.” örneğinde olduğu gibi, bulunulan zaman ve mekân dışında, yani soyut kavramları, hayal ürünü olayları, geçmiş ya da gelecek ile ilgili senaryoları konuşabilme özelliği. Özellikle bu yer değiştirme yeteneği, insan dilinin zenginliğini ve karmaşıklığını gösteren temel bir olanaktır ve insan dilinin düşünceyi ifade etmedeki benzersiz gücünü gösterir. Yalan söyleyebilmemiz de dilimizin bu özelliğiyle ilgilidir!

Yakın zamana kadar yapılan araştırmalar, insan dilinin bu dört özelliğini taşıyan bir hayvan dili olduğunu keşfedebilmiş değil. Kimi hayvan türlerinin “dili”, sadece o anki durumlarını bildirebilecek yeterliğe sahip. “Yuvadayım”, “Tehlike yok.” gibi. Yukarıda sözünü ettiğimiz kimi türler ise dans hareketleri, hareketlerin açıları, sürekliliği ve yoğunluğuyla orada olmayan besin kaynağını hakkında konuşarak dillerinin “yer değiştirme” özelliğini kullanmış oluyorlar. Çayır köpekleri, avcıları cinsiyetlerine, cüsselerine, giysilerine kadar betimleyen farklı alarm çağrıları üretebiliyor; yunuslar da öyle, ıslıklarıyla yer, isim ve cinsiyet tanımlayabiliyorlar. Yine de onların bu ileri düzey iletişim sistemlerini, bildiğimiz anlamda bir “dil” olarak tanımlayamıyoruz. Öte yandan insan dilini taklit yoluyla belli bir dereceye kadar öğrenenleri, bunun kendilerine ait doğal iletişim sistemleri olmadığı için konu dışı bırakıyoruz. Şu kadarını söyleyelim ki araştırmalar, insan dilinin yukarıda saydığımız dört özelliğinin tümünü, herhangi bir hayvan türünün iletişim sisteminde henüz bulabilmiş değil.

Eğer bir gün konuşursak…

Ancak bilim işin peşini bırakmıyor. Araştırmacılar, yapay zekâ teknolojileriyle doğal dil işleme algoritmaları ve gelişen biyoakustik (hayvan seslerini inceleme) olanaklar sayesinde hayvan seslerindeki derece farklarını saptamaya çalışıyorlar. Sperm balinalarının “klik”lere benzer, yunusların gülmeyi andıran seslerini kaydedip ayıklayıp gruplandırıyor ve inceliyorlar. Kliklerin aralıklarının, gülme seslerinin tonlarının ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışıyorlar. Bu seslerde tıpkı Çince gibi tonlamalı dillerde ton farklarıyla yaratılan anlam çeşitliği sağlayan bir dizge arıyorlar. Türkçede örneğin “şimdi” sözcüğünden farklı vurgularla 10’dan fazla anlam üretebildiğimiz gibi, belki yunuslar da seslerindeki farklı tonlarla geniş bir anlam ağı üretebiliyorlardır.

40 yıldır yunusların dilini anlamaya çalışan Wild Dolphin Project’in kurucusu ve Araştırma Direktörü Denise L. Herzing, yukarıda sözünü ettiğimiz “imza ıslıkları”nı böyle ortaya çıkarmış. Tabi Herzing, yunusların bazı seslerinin ne anlattığını anlamakla yetinmemiş; çünkü buraya kadar olanlar, öteden beri az çok bilinen şeyler. Ancak biz insanlar da bu sesleri üretebilirsek, yunuslarla konuşup anlaşabilir miyiz? İşte bu heyecan verici sorunun peşine düşen araştırmacılar bir sohbet cihazı geliştirmişler ve bu cihaza yunusların taklit edebileceği kolaylıkta, kendi aralarında oynadıkları oyunun farklı aşamalarını temsil eden farklı sesler kaydetmişler. Amaçları, onları oyuna katıp katamayacaklarını, oyunu yönlendirip yönlendiremeyeceklerini, yani onlara meramlarını anlatıp anlatamayacaklarını; bu da demektir ki onların dilleri aracılığıyla onlarla iletişim kurup kuramayacaklarını anlamakmış. Herzing bunları bir TED konuşmasında anlatıyor.

Sonuç: Önce oyunla ilişkili sesi veriyor, suya dalıyor, elindeki ipi bırakıyor, yunuslar kendilerinin su yosunuyla oynadıkları oyunu şimdi Herzing’in ipiyle oynamaya başlıyorlar. Tekrar aynı sesi veriyor, yunuslar yukarıya çıkıp ipi Herzing’e veriyorlar; yani oyunu başlatan sesin anlamını öğrenmiş oluyorlar.

Biz insanlar, hâlâ “teşhis” ve “intak”larla fabllarda hayvanları kendi kişiliğimize ve kültürümüze büründürüp kendi dilimizde konuştururken bütün bu bulgular, doğalarımızın farklı yanlarını anlamamız olanaklı olmasa bile bizim de hayvanların dillerini kullanarak onlarla konuşabileceğimize işaret ediyor. Belki de gelecekte, onlar bizleri kendi anlatılarında kendi dillerinde konuşturarak “ters intak” yapacaklar; acaba bu “ters fabl”larında türlerinin bireylerine ne öğütler verecekler?

Bizlerse insan türü olarak kendi doğal dilimizde bile birbirimizi anlamaktan bu kadar uzakken, hayvanların dilinde onlarla iletişim kurabilme düşünü, olur da bir gün gerçekleştirebilirsek, en çok da yalan söylemenin hayvan dilinde mümkün olmadığına sevineceğim!

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Dil Felsefesi
2024'ün Sözcükleri

Dil Felsefesi18 Ocak 2025 10:54

2024'ün Sözcükleri

Güzel Adlandırma

Dil Felsefesi04 Ocak 2025 11:22

Güzel Adlandırma "Güzel" mi?

Dil Sızıları 2

Dil Felsefesi16 Aralık 2024 19:08

Dil Sızıları 2

Bozulmanın Anlamı, anlamın Bozulması

Dil Felsefesi13 Aralık 2024 23:25

Bozulmanın Anlamı, anlamın Bozulması

Faşizmin Dili

Dil Felsefesi16 Kasım 2024 11:13

Faşizmin Dili

ço koföço fö koçköç oççokçoço

Dil Felsefesi12 Ekim 2024 21:04

ço koföço fö koçköç oççokçoço

Türkçe ve Dillerin Eşitliği

Dil Felsefesi26 Eylül 2024 14:58

Türkçe ve Dillerin Eşitliği

Dil İlişkileri ve İlişki Dilleri

Dil Felsefesi10 Ağustos 2024 19:02

Dil İlişkileri ve İlişki Dilleri

Jacotot, Çin Odası'nda!

Dil Felsefesi26 Mayıs 2024 13:45

Jacotot, Çin Odası'nda!

Anadili Yetkinliğinin Ayrıcalığı

Dil Felsefesi15 Ocak 2021 19:29

Anadili Yetkinliğinin Ayrıcalığı