Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Öykü: Superisi

Öykü: Superisi

Edebiyat 06 Şubat 2025 20:39 - Okunma sayısı: 29

Mehmet Güler

Önder Bey'in cenazesine ta Yunanistan'dan Madam Eleni diye bir kadının geleceğini doğrusu en yakını bile tahmin etmemişti.

Cunda Adası'nın çok yaşlıları belleklerini yokladılar. Bu bayan, ta mübadele yıllarında ele, avuca sığmayan, denizden hiç çıkmayan, Superisi dedikleri o çilli kız olmasın dediler. Sonra da cesaretlerini toplayıp Madam Eleni dedikleri bu bayana sordular.

- Evet, dedi yaşlı bayan çilli yüzüyle gülümseyerek. Ben oyum. Superisi yaşlandı artık. Ama yine de suları geçerek ta buralara geldi.

Madam Eleni, çocukluğunda, ilk gençliğinde gerçekten de bu adı hak etmişti. İlkyazın başladığı gönlerde denize girer, kırlangıç fırtınaları gemileri batırmaya başladığı kış dönemine kadar denizden hiç çıkmazdı. Balıklarla, rüzgarlarla konuşur, superileri gibi denizin üstünde yürür, giderdi.

Önder Bey'in ölümü apansız oldu. O, Ayvalık'ın sayılı tüccarlarındandı. Milyonlarca sabun kalıplarının, yağ tenekelerinin üstünde adı vardı. İsminin hemen yanında çaprazlama uzanan iki zeytin dalı bulunurdu. Dalların üstünde siyah kehribarlar gibi ışıldayan zeytinler görülürdü. Önder Bey, üretken bir iş adamı imajı yarattığı kadar, barış, sevgi, dostluk gibi güzellikleri de düşündürürdü…

Madam Eleni, onca yaşına karşın dinçti. Saçları gürdü. Ege ve Cunda Adası'nda hiç eksik olmayan imbat yeli saçlarında dolaşıyordu sanki. Madam Eleni, her gezdiği sokakta, caddede, deniz kıyısında çocukluk, ilk gençlik anılarını yeni baştan yaşar gibi oldu. Rumcaya kaçan kırma bir Türkçesi vardı. Küçüklerle şakalaştı, oyunlarına ortak oldu. Duvar diplerinde oturup düşünen yaşlı kadınların dertlerini sordu.

Madam Eleni'nin cenaze töreninden hemen sonra memleketine döneceğini sandılar. İşin ilginç yanı, kendisi de öyle sandı. Küllenme noktasına gelen anılarının yeniden harlanıp alevleneceğini doğrusu o da hesap edememişti. Her gittiği yerde anı anıyı tetikledi. Çocukluk arkadaşlarından Nikos, Evangelia, Ahmet, Badegül, Zehra, Yorgos, Herkül ve daha niceleri silinip yok oldukları köşelerden canlanarak bir bir çıktılar. Halay çektiler, sirtaki oynadılar. Maniler söyleyerek atıştılar. Madam Eli’nin yeni yaşamına karıştılar.

Elbette ki ene çok da Önder Bey karıştı.

O zamanlar "Bey"i yoktu henüz. Önder'di. Bıyıkları yeni terliyordu. Kendinin göğüsleri ise iki erik tanesi kadar kabarmıştı. Önder, “Superisi” diye sesleniyordu kendisine. Gel, Pateriça koyunda yüzelim. Elinden tutuyor, o koya doğru çekiyordu. Biliyor musun, diyordu, bu koyda Tanrıçalar da yıkanmış. Bu sularda birlikte yıkananlar âşık olurlarmış birbirlerine. Ve ölümsüzlüğü yakalarlar, bir daha kolay kolay ayrılamazlarmış… Eleni, kısa bir süre duruyor, düşünüyordu. Önder’in teklifini kabul edip etmemekte kararsızlaşıyordu… Superisi olup da sulara yapılan çağrıyı kabul etmemek olur mu, diyordu en sonunda… Mayoları olmadığı için çıplak giriyorlardı denize. Birbirlerine bakmamak için arkalarını dönüyorlar, gözlerini kapatıyorlardı… Bedenlerini saran sudan cesaret alarak bir süre sonra gözlerini açıyorlardı. Ege’nin suları aralarında berrak, saydam bir perde oluyordu ancak... Çıplak bedenleri suyun aynasında uzaya kısala, kırıla düzele, uzaklaşa yaklaşa, ayıplara, günahlara bulaşarak birbirlerine doğru akıyordu…

Bayan Eleni düşünmüştü, Tanrıçalar, Pateriça Koyu'nun suları gerçekten bir ömür boyu paylaşılacak birlikteliği mayalamış olabilir miydi? O günden sonradır ki kolay kolay ayrılmamışlardı birbirlerinden. Zaman zaman Aya Triyada Kilisesi'nde buluşmuşlar, birlikte Ktab-ı Mukaddes'ten ayinler dinlemişlerdi. Zaman zaman camiye gitmişler, hutbeden okunan Kuran-ı Kerim'e kulak kesilmişlerdi. Papazın, hocanın söylediklerini karşılaştırmışlar, yorumlamışlardı. Her ikisinin de üç aşağı beş yukarı benzer şeyler anlattıklarını fark etmişlerdi. Farklı olan dilleri, söyleyiş biçimleri demişlerdi; özleri değil. Bunun ayırtına varınca sen ben diyerek ayırmanın, ötekileştirip dışlamanın gereksizliğine çocuk akıllarıyla inanmışlardı.

Tam o yıllarda savaş, hemen ardından mübadele dedikleri o lanet olasıca olay çıkıp gelmişti. Gelişen olaylar, yeni filizlenen aşklarının, sevdalarının kırılma noktası olmuştu. Kendilerinden başka sevenler de sevenler ayrılmışlardı. Hemen herkes bir yerlere savrulmuştu. Arkadaşlıklar, dostluklar birden öfkeye, buğuza dönüşmüştü.

Peki, kendilerine sormadan savaşı kimler icat etmiş, mübadeleye kimler karar vermişti? Küçük akılları, yürekleri ta o zaman da bunlara isyan etmişti. Ama seslerini duyan, ciddiye alan tek insan çıkmamıştı… Kısa sürede Rum evleri toplanmış, mübadele gemilerine yüklenmiş, göç denen ayrılıklar başlamıştı… Tam bu noktada halaylar çekilmez, sirtakiler oynanmaz olmuştu. Türküler neşesini yitirmiş, hüzünlü şarkılara, ağıtlara dönüşmüştü…

Yıllar sonra Önder birkaç kez Yunanistan'a gelmiş, Elini'yi bulmuştu. Savaşa, mübadeleye inat, dostluklarını kaldıkları yerden sürdürmek istemişti. Kim bilir, bu birlikteliği belki de kendilerinden çok Tanrıçalar, Pateriça Koyu'nun suları istemişti.... Rodos'un, Karpatos’un, Girit Adası’nın taş evlerinde, labirent sokaklarında, deniz kenarlarında ilk gençlik günlerindeki kadar coşkulu dolaşmışlardı. Paseidon'un deli rüzgârlarıyla yarışırcasına yatlarını bir kıyıdan öbürüne sürmüşler, tepeden tırnağa maviye boyanarak, iyot kokusuna bulaşarak, din, ulus ayrılıklarını silerek inadına sevişmişler, yüzmüşlerdi. Yine balıklarla konuşmuş, sulara batmayan Superisi kesilmişti Eleni…

Madam Eleni, çocukluğunun geçtiği mahalleden bir ev buldu kendine.

Bu evin çocuk yıllarındaki sahibi Bayan Renee idi. Mübadele yıllarında buradan kaçar gibi çıkan ailelerden birisi de onlardı. Kendi yaşlarında bir oğlu vardı Bayan Renee'nin. Adı Nikos'tu. Yunanistan'a geçtikten sonra herkes bir yere savrulduğu için ne bayan Renee'yi, ne de Nikos'u bir daha görebilmişti.

Bayan Renee'nin şimdiki metruk evi, o zamanlar güllerin, begonvillerin içine gömülmüş, kuş sesleriyle çın çın öten bir konak yavrusuydu. Bayan Renee gözü gibi bakardı evine. Taşlıkları yıkar, havuzun sularını pırıl pırıl tutardı. Begonvillerin, güllerin yapraklarına kadar toz aldığı olurdu...

Madam Eleni, yıkıntı halindeki evi aslına uygun onartırken bir gün olsun işçilerin, ustaların başından ayrılmadı. Onlara yiyecek, içecek, cigara taşıdı… Yamulan, başını eğen yapı teknik desteklerle yavaş yavaş ayağa kalktı, doğruldu. En son pırıl pırıl boyandı, temizlendi. Salaş yapının küllerinden yepyeni bir mekân doğdu…

Eve verilen emek kadar da bahçeye verildi. Ağaçlar budandı, tazelendi. Çevreye envai çeşit çiçekler dikildi. Bu güzel mekan, zamanın sildiği sanılan onca anıyı, türküyü, sirtakiyi yedeğinde toplayıp getirdi. Tarihi fıstık çamları, delice zeytinleri, imbat yelleriyle konuşmaya başladı. Kuruyan güller, begonviller, zambaklar yaşama yeniden gülümsedi. Havuzun fıskiyesi su sesleriyle inledi. Çeşmenin yalağından bülbüller, ibibikler şakıdı, eğilip su içti…

Madam Eleni'nin kalıcı olduğunu anlayanlar türlü yorumlar yapmaya başladılar. Bunlardan birisi lehineyse, üçü, beşi aleyhineydi. Tamam, metruk bir evi onartmıştı. Çevresini şenlendirmiş, birçok insana para kazandırmıştı. Ama bu kadar varsıl ve yaşlı bir kadının mübadele yıllarının intikamını alır gibi inadına buraya yerleşmek istemesi, çocukluk yıllarına doğru bir çeşit yolculuğa çıkması hayra âlâmet değildi. Hele son günlerde birtakım antik eşyalar topluyordu ki bunu anlamak daha zordu. Anlaşıldığı kadarıyla o, Önder Bey'in cenazesi için de gelmemişti. Belki dostuydu onun. Eski bir sevgilisiydi. Ama tüm bunlar bahaneydi. Sevgilisi, doğduğu topraklar bunca yıl sonra mı aklına gelmişti? Eleni belki bir misyonerdi. Belki başka bir şey. Bu işin altında mutlaka bir bit yeniği olmalıydı?..

Madam Eleni'nin söylenenleri duymaya zamanı yoktu. Yıllar sonra superiliği tutmuştu yine. Daha kuşlar, böcekler uyanmadan kendini deniz kenarlarına, Ayışığı Manastırı'nın bulunduğu yerlere atması, gecenin ilerleyen saatlerine kadar oralarda yalnız başına dolaşması, herkes bu adaya Alibey Adası derken onun Cunda, hatta Moshonis Adası demekte ısrar etmesi, zaman zaman Tavuk, Hasır Adaları'na gidişi, uzaktan gelen gemileri karşılayışı, gidecekleri yolcu edişi kuşkuları sileceğine çoğaltıyordu.

Madam Elen'in her akşam üstü yürüdüğü Pateriça koyunun bulunduğu ormanlık alanda bir gün yangın çıktı. İtfaiye görevlileri, jandarmalar koşup vardıklarında Madam Eleni'yi orada tek başına buldular. Ada o gece sabaha kadar yandı. Üç yüz, beş yüz yıllık sarıçamlar, gürgenler, mazılar, kızılçamlar kül olup gitti.

Bu işi Madam Eleni yapmış olabilir miydi?

Eleni'yi karakola götürüp ifadesini aldılar. Savcılık onu bir gün içerde tuttuktan sonra serbest bıraktı. Bu olay Madam Eleni'yi sevenlerin gözlerinde bitirdi. Artık kimse ona selam vermez, semtine uğramaz oldu.

Dedikoduların ayyuka çıktığı günlerde Madam Eleni apansız kayboldu. Gidebileceği yerlere bakıldı, soruşturuldu. Doğru dürüst bilgi alınamayınca resmi yollardan evine girildi. Her taraf didik didik arandı. Polis, Ayvalık çevresinden satın alıp biriktirdiği antika eşyalara, yazıp doldurduğu anı defterlere ulaşmak istedi. Ama onlardan hiçbir iz bulamadı.

Kaba saba birkaç ev eşyasının arasında en çok dikkat çeken kocaman bir teyp oldu. Madam Elini, buradan ayrılmadan önce Gurindig marka bu teybe Rumca-Türkçe karışımı ayrılık, sevda şarkılarıyla dolu bir bant takmıştı. O bant usanıp yorulmadan dönüyor, boş evin duvarlarını bu şarkılarla çınlatıp duruyordu...

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Edebiyat
Matematik ve Akıl Yürütme

Edebiyat06 Şubat 2025 21:11

Matematik ve Akıl Yürütme

Öykü ADI UMUT

Edebiyat06 Şubat 2025 10:10

Öykü ADI UMUT

DİRİLİŞ

Edebiyat04 Şubat 2025 15:41

DİRİLİŞ

Hayat kısa, Üvercinka uçuyor...

Edebiyat01 Şubat 2025 12:35

Hayat kısa, Üvercinka uçuyor...

Huzursuzluk’tan Doğan Demokrasi Kültürü

Edebiyat31 Ocak 2025 23:38

Huzursuzluk’tan Doğan Demokrasi Kültürü

Güdülme veya aptallık Kendini Nasıl Üretir?

Edebiyat30 Ocak 2025 20:02

Güdülme veya aptallık Kendini Nasıl Üretir?

Öykü: Yüreğim Enkaz Şimdi 3

Edebiyat29 Ocak 2025 11:28

Öykü: Yüreğim Enkaz Şimdi 3

Sonsuzluk Sokaklarında Bir Rüya

Edebiyat28 Ocak 2025 23:35

Sonsuzluk Sokaklarında Bir Rüya

Kurtuluş

Edebiyat26 Ocak 2025 13:46

Kurtuluş

Aynalar

Edebiyat26 Ocak 2025 13:41

Aynalar