Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Sonsuzluk Sokaklarında Bir Rüya

Sonsuzluk Sokaklarında Bir Rüya

Edebiyat 28 Ocak 2025 23:35 - Okunma sayısı: 41

Emrah Kapışkay

Sonsuzluk Sokaklarında Bir Rüya

“Bir insanın kaybolduğu yer, aslında kendini bulmaya en çok yaklaştığı yerdir.” Bu cümle, Victor’un zihninde yankılanırken, yağmur altındaki kaldırım taşlarına bakıyordu. Şehrin gürültüsü ve ıslak kaldırımlar, onun içindeki sessizliği daha da derinleştiriyordu. Victor, sıradan bir adam değildi; sıradan olmayı reddeden, ama sıradışı olmayı da başaramayan bir ruhtu. Hayatı boyunca bir cevabın peşinden koşmuştu: “Gerçek anlam nerede saklıdır?”

“Bir sorunun cevabı yoksa, soruyu yanlış sormuşsundur,” diye düşünürdü Victor. Ama hangi soruyu sorması gerektiğini asla bilemezdi. İnsanlarla dolup taşan bu şehirde, yalnızlık onun en sadık yoldaşıydı. Yalnızlık, onu bir gölge gibi takip ederdi, bazen rahatsız edici, bazen ise derin bir rahatlık veren bir dost gibi.

Bir gün, hayatının en sıradan günlerinden birinde, Victor bir kafeye oturdu. Elinde eski bir kitap vardı. Kitabın sayfaları sararmış, kenarları yıpranmıştı. Kitabın içinde şu cümle yazıyordu:
“Bir kahraman olmak istiyorsan, önce kendini bir kötü adam olarak tanımalısın.”

Victor, bu cümleye takılıp kaldı. Kendini sorguladı. Bir kahraman mıydı, yoksa hayatın içinde kaybolmuş sıradan bir figür mü?

Yaşam, Victor’a göre bir satranç tahtası gibiydi. Her taşın bir anlamı vardı, ama hareket etmeden bu anlamı anlayamazdın. Kendi hayatında ise hamle yapmayı genellikle unutuyordu.
“Eğer hareket etmiyorsan, zaten kaybetmişsindir,” diye mırıldandı kendi kendine.

Kafeden çıktığında sokaklar hâlâ kalabalıktı. İnsanlar aceleyle bir yerlere yetişiyor, ama kimse gerçekten bir yere varamıyordu. Victor için, bu hareketlerin anlamı yoktu. “Koşmak sadece bir kaçış biçimidir,” diye düşündü, “ama kaçtığın yer aslında hep kendinsindir.”

O gece Victor, eski kitaplarını karıştırırken, sayfalar arasına sıkışmış bir mektup buldu. Mektupta şu yazıyordu:
“Eğer bir gün kaybolursan, seni bulacak olan tek kişi yine kendinsin. Ama kendini bulmak cesaret ister, çünkü karanlığa bakmak kolay değildir.”

Bu sözler, Victor’un içindeki kıvılcımı ateşledi. Belki de hayatın anlamı, sürekli dışarıda aradığı şey değildi. Belki de anlam, insanın içindeydi, ama karanlıkta saklanıyordu.

Ertesi gün Victor, hiç yapmadığı bir şey yaptı: Şehir dışına çıktı. “Bir yolculuk her zaman bir başlangıçtır,” diye düşündü. Şehir, onun için bir hapishane gibiydi. Ama hapishaneden kaçmak, özgürlük anlamına gelmezdi. Victor bunu biliyordu. Özgürlük, kendi içinde zincirleri kırmaktı.

Yolda bir köy kahvesinde durdu. Yaşlı bir adam, ona bir fincan çay uzattı. Adam, uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra Victor’a baktı ve dedi ki:
“Yollar insanı bir yere götürmez, oğlum. Yollar insanı kendine geri döndürür.”

Victor, bu sözlerin ağırlığını hissetti. Çayın sıcaklığı ellerini yakarken, kendi ruhundaki soğukluğu düşünüyordu. Belki de haklıydı bu yaşlı adam. Belki de hayat, kendine yapılan bir yolculuktu.

Victor, yolculuğuna devam etti. Dağlar, ormanlar ve vadiler geçerken, her adımda yeni bir şey öğreniyordu. Bir gece, yıldızların altında kamp kurarken kendi kendine dedi ki:
“Yıldızlara bakmak, geçmişe bakmaktır. Ama geleceği görmek istiyorsan, gözlerini kapat ve içine bak.”

Yalnızlık artık onu korkutmuyordu. Aksine, yalnızlık ona bir şeyler öğretiyordu. İnsanlar, kalabalıklar içinde bile yalnızken, yalnız kalmayı öğrenmek bir sanat gibi geliyordu Victor’a.

Victor, sonunda bir kasabaya ulaştı. Kasaba küçük, insanlar ise sessizdi. Orada bir kütüphaneye girdi. Kitapların arasında kayboldu ve rastgele bir kitap çekti. Kitabın ilk sayfasında şu yazıyordu:
“Eğer tüm cevapları bulduğunu düşünüyorsan, yanlış soruları sormuşsundur.”

Bu cümle, Victor’u sarsmıştı. Belki de hayatın anlamı, cevaplarda değil, sorularda saklıydı. Belki de doğru soruları sormayı öğrenmek, bir insanın gerçek bilgeliğiydi.

Victor, kasabadan ayrılırken yeni bir insan gibi hissediyordu. Şehirde bıraktığı eski hayatı, ona artık bir kabus gibi görünüyordu. Ama bu kaçışın sonsuza dek süremeyeceğini biliyordu. “Kaçmak bir çözüm değil, ama bazen bir başlangıçtır,” diye düşündü.

Sonunda tekrar Los Angeles’a döndü. Ama bu sefer Victor değişmişti. Aynı şehirdi, aynı insanlar, aynı sokaklar. Ama artık Victor’un gözleri farklı görüyordu. Kendi yolculuğunu tamamlamış, içindeki karanlığı aydınlatmıştı.

Bir gün, eski kafeye oturdu. Masasına eski bir dost gibi yaklaşan yalnızlık, bu sefer ona sıcak bir selam verdi. Victor, daktilosunun başına geçti ve ilk cümlesini yazdı:
“Bir insan, yalnızca kendi karanlığını anladığında ışığı görebilir.”

Hayat, anlamını arayanlara asla cevap vermez. Çünkü anlam, insanın içinde saklıdır. Ama bu anlamı bulmak cesaret ister. Ve Victor, bu cesareti bulan bir adamdı.

Elbette, hikayeyi içsel çatışmalar ve varoluşsal sorgulamalarla derinleştirerek devam ediyorum.

Victor, her sabah uyandığında kendisine aynı soruyu soruyordu: “Bugün beni ne bekliyor?” Ama cevap gelmiyordu. Çünkü günlerin birbirinden farkı yoktu. Gözlerini açtığı anda başlayan monotonluk, akşam yatağa uzandığında hâlâ aynı sıkıcılıkla devam ediyordu.

Bir sabah, yatağında doğruldu ve kendi kendine mırıldandı:
“Bir insan, aynı günü bin kez yaşarsa bu hâlâ bir hayat mıdır? Yoksa yalnızca bir tekrardan mı ibarettir?”

Victor, aynada kendi yansımasına baktı. Gözlerinin altında derin halkalar vardı, yüzündeki çizgiler, yaşından daha fazlasını anlatıyordu. Ama en çok canını yakan şey, gözlerindeki boşluktu. Kendi yansımasını tanıyamıyordu.

“İnsan, başkalarının gözlerinde kim olduğunu arar,” diye düşündü. “Ama başkaları da seni ararken kaybolmuşsa, peki ya o zaman?”

O gün, Victor hayatında ilk kez terapiye gitmeye karar verdi. Terapist, odasının köşesinde oturmuş, sakince Victor’un konuşmasını bekliyordu. Ama Victor konuşmaya nereden başlayacağını bilmiyordu. Sessizlik odayı doldurdu, ardından terapist gülümsedi ve yumuşak bir sesle,
“Victor, ne hissediyorsun?” diye sordu.

Victor bir süre düşündü.
“Hissetmek mi? Hissetmek… bir zamanlar hissettiğimi sanıyordum. Ama artık emin değilim. İnsan bir duyguya isim veremezse, o duygu gerçek midir?”

Terapist sessizce başını salladı. “Hislerimizi tarif etmek zorunda değiliz,” dedi. “Ama onları kabul etmeliyiz. Peki, neyi kabul etmekte zorlanıyorsun?”

Victor derin bir nefes aldı ve neredeyse fısıldar gibi konuştu:
“Kendi varlığımı. Burada olmamın sebebini. Bir anlam arıyorum. Ama anlam diye bir şey var mı, bilmiyorum.”

Terapist, bir an düşündü ve sonra dedi ki:
“Victor, bazen anlamı bulmamız gerekmez. Belki de yaşam, yalnızca soruları sormaktan ibarettir.”

Victor başını salladı, ama içinde bir huzursuzluk vardı. Soruları sormaktan yorulmuştu. Cevaplar arıyordu. Bir parça huzur, bir parça rahatlama. Ama nerede bulacağını bilmiyordu.

O gece, Victor eski bir alışkanlığını yeniden canlandırdı: Gökyüzüne bakmak. Yıldızlar ona her zaman bir şeyler fısıldar gibi görünürdü. Oysa bu gece sessizlerdi.

“Eğer yıldızlar bile sessizse, cevapları nerede aramalıyım?” diye düşündü. Ve sonra, bir soru zihninde yankılandı:
“Varoluşun amacı, bir anlam aramak mı, yoksa sadece var olmak mı?”

Bu soru, Victor’un kafasını karıştırdı. Çünkü var olmak, ona göre yalnızca nefes almak ve hayatta kalmak demek değildi. İnsan, sadece bedeniyle var olmazdı. Ama ruh dediğimiz şey nedir? Bir ruhumuz gerçekten var mıydı, yoksa bu yalnızca bir yanılsama mıydı?

Victor kendi kendine fısıldadı:
“Eğer bir ruhum varsa, onu neden hissedemiyorum? Ve eğer bir ruhum yoksa, neden onun eksikliğini duyuyorum?”

Günler, haftalar, aylar geçti. Victor, sokaklarda daha çok yürümeye başladı. İnsanları izliyor, onların yaşamlarını anlamaya çalışıyordu. Bazıları gülüyor, bazıları ağlıyor, bazılarıysa tıpkı onun gibi sadece yürüyordu.

“Belki de varoluşun sırrı, diğer insanların içinde saklıdır,” diye düşündü. Ama sonra bir şey fark etti: İnsanlar ne kadar yaklaşırlarsa yaklaşsınlar, birbirlerine hep uzak kalıyordu. Herkes kendi zihninde bir hapishanedeydi. Ve bu hapishanenin anahtarı da yoktu.

Victor, bir gün parkta otururken yaşlı bir adamın yanına oturdu. Adam, ona dönüp şu sözleri söyledi:
“İnsanlar, kendilerini tamamlamak için başkalarını arar. Ama kimse bir başkasını tamamlayamaz. Çünkü herkes yarım kalmaya mahkumdur.”

Bu sözler, Victor’un kalbine bir ok gibi saplandı. Hayatı boyunca başkalarının ona bir anlam vermesini beklemişti. Ama belki de anlam, onun kendi ellerindeydi.

Bir gece, Victor yazmaya karar verdi. Yıllardır boş duran defterini açtı ve ilk cümlesini yazdı:
“Eğer bir insan yalnızlıktan korkuyorsa, kendi varlığından da korkuyor demektir.”

Victor, kelimeleri akıtıyordu. Hayatındaki her düşünce, her duygu, her çatışma kağıda dökülüyordu. Yazdıkça hafifliyordu. Ve yazdıkça bir şeyi fark etti: Belki de anlam aramak değil, yaratmak gerekiyordu.

“Anlam aramak bir tuzaktır,” diye yazdı. “Ama yaratmak bir özgürlüktür.”

Victor, yazdıklarıyla bir nebze de olsa huzur buldu. Ama huzur, kalıcı bir misafir değildi. İçindeki çatışmalar hâlâ devam ediyordu. İnsan, kendi varlığını sorgulamayı bırakabilir miydi?

Bir gün, Victor’un yazdığı bir cümle zihninde yankılandı:
“Varoluş bir mücadeledir. Ama bu mücadele, aynı zamanda hayatın kendisidir.”

Ve o an, Victor bir şey fark etti: Mücadele etmek kötü bir şey değildi. Çünkü mücadele, yaşamın bir parçasıydı. Hayatı anlamlı kılan, çatışmaların kendisiydi.

Victor, artık hayatını daha farklı görüyordu. Çatışmalar, sorular, belirsizlikler… Tüm bunlar onun bir parçasıydı. Ve belki de yaşam, bu parçaları kabul etmekten ibaretti.

Bir gün, parkta oturmuş yıldızları izlerken şu sözleri mırıldandı:
“Bir insan, sonsuzluğu anlamaya çalışır. Ama asıl sır, sonsuzluğu değil, kendi sonluluğunu kabul etmektir.”

Victor, o gece huzurluydu. Çatışmaları bitmemişti, ama artık onların bir düşman olmadığını biliyordu. Çünkü varoluş, çatışmalarla anlam buluyordu.

Victor’un hikayesi, bir sona ulaşmaz. Çünkü varoluşun kendisi de bir sona ulaşmaz. İnsanlar anlam arar, çatışır, sorgular. Ve belki de yaşamın en büyük sırrı, bu soruların ve çatışmaların kendisidir.

“Bir insan, kendi içindeki savaşı kazanamaz. Ama o savaş olmadan da yaşamayı öğrenemez.”

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Edebiyat
Öykü: Yüreğim Enkaz Şimdi 3

Edebiyat29 Ocak 2025 11:28

Öykü: Yüreğim Enkaz Şimdi 3

Kurtuluş

Edebiyat26 Ocak 2025 13:46

Kurtuluş

Aynalar

Edebiyat26 Ocak 2025 13:41

Aynalar

Kökler

Edebiyat26 Ocak 2025 13:15

Kökler

AYNI MEKÂNDA KALAS KIZILCIK COP

Edebiyat25 Ocak 2025 22:32

AYNI MEKÂNDA KALAS KIZILCIK COP

YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ (2)

Edebiyat23 Ocak 2025 22:12

YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ (2)

CAN KIRIKLARI

Edebiyat23 Ocak 2025 01:13

CAN KIRIKLARI

NİNENİ RAHAT BIRAK

Edebiyat21 Ocak 2025 15:48

NİNENİ RAHAT BIRAK

Sessizliğin Üç Günü

Edebiyat21 Ocak 2025 13:52

Sessizliğin Üç Günü

BUGÜN ASLINDA DÜNDÜ

Edebiyat20 Ocak 2025 20:26

BUGÜN ASLINDA DÜNDÜ