Ayaklarına kara sular inmişti Nihal’in. Gezdiği tüm mağazalarda aradığı beyaz tülü bulamamıştı. Kızı, “hazırını alalım” dediğinde üzüntüsünü belli etmemeye çalıştı. Özenle hazırlanan görkemli yatakta yatacaktı can tanesi. Mahmut Efendi’nin dükkânına bakacağını söyledi kızına. ‘‘Eğer orada da yoksa çaresiz hazır dikilmişine razı olacağım’’ diye geçirdi içinden.
Ertesi gün koşarak gittiği mahalle dükkânındaki raflara hızlıca göz attı. Bir ucu sarkan tanıdık tülü görünce gözleri parladı Nihal’ in. ‘Cibinlik için daha fazlasına ihtiyaç var’ diye sesli düşündü. Onu duyan Mahmut Efendi, depodan devamı varsa getireceğini söyledi. “Ayakta kalma” diyerek oturması için eski komşusu Nihal’e sandalyeyi gösterdi. O sırada gelen çaycı da dumanı çıkan bir bardak adaçayını koyuverdi sehpanın üstüne.
Biraz soluklanmak iyi gelmişti Nihal’e. Kokusunu içine çekerek bir yudum içti adaçayından, ardından bir yudum daha. Damarlarında kan yerine alev dolaşıyormuş hissiyle deniz kenarına doğru koşmak istedi birden. Tanıdık o koku yıllar öncesi anılarına geri döndürmüştü Nihal’i. Burnunun direği sızladı. Düşüncelere daldı.
Dedesi ve ninesinin evine gitmeyi dört gözle beklerdi yaz tatillerinde. Çocukluğunda kollarının pembe kabartılarla dolu halini anımsadı. Geceleri ışığın olduğu yere doluşan sineklerin vızıltısından uyumak zorlaşırdı. Elindeki sineklikle zıp zıp zıpladıkça odanın tahta zemini çatırdardı âdeta. Kazananı belli olmayan savaş yaman geçerdi sivrisinekle Nihal arasında.
Nihal’in tombikliğinin tam tersi yaprak gibi incecikti ninesi. Temiz titiz olmasının yanında hamaratlığı ile nam salmıştı oturdukları mahallede. Özenle yaptığı gül ve turunç reçellerini misafirlerine tattırmadan uğurlamazdı evinden. Tepsinin içinde reçel kavanozu, kişi sayısı kadar kaşık ve boş bir bardak koyardı. Yüzü güleç şakacı konuşkan bir kadındı. Temizlik yaparken, bahçe duvarlarını çivit kattığı kireçle boyarken de şarkılar mırıldanırdı. Yaptığı reçellere benzerdi tatlı dili.
O yaz kar beyazı iki cibinlik dikti ninesi. Sivrisinekler yüzünden artık uykusuz kalmayacaklardı. Cibinliğin kumaşına dokundu yumuşacıktı. Ninesinin anlattığı masallardaki peri kızının gelinliği böyle mi acaba diye düşündü. Sevinci yüreğinin dışından yüzüne yansıdı Nihal’in. Gizemli bir sarayı vardı artık. Erkenden yatmak istiyordu yatağında. Masalları zihninde yeniden yazmaya başladıkça sabahları geç uyandı.
Tahta divanın üstüne ve yanlarına çadır biçiminde gerdirdiği tülün iki yana açılan kapısına sırtını dönerdi. Pencereden ay ışığı giren odasında uykuya dalmadan önce gözlerini kapatmak yerine kocaman açardı Nihal. Kimselere anlatmadığı hayallerini o beyaz tüle bakarak sinema filmi gibi izlerdi.
Bir gece odasına dolduran yanık kokusuyla uyandı uykusundan. Dedesi, gaz lambasını yakarken kibriti elinden düşürmüş cibinlik hemen alev almıştı. Yatakla beraber yanan örtünün karanlık bir kabusa dönüşmesine seyirci olmuştu ninesi. Ateş sönene kadar kör eden duman sarmıştı evin her yanını. Dedesini nefessiz bırakan kara leke o gece düşmüştü ciğerlerine.
Ne zaman duman kokusu gelse burnunun ucuna o karanlık yaz gününü anımsatır ona. Dedesine, ninesine ve çocukluğuna hasreti bir kat daha büyür. Boğazına düğümlenen her sözcük boşluğa düşer.
Günleri yokuş aşağı koşan atlar gibi durduramayacağını biliyordu Nihal. Saçlarına aklar düştüğünde cibinliğin rengi çoktan solmuştu ama düş kuran küçük kızın elini de hiç bırakmamıştı.
Nine olacağı günün arifesindeydi artık.
Yüzüne yerleşen hüzünle elindeki boş bardağa anlamsızca bir süre baktı.
Anıların derin kuyusundan çıkmasını sağlayan Mahmut Efendi’nin tok sesini duydu. Kucağına özenle hazırladığı paketi bırakırken “torununu da kucağına böyle sağlıcakla alırsın inşallah” diyen Mahmut Efendi’ye teşekkür edip ayrıldı oradan.
Yolda yürürken cibinlik örtülü yatakta uyuyacak yavrusunun yavrusunu düşündü Nihal. Yıllardır düşlerini süsleyen bebeğin mis kokusuna sarılır gibi sarıldı elindeki pakete…