Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Öykü: BİR ÖYKÜCÜK NİRVANA

Öykü: BİR ÖYKÜCÜK NİRVANA

Edebiyat 10 Ocak 2025 11:21 - Okunma sayısı: 65

Yazar Erdoğan AKSU

BİR ÖYKÜCÜK NİRVANA

Öykü ile aşkımız öyle sıradan bir aşk değildi asla. Hatta ilk görüşte aşk denilen şıpsevdi aromalı, arsızlığın armağanı hiç değildi. Zamanla çok daha iyi anladım aşkı da Öykücüğüm’ü de. Yani hayatın içinde apayrı bir öyküydü, Öykü. Sevdiceğimdi. Ayrıca sıradan aşık sınıflamasına uymayan ve kolayca tasvir edilebilecek bir insan da değildi. Uyumsuzdu galiba biraz. Eminim vaktiyle ‘kırk hatır kırk satır’ aşk kervanına katılmışlar anlayacak Öykü’yü. Veya gönlü daima aşkla kıpraşanlarda. Şimdi kime benzetsem ki Öykücüğüm’ü? Neler desem de tezelden güzelliğinin nirvanası anlaşılsa...

Öyküm, altın oranlı bir derya, adeta zerre kusursuz bir içim su, ah sen var ya yuvarlak hatlı diva, bronz vücutlu bir tanrıçaydı. Böyle diyorum ama feministlerin jargonuna ayıp kaçacak, biliyorum. Dil böyle bir ebelenme işte. Eril dişil dil derken nereye kaçsan, kaçamaz yakalanırsın diplomat dilbazlara. Coşkuyu perçinleyen anarşist dil kullanılsa ki hiç çekinmem kullanırım nafile yaftalanırsın. Neyse. Kaçın kurrası bu Öykü, hakkını vererek asla kurgulayamam öyküye. Sanki hiçlikten doğan, Tanrı dağlarında yankılanan ve er ya da geç tüm sıra dağları da kuşatacak sıcacık bir öykü kaçağıydı. Kesinlikle bir kaçamak sayılamaz aşkımız. Bulandığımız kaçak göçek mayalı aşk hamuruydu. Hamuru arzuladığınca biçime sokmak ve taş fırında, tam tavında fırınlamak ise usta ehli iş resmen mahirlikti.

Ez cümle, havai varyeteyle ezilemez bir melekti benim Öykücüğüm; ‘Öykü, benim Öyküm, Öykücüğüm, canım cananım, yazılmış veya yazılacak tüm öykülerdeki güzellerden daha güzeldi. Kıssadan hisse biz birlikte güzeldik. Güze vurunca mevsim, bastırınca hüzün anladım. Biricik aşkım Turkana gölü’ne çalınan deniz öyküleri gibi ayası mayası belli, 'tutunamayanlar' familyasındandı. Sere serpe çıkılan sefahat yolculuğuna ‘arhat’tı. Öykücüğüm, öykü dağında anımsanmayı bekleyen ve anısı ilanihaye kutsanacak olan ‘Bir öykücük nirvana’ idi. Benim Öyküm, Öykücüğüm biricik sevgilim aşkın nirvanasıydı…’

Kısır öykülü dönemin, karanlık mı karanlık, zifiri karanlık öykücü koridorlarında aniden yakama yapışmıştı. Ben kulvarsız yarışta diskalifiye olmuş, ruhsal karmaşadan kurtulmaya çalışan adrese teslim kargoydum. Öykücüğüm ise sıkı maratoncu. Sistematik alışkanlık işte önümü ardımı ellerimle koruduğum kırılgan istekliliğime, her şeye aşırı duygulanışıma, pikseli yüksek tutkuma takılırdı sık sık; ‘Bu da geçer, Serhat. Bu da. Bende kal…’ Kaldım, sınıfımda kaldım. Sınıf atlayanlar attılar tuttular aleyhime. Her seferinde buruldu içim, vuruldu aklım. Kapıkule'den dışarı çok çıktım ama bir türlü sınırı geçemedim. Bedenimden geçip gitmedi Öykücüğüm ile geçen anların izi. Anıların tadı damağımda bal, damarlarımda kan oldu. Her bir yaşanana Tanrı tanık....

Tanrı dağlarının dev bütünleşmeye kanıt arayışı öykülerden dışarı. Öyküsel sayaç zaten sonsuza ayarlı. Yegâne maksat doluya boşa mayalanan mayasızlara inat, hedef tutsa da tutmasa da Öykü’ye mayalanmak iştahı. İşte budur denecek hevesle, kutsal ateş sönmeden, şehvet bitmeden, kırmızı balon patlayana dek esmek esrimek, gürül gürül gürlemek. Büyüklük, aşkı sevdayı bilir işveyle, origamik figürleri gecikmiş orgazmla tanıştırmak. Yani mesele meşki meşrebi tanıyıp, Öykü ile bambaşkaydı her şey diyebilmek. Tabi içten dışa sürekli çürüyüşün öyküsünü yazanlar anlayamaz bunları. Tek utancım ise Öykü ile baş başa kalıp aşkın aleviyle tutuştuğumuzda, hayat öpücüğüne bayıldığımda yani dakikaları sayan tarihi, altıpatlar ile taramamaktı...

Badem gözlü kör talih sanık tanık seferini başlattı. Öyle etti, böyle gitti sahte kanıtlarla tarihi yanılttı. Ve yarım kaldı öykü. Çarmıha gerildi ‘yedi mertebe’de Öykü ile sevişen nefsim. Kılıçların gölgesinde kesildi tek sermayem nefesim. Ne yazık ki dünden bugüne serde dirlik kalmadı ve asla dirilemedim nice öykülerde…

Dinime imanıma biliyordum öykücü sürgünlüğüyle olmayacağını, kılı kırk yarsam başucu öyküleriyle baş edemeyeceğimi. Aşk sürgüsüydüm ben, Öykücüğüm çekti gitti ve içime kapandım; - ‘Öykücüğüm, benden uzunum, her uzvu ulvi uzim, upuzun sürsün aşkımız. Uzasın sonsuza. Uzun ömürlü aşk öykümüze öykünsün kimi kimsesi olmayanlar’ diye içimi kemiren zehri ballandırdıkça, Öykücüğüm’ün bal mumlu davetiyesi ve baladı hazırdı; - ‘Serden geçer benden geçmez Serhat, uzun ömürlü olmasın hiçbir şey, ömür uzadıkça finişe flaş çakarsın. Tepe üstü çakılırsın. Falan feşmekan derken biter en afili aşklar. Aşka selam aşıklara selamet fasılı başlar. Tumturaklı tümceler beyaz alevden meşale olur, mavi atlastan kâğıtlara akar. Kainat aşkını bile gözünün yaşına bakmadan yakar. Ölüm var gülüm diyemeden ömür uzadıkça kısalır. Zaten en kısa şeydir ömür, yakın olsun uzak olmasın aman…’ Şimdi bakıyorum da amma haklıymış Öykücüğüm.

Bir zamanlar ‘El heykelli’de küskütük olunca küserdim ‘oylum oylum, fidan boyluma’. Ada falezinde tanyeri cılız cızlam aydınlanırken, ‘selvi boylu al tenlim’ naz ile haz arası bocalardı. Ben de fırsattan istifade pembe kabarcıklı fısıltıyla kabaran içimi boşaltırdım. Kuşlarla dans eden adacığıma aklıma üşüşen aşkın ısdırabını boca ederdim; - ‘Aşkım ipek duvaklım, pekmez dudaklım, yüksek duvarlar aşanım, sen kimin Öykü’süsün? Süsü püsü şahsına yakışır Öykücüğüm, imlası yerinde imin, istiridyelere inci imaların kime iman tahtası. Tahtın bahtın hangi imansızlara gerdanlık?

Nesli tükenmiş gergedan-dinozor kırması dongozlukla, kalbi kırıklar karması höykürmelerimle sanki aramızda filizlenen birlik ruhu biraz zedelenirdi. Sonrasında 'kadife kale'nin içten fethi, ‘ıtırlı bahçe’nin yine yeniden keşfi bile fayda etmezdi hır güre. Öykü, durmaz ve içindeki 'Ada kuşu jüliet' sokağa dökülürdü hemen; - ‘Aromalı rom bilmez Romeo seni, seni gidi şeker kamışı amberi, aşkıma köle Serhadkulu, sakın ola ki sınırı geçme. Bak parçalandığımız sınır ve sihir yarenliğini yıkma. Al yanağımız dahil aşkı muhabbet ortaklığımızı lafazanlıkla bozma. İki kürek kemiğim arasına işlenmiş kalıcı kınamı gör, alametifarikayı aklına kazı ve sıfatımı bir daha kınama. Benden kısa sırmalı sırık seni, beni sırlarımızı kalantorlara sunacak tarantor sanma. Karmapolit ortamın görgüsüz romantik aşığı, gotik aşkınla beni hiçbir zaman sınama…’

Sınandığım sınavımdı Öykü. Kendimi kaybedersem eğer onu bulamam endişesiyle içim içime sığmaz salt o yüzden sorgulardım budalaca. Aşkı ucundan ucundan budayan salvolarla, sözde ona duyumsatmadan sınardım usanmadan. Yüzde doksan, eksik noksan akıl satardım açık pazarında. Öykücüğüm, iyi niyet gösterirdi. Kendimle barışıklığıma yol verirdi. Ama ne denli bilgiç olsan hatta beş yüz kitap okusan, dünyada her şeyi anlamaya yetmezdi. Hele ki dünyayı anlatmaya asla. Öykücüğüm, canım sevgilim seni anlamak ve dahi anlatmak beş bin kallavi ansiklopediyi ezberlesen az gelir. Az gider uz gider, dere tepe düz gelir, Öykü küskünlerinden olur çıkarsın, ‘şöyle garip bencileyin’. Şimdi sonsuzluğu yakalamak gayretiyle haydadığım aylak sorulara, Öykücüğüm’ün verdiği yanıtları peş peşe sıralasam, geride kalanları acayip kasar. Katiyen sıralamam çünkü Öykücüğüm’ün velvet ruhundan ‘nirvana gibisin mübarek’ dedirten bin bir kasvet fışkırır. Fark yaratan hikmeti nispeten fırdöndüye kapılır ve başlardı sivil itaatsizliği ile dinmeyen isyanı; - ‘Balkanik Serhat şehrim, balzamik aşkım, ben Tanrı katına yürüyüş gönüllüsüyüm. Deli gönülüm, divanelere uzak diyarım, kutlu davayım. Kortej ve katafalk konseptine nev imajım. Mihrinevin, cüceleşen devin, Tanrı kayrasına kayıtlanışın, nirvanaya çıkışın ve maalesef içten içe çürüyüşün uzun öyküsüyüm. Bir sonram yüce dergahta Tanrı armağanı simgeleşmedir. Kapalı devre dümen ve tezgahlarla dönence ağına düşene derman, dönüm noktalarına dikilen flamayım. Korkusuzluğum yar-diyar hiç yıkılmaz sanılan iktidarların denizlere döküldüğü bahar…’

Evet, canım Öykücüğüm ‘aşkın nirvanası’ kan ve zan ayrıntılarına hapsedilmiş kutlu direnişin en hası en kutsalı. Öykücüğüm ile çift boyutlu renkli kartpostal aşkları karton kutulara gizledik. Öykücüğüm ile birlikte, öykü içinde öyküler barındıran öykülere gizlendik. Tanrı kitaplarında bambaşka sorgulanan ne varsa biz bir ilerisine varla yok arası yolculandık. Gördük ki kapı baca perişan, han hane viran, tutmuyor eller, buzlanmış heykeller, tütmüyor duman. Hemhal olunan zamanın ruhu, anlar ve anılar antik çağlardan kopup gelen kayıp zaman. Zaman sıçraması yaşarken doğa ona dair asla oyunbozanlık etmedim. Öykünümsel büyülü sorularla, Öykü’nün hazır cevap tarzıyla tensel hazza yuvarlandım her gece. Tanrı kelamı tadında şairane söylemlerle köksüzlük örgüsüne gökyüzü olduk birlikte. Gök kubbe delindi, Öykücüğüm’ün kirpiklerinden damlayanlarla. Müjgan ve damıtılmış ateş suyuyla demlendik. Sarhoşlamadık, hoş sohbet soyutlandık. Öykücüğüm somurtunca aklımda kalan tek somutlama susuz fondip üstüne cila; - ‘Bak içimin nuru, alın terinin cilası, sırlar piri Serhat, hiçliği hayata geçiren ney, çözülemez düğümlerin bolluğu. Gör gerçeği sür zenginliğimizi, bu tarla bizim. Tara beliğimi, bu tarak benim. Yoksul düğün alayları bekleyen Tanrı dağları ve sıradağlar ardına sıkışmış koca deniz her mucizeye gizli tanıklık eder. Uyduruk tarihten, Tanrılar krallığından arsızca beslenilir ve ana duvarlara mucizenin tersi karalanır. İşte pragmatik aşkları kuşatan, aşıkları yaşatan bu provası dokunmatik buzdan kılıç öyküleridir. Demoklesin kılıcına aldırma sen serdo Serhat durma yaz. Zaten pek yakında gönüllerimiz buz kesecek. Buzdan kıvılcımlar beyaz ateşi harlayacak ve gecikeceğiz ufka. Geç kalma daha da…’

Buz kestim, resmen dondum ilkin, serzenişi duyunca irkildim. Kısık ateşte piştim sonra ve uzun uzadıya kendi kendimi dinledim. Arşimet sabiti arşı yakalayınca, fi tarihinde pi sayısına pirelendim. Piki dibi besbelliydi, tesadüfen olamazdı her facia. Teste tabi tutuluyorum topu topu saat ölüme bir kala. Karşımda azığı hazır, kızağı dil, kazığı lambaya püf diyen esneme cini. Şerefine cin tonik çaprazında, kronik vaka üçlemesi raga, dosa ve moha. Piramitler ‘son mohikan’ı da buluyor ve sutre gerisinde sutralar sustalanıyor. İşte suskunluğum o an çözülüyor ve kronolojik sakınmayla sıralıyorum; - ‘Benim Öykü, bencileyin Serhat gezgini. Gez, göz, arpacık nişangahında balkanik bir volkan içtim. Çaldım kapıyı Öykücüğüm ile günahtan arınmışlığım raftan indirildi. Rafineri artıklarını fezaya gömen, var yemez cimriliği cennetin kapısından döndüren, yontu sürüngenliğini cehenneme kovalayan öykülere savruldum. Kafadan kavruldum. Kırklarla vuruldum. Çamlıkta çürüyüşün son kapısında, gamlı yürüyüşün startında kral çıplaktı. Kraliçe de. Çırçıplak gerçek...'

Gerçekten artık Öykücüğüm’süz geçecek kör saatlerim. Keli fodula düşmanlaştıran kolpa koordinatlar çoktan seçmeli. Haliyle Halley çarpmasına endeksli havalı hayaller. Havası batsın yadına düştüğüm ‘Yurttan sesler korosu’nun. Solisti koristi ilk notadan itibaren yaralıyor yüreğimi. Cazcı yârimi çalan evrenin ruhu acayip acıtıyor canımı; ‘Öykücüğüm cancazım, deniz gözlü sevgilim mızrapsız sazım, geldiğin gün gibi gittiğin gün de zamanın durduğu gündü. Şimdi zemberek boşanmış gibi akıyor zaman. Zatı muhterem çıkmazında günceler kışkırtsa da kalan günlerimi ve de kararan gecelerimi ne çare. Tırnak içinde naklediyorum ‘Öykü’ bir kez sıfırlandı mı öykücü de sıfırlanırmış meğer. Heceler zorlanır, kelimeler zamklanır hafıza yeni öyküler kuramazmış. Kura bana çıktı demek kalktın altın dişime mıştın Öykücüğüm. Evet yaratıcı yanımdın alenen yan yattın. Hasdım hamdım alevinde yandım ve sıfırlandım. Fırlak felaket sonrası bir daha yazamadım...’

Yazgı derler her felakete ki külliyen yalan. Adıyla sanıyla meşhur duvarlar çökerse de muğlak mutlaklık sınır tanımaz derler kısmen doğru. Kuşa çevrilip kuşanılan tarih, kuşkusuz adaları da kuşatan yalandan bir öykü. Öyküler denizinde boğulmamak için tek yol, her dilden kitabın tam ortasından okumak. Çoğunlukla kitabın ortasında karışık veya kelebek yüzer tüm gerçekler. Kitaba üç beş dakika olsun ayırmayan kitapsızlar, yerden gökten, çerden çöpten araklamalarla arsızlaşırlar. Sokma akıl kulaktan dolma haylazlaşırlar. Sümme haşa her şeyi bilirler ama daima bilinmeyene, bilinmezliğe tutkulanırlar. Zihin tutuklukluğu zil zurna dayanır yaşamlara ve deler geçer alt beyinleri. Alnının tam ortasından vurulur en bitirim öyküler; -‘ Pirler pirimsin Öykücüğüm, aşk gücümsün. Öykücüler tamam da sokak başında bir öğle vakti öyküler de vurulur mu? Al benizlim, al beni aklına sar, saklına say, say ki pusudan sıyrılayım alın yazım. Karma karışığım hangi eylemleri hangi sonuçlara bağlayacağıma şaştım kaldım. Ruhum doğaüstü, zihnim doğal ve evrensel tüm kanunlara isyanda. Öykücüğüm, sayende vurulmaktan beterim. Olsun, bedevi gibi bedava yaşamaktan ise uğruna ölmek reva.’

Bir alt dalga vurgunuyla derin deniz süngercileri gibi yalpalayanlar, her türlü seçimi kararsızlığa dayayanlar, işi vandallığa vardıranlar, bin bir bahane satanın ipine tutunurlar. Üzümün bağını sorgulamayan üzüm gözlüler yüzünden, günden güne hayatı okumak, günceleri dokumak, doğruyu yazmak zorlaşır. Kırmızı şarap olana dek sürer umursamazlık, ezilir insanlar. Yeter yanlış, beter hata kesişmesiyle heder olur güzelim aşklar. Kapalı zarf, açık tasnif zebanisi kaçak güreşenleri tek tek tuşlar. Riyakârlık, sahtekârlık ve imansızlık doğrudan tuş takımlarına parmak basar. Eğriye doğruya dokunan parmaklara, parmak sallar kısa öykü düşmanları. Klavye kilitlenir, klarnet üflenir, kombinasyon bozulur.

Kombin mimarı Öykücüğüm, sevgilim diyeceklerini sen de dökül bakalım korkma; ‘Ben niye korkayım ki kaçırma gözlerini gözlerimden Serhat boyu, boruyu koy dinle. İşit sesimi, boyu boyuma denk olmayan eşitim. Dil ameliyle aşka saldıranlar, karanlıktan beslenen fettanlar, filtreli fetbazlar, fırıldak kör dilsizler öykülere zaman ayırmazlar. Toptancı mantıkla hiçliğe bağlanırlar. Oysa ne öyküler vardır, uzundur kısadır, okundukça okunur ama hiç bitmez. Zaten bitmesi demek affı olmayan kutsal emanete ihanettir. Ayrıca ikiyüzlülük ve yüzsüzlük raflar dolusu günah biriktirendir. Kitabı zarar gören günahkârlar gelip geçici trenddir. Kara tren bacaları kara kaplıyı kusar. Ve kelimeler gelir boğaza dizilir. Boğaziçili Öykü’nün koçu, Öykücüğüm’ün koçerosu Serhat’im, öykülerinle umutlandırıyorsun beni. Aklımdan siliyorum yılların birikimi sensizlik özlemini. Serhatcan, unutma nolur özel ve güzel hatıralarımızı...'

Kesinlikle unutmam, unutamam Öykücüğüm, her dakika boğazıma dizilir yarım kalan öyküler. Kurşunlara değesi başım, kurşuna dizilmişimliğim keyif kaçıran usül ama uslanmam asla. Çünkü tavında gitmeyen tavlanışlara, beyaz zambaklar ülkesinde zambak boğan angaryalara karşıdır yarım kalan öyküler. Akıl, yalan yapmacık ilgilerden ve yavan ilişkiler yumağından kurtulunca, kalem özgürleşince bambaşka öyküler doğar. Kalleşler gözden düşer. Düşkünler üzerine ağır demir kapılar kapanır, asma kilit vurulur. Evren dışarıda kalır, anılarımın şahı Öykücüğüm içerde. Ve içim kanar, içim dışarı akar; " Öykü, biliyorum elbet kalite kabızlığı yaşatan ve yarınları kirleten klasik kapışma ta çağlar öncesinden. Antik çağa ayna tutuldukça kuruluyor kusurlu denge. Dengesizce 'öykülerin gölgesinde’ kitapçıkları raflayanlar, Arafa dip yapanlar, çağdışılığı pikleyenler, çarpık çurpuk beyancılar, muhafız giysili mukavva muhteremler, akıl dışı uydurmalarla Niagara’ya kapılırlar. Şelale gibi sunni ürünler, azalan moral değer ve ürkütücü yozlaşma her devrin ‘gulyabani’si olur. Huya suya haleluya, öykü şerbetinden içmeyenlerin tıkanır nefesi, dilleri sürçer. Süzme akılla anca küçük kıyamet. Deri değiştiren yılanlara dönüşünce kaypak aşklar, kopar büyük kıyamet. Bu yük taşınmaz bilirim Öykücüğüm..."

Her kısır döngüde değişmeyen tek şey Öykü’nün bana, benim Öykücüğüm’e bitmeyen aşkımız. Bu aşk sonradan aşk değildi asla ilkti ve sondu. Mürekkep hokkasına divit uç batırdıkça akı karayı gördüm ve anladım. Hatta en okkalı aşkların, lafta çok kitap yutmuş okuryazar seviyesindekilere aktarım zorluğunu da. Vaktiyle eli kalem tutmuş, kasım kasım kasılanlar bile kesif kesif zorlandıkça topuna ‘Bir öykücük nirvana’ muharebesi yapmak geldi içimden. Zihnimdeki cam tavan kırıldı ve can kırıkları saçıldı hayatıma. Açıldı kilitler ve hedefe kilitlenmemin biricik sebebi döküldü öyküme; " Öykücüğüm, özlemin kalıcı tıpkı tükenmez kalem gibi. Tükenmez sanısıyla bir ömürlük sevişmeler sığdırılır üç beş dakikalık öykücüklere bakarsın kalem içi tükenmiş. Her tükeniş ömür törpüsü. Öyküm aşkım, canparem tanrıçam, bitmeyen özleminle sevişiyorum her an her dakika, on yıllardır. Çok renkliliği tek bünyeye birlenmiş tarihi tükenmez kalem gibiyim. Ne zaman bitecek bu hasret, bu renk cümbüşü kalemin içine bağlı. Kalemin burçlarında içim burkuluyor. Bu da tek derdim, diyelim ki ‘Bir öykücük nirvana’ köprüsü. Asma köprüden sallandırılan biricik ‘Öykü’ sensin sevgilim. Öykücüğüm, tartışmasız tapılası tanrıça sendin..."

Evet Öykü ile aşkımız sıradışıydı. Çizgi ötesiydi. Öykücüğüm, aşkın sarı kumul çöllerinde kavruk kuraklığıma bir içim su vahasıydı. Vah beni, tüm su vanaları ibresi sağa yani saat yönünde çevrilince kapatılır. Sola açılır. Öykücüğüm derdom, aşk meşk geçinip giderken başımıza bu derdi sen açtın, gitmeden evvel kapatmak sana yakışır. Canım Öykücüğüm o halde nirvana sana, vanalar ortaya, pir bana yaraşır. Öyle ya 'Bir Öykücük Nirvana' yalan dünyaya karışır…

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Edebiyat
Ayna

Edebiyat08 Ocak 2025 22:34

Ayna

Kitap Üzerine

Edebiyat08 Ocak 2025 15:25

Kitap Üzerine

YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ

Edebiyat07 Ocak 2025 22:24

YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ

Kitap Hayttır

Edebiyat07 Ocak 2025 18:52

Kitap Hayttır

Öykü: PAVYON

Edebiyat07 Ocak 2025 16:46

Öykü: PAVYON

Patika Yollar

Edebiyat06 Ocak 2025 11:43

Patika Yollar

UMUTLARIN FİLİZLENDİĞİ YERDE ÇİÇEKLER AÇAR

Edebiyat05 Ocak 2025 15:01

UMUTLARIN FİLİZLENDİĞİ YERDE ÇİÇEKLER AÇAR

MEĞER METRE KELİMESİNE  MASUM BİR HARF EKLEYİNCE METRES OLURMUŞ

Edebiyat04 Ocak 2025 13:33

MEĞER METRE KELİMESİNE MASUM BİR HARF EKLEYİNCE METRES OLURMUŞ

Öykü: YENİ YIL DİLEKLERİ

Edebiyat03 Ocak 2025 14:52

Öykü: YENİ YIL DİLEKLERİ

2025 YILINDA SEVGİ SOYSAL OKUMAK

Edebiyat02 Ocak 2025 16:59

2025 YILINDA SEVGİ SOYSAL OKUMAK