Nihat Örs
Kategori: Edebiyat - Tarih: 25 Nisan 2025 09:24 - Okunma sayısı: 89
İnsan tükenir, şiir tükenmez, diyen Cenap Şahabettin, henüz yazılmamış şiirler olduğunu anlatırken bir yandan da şiirin anlam alanına işaret etmiş olmalı. Hayatı anlama ve anlamlandırma çabasının en önemli unsurlarından olan şiir, aradığımız dünyanın gördüklerimizin dışında bir dünya olduğunu söyler bize. Her şeyin tükendiği bir dünyada çağlar ve nesiller aşarak yaşayan şiir, aslında insanlığın kendini tanıma serüveni. Hangi şiiri okursanız bu çabayı görürsünüz. İsmet Özel," İnsanlar neden şiir okur?" sorusuna:" Ne zaman insanlık karanlık bir yerde sayıklamaya itilmiş, insan ilişkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz anlamını kaybetmiş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse insanlar şiir okumak, şiirle uğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır." cevabını verirken insanın başka bir dünya kurma çabasının şiir ile olan ilişkisine vurgu yapar.
Şiir, insanın kendini tanıma serüveni ise şiiri anlamaktan, yorumlamaktan, günlük dilin dışında kullanılan kelimelere mana vermekten de öncelikli olarak söz etmek gerekir. Şiirin hiçbir zaman nesre çevrelemeyeceği görüşü ve Ahmet Haşim'in şiirde mana aramayı bir güvercini eti için öldürmeye benzetmesi, şiirin kelimeden başka bir forma sahip olduğunun bir ifadesi olsa da şiiri anlama ve yorumlama çalışmaları, şiir eleştirileri yöntemleri, şiirden yola çıkarak insanı, toplumu anlama çabasında olanların başvurdukları bir yöntem olmuştur. Edebi eserlerin eleştirisi olarak ortaya çıkan anlayışlardan eserin üretildiği şartlarını ve dünya görüşünü önceleyen tarihsel bakış, içinde doğduğu toplumun ifadesi olarak gören sosyolojik bakış, sanatkarın ruhsal yapısı ve bilinçaltı açısından bakan psikanalitik bakış, eseri toplumsal katmanlardan farklı gören ve eseri dış unsurların etkisinden arınmış metin olarak gören yapısalcı bakış, eseri estetik bir uğraş olarak gören bakış açıları bir edebi eser olan şiiri, eser-toplum-yazar bağlamında inceler. Bunun yanında okuru merkeze koyan duygusal etki kuramı eseri okurun duygu ve psikolojisi ile okurda uyandırdığı estetik zevk ile anlamlandırır. Alımlama estetiği kuramına göre ise sanatkâr eserde her şeyi anlatmaz. Okuyucu anlam boşluklarını kendi doldurur.
Bu uğraşılar kuşkusuz ister yazar üzerinden, ister toplum üzerinden isterse okuyucu üzerinden olsun metin ile anlaşılabilir, izah edilebilinir bir bağ kurmanın ürünüdür. Bu yazı vasıtası ile üzerinde duracağımız hermeneutik kavramı metni anlama, açıklama ve yorumlama çabasının bir ürünüdür. Genel itibari ile metinleri doğru yorumlama veya açıklama sanatı olan hermeneutik (yorum bilgisi), metinlerin birden fazla anlamının olmaması için açık ve hilesiz yorumların olmasını hedeflerken edebi metnin ve daha özelde şiirin olağan dilden farklı kullanılmasının önüne geçmek ister. Metnin birden fazla anlamının olabileceği şeklindeki bir düşünceye kendi çıkış noktasına uygun olmadığı için olumlu bakmaz. Hermeneutikte 'bağlam ' kavramı belirleyici unsurlardandır. Metni her okuyanın kendi psikolojik gelişimini, beklentilerini, ilgisini, o an içinde bulunduğu ruh halini ve ortamını, yaşadığı zaman dilimini dikkate alarak metni anlamlandırması karmaşaya sebep olacaktır. Bu açıdan hermeneutik, okurun özerkliğini sınırlandırmayı, tek bir anlamı öncelemeyi metni anlama açısından gerekli görür. Bir bakıma şiiri anlamada yazarı ana kaynak olarak alınması taraftarıdır. Şiirin tek ve doğru anlamına bu şekilde ulaşılabileceğini söyler.
Hermeneutiğin bu yaklaşımı doğal olarak eleştirilmeyi de beraberinde getirir. Edebiyat eserinin dili bilerek ve isteyerek çok anlamlılığı tercih eder. Çünkü edebiyat eserinde dil gündelik dilin dışına çıkar. Hatta her okur, yazarın söylemek istediğinden farklı şeyler anlayabilir, yazarın farkında olmadığı bağlantılar kurabilir. Dolayısıyla edebi bir metni ve daha özelde şiiri yorumlarken şairin zihninden geçeni bulmaya çalışmak, doğru yorumun ancak bu sayede bulunabileceğini düşünmek şiire saygısızlık olur. Aynı zamanda hermeneutik, metnin biçim özelliklerini göz ardı etmesi bakımından da eleştirilmiştir.
Hermeneutik yaklaşım asıl itibari ile 17.yy kutsal metin yorumlarında, tanrı mesajlarındaki örtülü anlamların kaldırılmasını amaçlayan bir disiplin olarak kullanılmıştır.19. yy başlarında tüm metinlere uygulanabilecek bir anlama yöntemi olarak gelişmiştir.
Bizim geleneğimiz içinde hermeneutik anlama-yorumlama yöntemine benzer yöntemler kullanılmıştır. Kur'an ayetlerinin tefsirlerinin peygamberimizin uygulamalarını, tarihi olayları ve ayetlerin iniş sebepleri dikkate alınarak hermeneutik anlayışa uygun olarak yani ayetlerin yorumlanmasından farklı anlamlar çıkarmanın en aza indirmek ve doğru anlaşılmasını sağlamak amacı ile yapılan tefsirlerin (rivayet tefsiri) yanında, metin odaklı, insan aklına içtihadına dayalı, kelimelerin vermek istediği mesajı önceleyip, tefsircinin bilgi, deneyim ve yorum gücü ile tefsir usulüne uygun olarak yapılan tefsir anlayışı da (dirayet tefsiri) vardır. Aynı yaklaşım edebi metinlerin anlama çabalarında da görülebilir. Mehmet Kaplan, "Şiir Tahlilleri" adlı eserini şiiri yazar- eser- dönem ilişkisi içinde incelemişken, Doğan Aksan “Cumhuriyetten Günümüze Şiir Çözümlemeleri " adlı eserinde şiirin duygu-düşünce-coşku öğelerini oluşturan ve anlam olayı sayılan söz sanatlarını, dil kullanımındaki ustalıkları ortaya koyarak bir anlam alanı izahı yapmaktadır.
İşte tam da burada metindeki çok anlamlılığın en çok kullanıldığı şiirin özgün dilinin sırlı dünyasını bir bakıma okurun gözünde aralayan bir alan olarak şiirlerin yazılma hikâyeleri karşımıza çıkmaktadır. Şiir, bir duygu selinin yanı sıra yaşanmışlığın da resmidir. Kelimeler sırlı bir şekilde yan yana gelirken şiirin mutfağında nelerin olduğunu okuyucu genellikle bilmez. Birçok şiir, okurun zihninde anlam alanını kendisi oluştururken bazı şiirler de hikâyeleri ile yani şairin kelimeleri yan yana getirirkenki hikâyesini de anlama dâhil eder. Bir edebiyat arkeologu olarak bilinen Haluk Oral'ın "Şiir Hikayeleri" adlı kitabına bir hitap yazısı yazan Doğan Hızlan: " Şiir severseniz, bir şiirin serüvenini, en doğru yazılışını öğrenmek isterseniz bu kitabı okumalısınız." ifadesini kullanır. Burada konumuz açısından dikkatimizi çeken ifade 'en doğru yazılışı' ifadesidir. Şiirin şair tarafından söylenmek istenen anlamı, yazılma amacı bu hikâyeler vasıtası ile şiirin metin olarak okurda uyandıracağı histen, çağrışımdan daha doğru olarak görülür. Bu ifade tam da hermeneutik bir bakış diyebiliriz. Aynı kitapta Haluk Oral bir sanat eserinin herkes tarafından farklı anlaşılmasının güzelliğine dikkat çekmek için yaşadığı şu olayı anlatır.
Yıllar önce bir sergiden iki soyut resim almıştım. Ressam da ordaydı. Yanıma geldi ve sordu:
"Neden bu iki resmi tercih ettin?"
"Aynı yerin gündüz ve gece görüntüleri gibi geldi bana..."
"Hiç böyle düşünmemiştim. Ama hoşuma gitti." dedi ve kendisinin ne düşündüğünü açıklamadan uzaklaştı yanımdan. Uzun bir zaman aklıma takılıp kaldı: Peki ressam ne düşünmüştü bunları yaparken?"
Haluk Oral aynı soruyu şiir içinde sorar: "Acaba sevdiğim şiiri, şairin söylemek istediğini anladığım için mi, yoksa, bambaşka bir anlam yükleyerek mi sevmiştim? Bu sorunun yanıtının çok zor, belki de imkânsız olduğunu fark ettikten sonra şiirin hikâyeleri ile yetinmeye karar verdim." der.
Bu yazının bir bakıma yazılma sebebi olan bu kitap, şüphesiz şiiri anlama çabasının bir ürünüdür. Şiirin hikâyesini bilmek şiirin okura vermek istediğini daraltmak mıdır? Yoksa Doğan Hızlan'ın dediği gibi en doğru yazılışını öğrenmek mi?
Özdemir Asaf'ın Lavinia adlı şiirini platonik aşkı Mevhibe Beyat için yazdığını bilmek okurun zihnindeki Lavinia portresini somutlaştırır. Üstelik bu bilgiyi şiirdeki ismi Lavinia olan Mevhibe Beyat ile bir dönem evli olan İlhan Selçuk'tan öğrenmek şiirdeki 'Sana gitme demeyeceğim Lavinia/Ama gitme Lavinia/Adını gizleyeceğim/ Sen de bilme Lavinia' dizelerinin herkes için farklı olabilecek tılsımını ortadan kaldırır. Hermeneutiğin tam da istediği bir şeydir aslında bu durum. Herkes okuduğundan aynı anlamı çıkarsın ve şairin anlatmak istediğini anlasın.
Muazzez Akkaya’ya yazdığı Mona Roza şiirini Sezai Karakoç'un hangi yaşanmışlıkla yazdığını bilerek okumanın şiirin okunurken çıkılan yolculuktaki hayal evlerini bir bakıma ortadan kaldırır. Mona Rosa aşk ilanı olan bir şiirsellikten sadece Sezai Karakoç ile Muazzez Akyaka arasında karşılıksız bir aşk hikayesine indirgenmesi şiir için nasıl bir yol açar? "Açma pencereni perdeleri çek/Mona Roza seni görmemeliyim/Bir bakışın ölmem için yetecek/Anla Mona Roza, ben bir deliyim/Açma pencereni perdeleri çek " dizelerinde sevdiğinin bakışı ölmesi için yetecek bir aşığın kimliğinin aşikâr olması okuyucunun duygularını izah edilir mi bu hikâyeyi öğrendikten sonra? Okur acaba şair ne güzel söylemiş diye mi düşünür, yoksa kendi duygu dünyasında yolculuğa çıkarak bu şiiri kendisinde mi görür?
Nazım Hikmet'in, Cem Karaca'nın yorumuyla zihnimizde yer eden Ceviz Ağacı şiirindeki ceviz ağacının sevgilisi Piraye ile buluşmak için gittiği Gülhane Parkında polislerden kaçmak için sığındığı ve şairin ağacın tepesindeyken Piraye'nin ağacın altında şairi beklediği ceviz ağacı olduğunu bilmek, “Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var, /Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. / Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u. /Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım."dizelerindeki hayal gücünü Gülhane Parkındaki ceviz ağacının dalları ile sınırlar mı?
Şiir hikâyelerinin en ilginç örneklerinden biri Yahya Kemal'in Sessiz Gemi adlı şiiridir. Ders kitaplarında dahi ölüm ve insanın ölüm karşısındaki çaresizliğinin anlatıldığı şeklinde anlam verilen şiir, rivayet odur ki Yahya Kemal'in öğrencisi Nazım Hikmet’in ressam annesi Celile Hanım ile yaşadığı gönül macerasının sonucu yazılmıştır. Nazım Hikmet'in “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.” sözünden sonra- Celile Hanım kendi evliliğini bitirmesine rağmen- Yahya Kemal evliliğe cesaret edemez. Bunun üzerine Ada vapuruna binip İstanbul’a dönen Celile Hanım’ın arkasından tüm çaresizliği ile “Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan” dizeleri ile başlayan şiirini yazar Yahya Kemal. Bu hikâye ile şiirin ölümü anlatan derinlikli yorumları, her okuyanda oluşturduğu çağrışımlar geminin suda bıraktığı izlerdeki köpük gibi kaybolur. Ölümü anlatmak isteyen herkesin kendine uyarlayacağı şiir, birden Adalardan kalkan geminin düdük sesi ile dünyevileşir.
Aşk şiirlerinin hikâyelerinin her ne kadar şiirin çok anlamlı diline müdahale ettiği ortadaysa da, birçok okurun şiirlerin bu hikâyelerini bilmenin, şairin yaşadıklarına şahit olmanın hazzını yaşadıkları da bir gerçek. Şiirin hikâyesini öğrendikten sonra okur, tekrar bir anlam alanı da oluşturabilir mi? Şiirin hikâyesi üzerinden kendi cümlelerini kurup yeni bir şiir yorumu yapabilir mi? Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir durum tabi.
Bazı şiirlerin hikâyelerini bilmek, şairin muradını anlamakla beraber şiiri anlamlı da kılar. Şiirin hikâyesi, şiirin herkeste uyandıracağı etki gücünü arttırır. İstiklal Marşımızın herkes tarafından bilinen yazılış hikâyesi Mehmet Akif'in şiiri yazarken hissettikleri ile bizim okurken hissettiklerimizi örtüştürür. Necip Fazıl'ın Kaldırımlar şiirini Paris'teki buhran yıllarında yazdığını ve yaşadıklarını bilerek okumak, kaldırımda geceleyen evsiz barksız bir insanı değil, yirminci yüzyılın ruhunu, amacını yitirmiş toplumda bunalımlar yaşayan insanı anlamamızı kolaylaştırır. Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları adlı şiirini 1922yılında soğuk bir Mart sabahında İstanbul'dan ilk defa ayrılması ile başlayan veUlukışla’danKayseri’ye ‘yaylı’ denilen at arabasıyla yapılan üç günlük bir yolculuğu hikâye etmesi bizim de aynı duyguları daha içten hissetmemize sebep olur. Bu hikâyeler şiiri tek anlamlılığa indirgemek değil nasıl bir ruh halinin neticesi olarak ortaya çıktığını okura izah ederek şiirin yorumlanmasını kolaylaştırır. Şiiri tek anlamlılığa zorlamaz. Çünkü şairin muradı ile okurun muradı birleşir.
Şiir hikâyelerinin şiiri tek anlamlılığa sürüklediğini ve ya şiirin okurun hayal dünyasını sınırlandırdığı yorumu üzerinde çeşitli görüşler olacaktır. Bu bakımdan şiir ister hikâyesi ile ister oluşturduğu çağrışımlarla okurun dünyasındaki yerini koruyacaktır. Hermeneutik kavramı da bugün ile dün arasında dil ile kurulan bağın yorumlama bağı olması tartışılmaya devam edilerek gelişimini sürdürecektir.
03 Nisan 2025 16:56
16 Nisan 2025 14:15
09 Nisan 2025 13:59
20 Nisan 2025 15:29
09 Nisan 2025 19:47
04 Nisan 2025 15:25
06 Nisan 2025 19:17
16 Nisan 2025 14:29
14 Nisan 2025 10:55
01 Nisan 2025 20:23