Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

YALANSIZ YAŞAYAMAMAK!

Nazım Mutlu

Kategori: Sosyal Bilimler - Tarih: 17 Nisan 2025 18:57 - Okunma sayısı: 36

YALANSIZ YAŞAYAMAMAK!

Canımızın çok sıkkın, moralimizin çok bozuk olduğu bir gün işyerine girerken karşılaştığımız bir tanıdığın “Nasılsınız?” sorusuna “İyiyim” demek, yalancılık mıdır? Yalancılıksa bunun kime ne zararı var?

Evi, çoluk çocuğu geçindirmekte zorlanan bir yetişkinin yeri geldikçe şükretmesi yalancılık mıdır? Yalancılıksa bunun kime ne zararı var?

Duş alırken saygın bir tanıdığınızın çaldırdığı telefonunuzu neden açamadığınızı biraz sonra kendisini aradığınızda “Çöp atmaya çıkmıştım, aradığınızı şimdi gördüm” demek…

İlkokula giden çocuğunuzun ölçülü yaşamayı öğrenmesini istediğiniz için dünkünün iki katı harçlık istemesi karşısında paranız da olduğu halde “Ama bu gün o kadar param yok” demek…

Yalandır elbette ama bu tür yalanların kime ne zararı var?

Nazım

Nazım Mutlu, Köy Enstitülerinin Yalanlarla Sınavı, Berfin yayınları, Nisan 2025

BELALI YALANLAR

Bu örneklerdekine benzer yalanların zararlı olması bir yana, taraflar için yararlı olduğu bile söylenemez mi?

İşin felsefesini, psikolojisini, önünü ardını uzun uzun çözümlemek harcımız değil elbette ama günlük yaşamdaki “beyaz yalanlar”ın işlevlerine baktığımızda görünen tablo bu.

Yalan ve yalancılık sorununda başa bela olan, geniş toplumsal katmanların durumdan doğrudan ya da dolaylı olarak olumsuz etkilenmeleridir. Toplumun yazgısında irili ufaklı rolleri olanların türlü yalanlarla insanların her açıdan sağlıklı, mutlu, güvenli yaşamasını uzun süre kötü yönde etkilemesi kabul edilebilir mi?

Ulusların, devletlerin yaşamında büyük yalanlar üstüne oturtulmuş bir sistem söz konusuysa yandı gülüm keten helva! Böyle durumlarda toplumun çoğunluğu çok geç olmadan uyanırsa yalancılar, iş işten geçmişse devlet çöküverir!

Roma’dan Selçuklu’ya, Bizans’tan Osmanlı’ya, koca koca imparatorlukların gümleyip gitmesinde zamanın büyükbaşlarının büyük büyük yalanlarının payı düşünmeye değer.

Biz de ülkede kalın kalın yalanların cirit attığı bir dönemde yaşıyoruz, özellikle çeyrek yüzyıldır. “Gömlek değiştirdiklerini” söyleyerek yola koyulanlar, siyasal erkleri için gereksinim duydukları her an yalanları, hem de en babayiğit yalanları devreye sokmaktan geri durmadılar. Örneğin 1954 doğumlu bir büyüğümüzün tek parti (Ce-Ha-Pe) döneminde nasıl 70 kişilik sınıflarda okuduğunu hiç renk vermeden anlatabilmesinden tutun, Gezi eylemcilerinden üstleri çıplak 70 kişinin Kabataş’ın oralarda bir “başörtülü bacımız”a nasıl saldırdıklarına, seçimdeki en büyük rakibine karşı montajla oluşturulmuş videoda anlatılanları gerçekmiş gibi yutturmaya çalışmasına dek uzayıp giden yalanlarını…

Yine örneğin hileli yollarla profesör olduktan sonra benzer yollarla önce bir üniversiteye rektör, sonra da Milli Eğitim Bakanı olan Yusuf Tekin’in öğretmenleri “mülakat gibi mülakat” yaparak atayacaklarına ilişkin yalanı mahkeme kararlarıyla belgeleriyle çürütüldüğü halde; tek parti (elbette yine Ce-Ha-Pe) döneminde ahır yapılan, kapısına kilit vurulan camilerin nerelerde olduğu sorulduğunda dut yemiş bülbüle döndüğü halde; hâlâ “ellerinde baltalarla eylem yapanlar” yalanıyla yalanlarını pekiştirmesini…

Örneğin aynı kabineden (ya da kabileden) bir başka bakanın, Adalet Bakanı’nın, toplumun yargıya güveninin yüzde 20’nin altına düştüğü zamanlarda kendisine uzatılan her mikrofona “yargının bağımsız olduğu” nakaratını yinelemesini…

Ve daha nicelerini, yazının başındaki örneklerle bir tutabilir miyiz?

İŞİN KAYNAĞI…

İçinde bulunduğumuz günlerde, gerçek anlamda ömürleri 7 yıl, uzatmalarla 14 yıl olduğu halde eğitim tarihimizde oldukça özel, özgün yeri olan Köy Enstitülerimizin 85. yılını kutluyoruz. 17 Nisan 1940’ta kurulan ve dönemin koşulları gereğince ülke nüfusunun yüzde 85’i köylerde yaşadığı için temel amacı “köye yarayışlı insan yetiştirmek” biçiminde özetlenen bu kurumlar, onlarca yıldır ana özelliği ezbercilik olan eğitim öğretim sistemimizle neredeyse hiçbir benzerliği olmayan bir aydınlanma ve üretim merkezleriydi.

Bu öncelikli özelliklerinden dolayı çıkarları bozulmaya başlayan egemen çevrelerce hedef tahtası yapılıp kısa sürede yok edilen Köy Enstitülerimizin yıkılış sürecinde kullanılan en etkili silah, zincirin halkaları gibi ardı ardına dizilen yalanlardı. Günümüzdekine benzer biçimde kimisi gazete-dergi yazarı, kimisi bakanlık müfettişi, kimisi yazar, daha çoğu da dönemin siyaset esnafı!

İşte onlardan iki üç örnek:

Bunlardan İlhan Darendelioğlu’na göre Sabahattin Ali’nin enstitülerde yaptığı konuşmaların birinde konu şudur: “Aile kudsiyeti bir saçmadan başka bir şey değildir. Senin karın, benim karım diye tabiat bir şey ayırt etmemiştir. Bu insan egoizmasının meydana çıkardığı bir şeydir. Bunları ortadan kaldıracak eleman biziz.” (İ. Darendelioğlu, Türkiye’de Komünist Faaliyetleri, Toker Yay., 5. Baskı, 1979, s. 315.)

S. Ali bunları ne zaman, hangi enstitüde, hangi sınıfta söylemiştir? Yanıt-kanıt yok!

Şimdikilerin büyük “üstad”ı Necip Fazıl’dan minik bir alıntı:

“Köy Enstitüleri inşaat işlerinde suiistimaller mi istersiniz?

Enstitü öğretmenleri arasında her türlü cinsî ahlâk felâketleri mi? Öğretmenlerin, maddeci ahlâk şaheseri (!), müstehcenlikte eşsiz şiirleri mi?

Mezunlardan bazılarının ilk tatbikat olarak, masum köylüleri toplayıp onlara ‘Allah yoktur!’ diye telkine kalkması ve onun üzerine çıkan hâdiseleri mi?” (N. F. Kısakürek; Başmakalelerim 3, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı, 2017, s. 50-57)

“Bu dediklerinizle ilgili belge, kanıt?...” diye sormayalım “üstad”a. Çünkü sözünü ettiği konularla ilgili kişi adlarına, olayın yer ve zamanına ilişkin tek bir dayanak yoktur Büyük Doğu’nun sahtekârında.

Bir büyük yalan örneği de dönemin TBMM’sinden: 26 Şubat 1952’de TBMM’de gündem Köy Enstitüleri’dir. O günkü oturumda söz alan Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’ın konusu da orak biçimindeki çatıdır. Gürkan’ın isteği, hem o çatının yıkılması hem de o planı yapanın bulunup cezalandırılmasıdır. Yöneticilerin yanında, Hasanoğlan’da derslere giren Sabahattin Eyuboğlu’nun mimar kardeşi Mualla Eyuboğlu da hedeftedir. Birçok yalanın arasında şunları da söyler Gürkan:

“Arkadaşlarım; Hasanoğlan Köy Enstitüsünün müzik salonunun orak şeklinde yapıldığı tespit edilmiştir. Bu o kadar dikkatle yapılmıştır ki, orak'ın sapını teşkil eden kısmı kızıl kiremitle, madenî kısmını teşkil eden tarafı da çinko ile örtülmüştür. Ben Millî Eğitim Bakanından rica ediyorum. Burayı tadil etsinler, tadil imkânı yoksa bir kibritle yaksınlar. Devlet malıdır, yanmasına taraftar değilim. Fakat orada durmasından daha iyidir yanması.” (TBMM Bütçe Görüşmelerinde ve Milli Eğitim Şuralarında Köy Enstitüleri -1935-1954-, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yay., 2010, s. 452.)

Ancak ne hikmetse “orak çekiç” biçimindeki bu yapının ne bir fotoğrafına rastlanmıştır seksen yıldır ne de bir görenine.

ÇÜNKÜ…

Karşıdevrim korosunun özelde Köy Enstitülerine, genelde Cumhuriyet’e, Atatürk ve devrimlere düşmanlıkları böyle desteksiz, temelsiz, tabansız yalanlar zinciriyle sürüp gidiyor.

İşin özeti, ılımlısı-ılımsızı, siyasal İslamcısı-siyasal Türkçüsüyle karşıdevrim öğretisinin başlıca besin kaynağı yalanlardır. Çünkü gerçekler onlara göre değil, yaşamın diyalektiğine göredir. Onun için yalansız birer hiçtirler, onsuz yaşayamazlar.

Ta ki yatsıya kadar!

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sosyal Bilimler Yazıları