Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

DEĞERLERE DAYANMAYAN BİR ETİK MÜMKÜN MÜDÜR?

Prof.Dr. Harun TEPE

Kategori: Etik - Tarih: 11 Nisan 2025 11:34 - Okunma sayısı: 38

DEĞERLERE DAYANMAYAN BİR ETİK MÜMKÜN MÜDÜR?

Değerlere Dayanmayan Bir Etik Mümkün müdür?

Günümüzde etik, felsefenin ve yaşamın popüler alanlarından biri olmayı sürdürürken, değerler ve değer felsefesi için aynı şeyi söylemek zordur. Etikle uğraşanlar değerler konusuyla uğraşmayı farklı nedenlerle göz ardı etmektedirler. Bunların en başında gelen ise değerler üzerine konuşmanın bir çıkmaz olduğunun, yapılırsa da metafiziğe düşmenin kaçınılmaz olduğunun düşünülmesidir. Bu nedenle pozitivist, empirist (deneyci) ve analitik (çözümlemeci) filozof ve düşünürler -analitik çözümlemeler dışında- değerler konusuna etikte pek yer vermezler.

“Dünyanın anlamı, dışında yatsa gerek. Dünyanın içinde her şey nasılsa öyledir, herşey nasıl olup-bitiyorsa öyle olup biter; içinde hiçbir değer yoktur- olsaydı bile, hiçbir değer taşımazdı.

Değer taşıyan bir değer varsa, bütün olup bitmenin, öyle olmanın dışında yatsa gerek... (Tractatus 6.41)”. “Bu yüzden de Etikte hiçbir tümce bulunamaz (6.42).” Açık ki, Etik söylenmeye gelmez. Etik aşkındır” (6.421).

Wittgenstein’ın Tractatus’ta dile getirdiği bu görüşler 20. yüzyıl felsefesine damgasını vurmuş filozofların etik ve değer sorunlarına ilişkin olumsuz tutumlarının ana hazırlayıcılarından biri olmuştur. Olgular ya da olguların toplamı olan dünya hakkında söylenebilecek her şeyin doğa bilimleri tarafından söylendiği ya da söylenebileceği, olguları resmeden her düşünce ya da tümcenin doğa bilimleri içinde yer alacağı ve felsefenin düşüncelerin mantıksal açıklığını yapmakla sınırlı bir bilgisel etkinlik olarak görülmesi, dünya ile felsefenin bağını koparmıştır. Felsefe bu ve benzeri analitik-pozitivist görüşlerin etkisiyle dünya sorunlarıyla ilgilenmeyi doğa bilimlerine, kimi zaman da dinlere, ahlaklara, politikaya bırakarak kendisini dil çözümlemeleriyle sınırlamaya çalışmıştır. Bu durumdan en çok etkilenen felsefe alanlarının başında ise etik ve değer felsefesi gibi insan yaşamında karşılaşılan etik sorunları kavramlaştırmaya ve aydınlatmaya çalışan disiplinler gelmektedir.

Wittgenstein’ın yukarıda Tractatus’tan alıntılan ifadelerinde görüldüğü gibi, olan ya da olgular-“olgu” ile neyin kast edildiği açık olmamakla birlikte- bilimlerin konusu görülür. Böyle olunca “etiğin bir konusu yoktur, bir konuya sahip değildir. … Meydana gelmiş bir olay, yaratıma dair bir olay yalnızca fiziksel dünyayı yaratır, insanlık da dâhil olmak üzere diğer her şeyi dışarıda bırakır. Bu fiziksel dünya da sadece olanı içerir, olması gerekeni değil. Öyleyse etik bağıntılılıkları, etik taahhütleri gerçek kılacak bir olgu yoktur elimizde. Ne de bu türden olguları saptayabilmemiz mümkün görünüyor” (Blackburn 2017: 45-46). Blackburn etik olgular yoktur, olsa da bilemezdik, onları bilecek bir organımız yoktur düşüncesini böyle ifade etmektedir. Etiğin olanla değil olması ya da yapılması gerekenle ilgili olduğu, değerlendirilenin iyi ya da kötü olduğunu bildiren yargıları konu edindiği, ama ne olması gereken ne de iyi ve kötü varolan şeyler olmadığı için de onların hakkında bir yargı verilmesinin de mümkün olmadığı sonucuna varılmaktadır.

“Varlığın ispatını yaparken somut biçimde elle tutulur, gözle görülür bir şeyden söz ediyoruz. Yaşadığımız dünyanın envanterini çıkarmak üzere yola çıktığımızda, yıldızların, atomların, kayaların, taşların, bitki ve hayvanların bilgisine ulaşıyoruz. Antartika’nın İngiltere’den daha büyük olduğunun; dinozorların 65 milyon yıl önce yaşadığının; sigaranın kansere yol açtığının bilgisini somut olarak ediniyoruz. Peki ya ‘iyi’ ya da ‘kötü’ denileni bir yerlerde bulabiliyor muyuz?” (Rachels, 1998: 2). D. Hume’un bir cinayet eylemini anlatırken, burada yerde yatan ölüyü, cinayeti işleyeni, kanlı bıçağı, yerdeki kanı görürüz ama “kötü”yü hiçbir yerde bulamayız saptamasının bir başka ifadesi olan Rachels’in bu tümceleri, “cinayet kötüdür” yargısında geçen “kötü”nün, aynı şekilde “iyi”nin de hiçbir duyusal verisinin olamayacağını, bu tür olguların olmadığını, bunun sonucu olarak onlar hakkında bilginin de mümkün olmadığını bize anlatmaktadır. Etik fenomenler yoktur, öyleyse etik bilgiler de yoktur denilmektedir. Olgular ve değerler arasında uçurum olduğu, olguların olduğu yerde değerlerin olmadığı, değerlerin olgular olmadığı, sonuçta bu dünyada değer denilen şeylerin olmadığı düşünülmektedir. Sorun değerlerin olmadığı bir dünyada etikten söz edilip edilemeyeceğidir. Değerlerin duyusal-deneysel nesneler gibi varolmadıkları açıktır, ama onların varlık tarzları, duyusal-deneysel varlıklar olmadıkları, ama eylemlerimizi belirledikleri göz önüne alındığında, onların pekâlâ nesne edilebilecekleri, haklarında bilgi ortaya konulabileceği de görülecektir.

Değerlerle ilgili tartışmalar çoğu zaman değerlerin öznelliği-nesnelliği, göreliliği-mutlaklığı tartışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama değerlerin yapısal özellikleri, nasıl varlıklar oldukları -yani varlık tarzları- ve nasıl nesne edinilebilecekleri üzerinde durulmadan, bu soruları yanıtlamak pek mümkün değildir. Yanıtlamaya çalışmak da çoğu zaman havanda su döğmektir. Zira ne oldukları, nasıl var oldukları bilinmeyen şeylerin öznel mi nesnel mi olduklarını sormak pek anlamlı değildir.

Değerler Etiğin Temelidir

Etikle uğraşmak, sonuçta etik sorunlara eğilmeyi, sorunlara ilişkin bir çözüm önerisi sunmayı, belirli bir eylemin, durumun ve benzeri şeylerin etik olup olmadığını söylemeyi gerektirir. Bir eyleme etik bir eylem veya etik dışı, etiğe aykırı bir eylem denildiğinde bu mutlaka bir değere dayanarak yapılır. Bu nedenle eğer değerler yok sayılırsa etik de temelini yitirir. Zira bizim bir eyleme, örneğin müşterisini kandıran bir satıcıya, sınavda kopya çekerek hocasını ve arkadaşlarını kandıran bir öğrenciye, rüşvet alarak ihaleyi hak etmeyen şirkete veren yöneticiye yaptığının yanlış olduğunu söylememizi mümkün kılan onun bir değeri çiğnemiş olmasıdır. Zira etik sorunlar hep değer sorunlarıdır, değerlerin korunduğu, yüceltildiği veya çiğnendiği sorunlardır.

Değerler Nelerdir?

Değerler konusu etikte genellikle “Değerler göreli midir mutlak mıdır?”, “Değerler öznel midir nesnel midir?” biçiminde karşımıza çıkar. Bu soru öznelci ve nesnelci denilen filozoflarca yanıtlanmaya çalışılır. Değerlerin öznel olduğu gösterilince, etiğin de öznel olduğu, kişiden kişiye değişeceği, bir kişi için yanlış olan bir eylemin diğer kişiler için doğru olabileceği düşünülür. Bu da etik bilginin doğruluğunu tartışmaya açacak, etiğin bilgisel değerini düşürecek ve sonuçta etiği önemsizleştirecektir.

“Değerler göreli midir mutlak mıdır?” sorusunu yanıtlayabilmek ya da bu sorunun neden yanıtı olmayan yanlış sorulmuş bir soru olduğunu görmek için önce “Değer nedir?” sorusunun yanıtlanması gerekiyor. Değerlerin ontolojik veya yapısal nitelikleri üzerinde durmadan da bu soruyu yanıtlamak mümkün görünmemektedir.

Değerler konusu, bilinen ilk başlangıçlarından bu yana filozofların etik görüşleri içinde kendine yer bulmuş, Platon ve Aristoteles gibi Antikçağ filozoflarında erdemler olarak konu edinilmiş, kişinin etik eylemde bulunması, bir site devletinin (toplumunun) mutluluğu ise erdemli olmaya dayandırılmıştır.

Yüklemleri genellikle iyi ve kötü olan değer yargılarını bir yana bırakır, günlük yaşamda karşımıza çıkan değerlere, değer denilenlere bakarsak, onların büyük bir çeşitlilik gösterdiği görülür. Sevgi ve saygı, dürüstlük ve güvenilirliğe değer denildiği gibi bilim, sanat ve felsefeye, öte yandan eşitlik, özgürlük, barış, dayanışma ve toleransa da değer denilmektedir -kısaca, herhangi bir nedenle iyi olduğu düşünülen, yani kendisine ilişkin pozitif bir değer yargısı bulunan her şeye değer adı verilmektedir.

Değer diye adlandırılanların bu çok çeşitliliği, bize kolayca değerler hakkında felsefi bilginin olanaksız olduğu izlenimini verebilmektedir (Kuçuradi 2016:168). Değerler yalnız kavramlar olarak ele alınır, onların kavramlar olmaları ötesinde bizim yaşamımızın bir parçası oldukları, eylemlerimizi belirledikleri dikkate alınmazsa, onlara ilişkin doğru bilgiler ortaya konulması güçtür. Burada güçlük hem ontolojik hem epistemolojiktir. Ontolojiktir, çünkü varolma yalnızca deneysel varolmaya-zamanda mekânda olmaya, teklik taşımaya ya da duyulur görülür olmaya- indirgendiği için değerler ya varolan şeyler diye görülmezler ya da yalnızca kavramsal varlıklar, yani dilde varolan şeyler olarak görülürler. Onların yaşamın olguları arasında yer aldığı, eylemlerimizin belirleyicileri olduğu gözden kaçırılır. Güçlük aynı zamanda epistemolojiktir, çünkü yukarıda dile getirilen varlıksal körlüğün veya varlıksal indirgemenin bir sonucu olarak, ya değerlerin bilgisinin olanaksız olduğu söylenir ya da bu değerlerin göreceli olduğu. Sonuçta, değerlerden söz etmek ya metafizik yapmakla eş tutulur ya da değerlerle ilgili bilgilerin değer çözümlemelerinin ötesine gidemeyeceği düşünülür.

Oysa değerler insanın ortaya koyduğu eserlerle ve yapıp ettikleriyle gerçekleştirilen insan fenomenleridir. Değerler insanda, ama her insanda olanak olarak bulunan ve kişilerce gerçekleştirilen, insanın varlık yapısı olanaklarıdır. Bunlar da bilgi, bilimler, sanatlar, felsefe, teknik, moraller ve kültürler gibi tür olarak insanın başarıları ile kişilerarası ilişkilerde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ortaya çıkan sevgi, dürüstlük, bağlılık, saygı, adil olma, açık düşünebilme, doğru bağlantılar kurabilme gibi kişi olanaklarıdır. Bu nedenle değerler hep insanla, insan başarılarıyla ilgilidirler. Kendi başına bir doğal nesnenin veya malın ise ancak faydasından veya fiyatından söz edilebilir, ama değerinden söz edilemez (Kuçuradi 2013; 40-42).

Kaynakça

Blackburn, Simon (2017), Etik, Çev. Erkan Uzun, Dost Kitapevi Yay., Ankara.

Kuçuradi, İoanna (2013), İnsan ve Değerleri, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., Ankara.

Kuçuradi, İoanna (2016), “Value Knowledge Beyond ‘Metapysics’ and Beyond ‘Cultures’”, Ethics and World Problems, Lit Verlag, Zürich, ss. 161-174.

Rachels, James (1998), Ethical Theory I The Question of Objectivity, James Rachels (ed.), Oxford University Press, Oxford.

Wittgenstein, Ludwig (1985), Tractatus Logico-Philosophicus, Çev. Oruç Aruoba, B/F/S Yay. İstanbul.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Etik Yazıları
Etik Söyleşileri-1

Etik 20 Şubat 2025

Etik Söyleşileri-1