Hiperaktivite sorunlu on yaşındaki oğlumu psikiyatri uzmanına, muayeneye götürmüştüm. Pek çok soruya ek olarak babasını ve kardeşleri olup olmadığını sordu. Babadan ayrıydık, kardeşi yoktu. Gündüzleri okul dışındaki saatlerde ve cumartesi günü bir çocuk kulübüne devam ediyordu. Pazar günleri beraberdik. Uzman, sayısız önerilerde bulunduktan sonra, oğlumun seviyesine sık sık inip oyunlar oynamamı, sağlıklı diyaloglar kurmamı, daha çok zaman ayırmamı, sevgimi göstermemi istedi. Bildiğim şeylerdi bilmesine…
Aynı günün öğleden sonrası…
Her iki kolunu öylesine açıp, havaya, boşluğa sarılırcasına, “Anne,” dedi, “beni sevdiğini sık sık dile getirmen, çok hoşuma gidiyor. Bir de sıkı sıkı sarılsan…”
İş hayatımın yoğunluğundan, onu çok sevdiğimi dile getiremiyordum gerçekten. Sıkı sıkı sarılamıyordum da. Arıza bendeydi, biliyorum. Beni, bu şekilde uyarmayı uygun görmüştü yaşınca.
“Bütün anne babalar çocuklarını sever. Zaman zaman dile getirmezler, söylemezler. Anne babalarından bu sözcükleri duymazlar ama çok yanlış. Ben de pek söylemiyorum. Affet beni oğlum!”
“Ama sen söylüyorsun. Duyuyorum.”
Gereksiz yere uzuyordu diyalog.
Sağ elimin başparmağını ve işaret parmağını üst üste getirdim. Konuşan ağız taklidi yaparak, “Yok, söylemiyorum. Ağzımdan çıkmıyor ki duyasın.”
Sol eli kalbinin üstünde, “Kalbin söylüyor. Kalbimle duyuyorum seni.”
Uzun bir aradan sonra, ağız dolusu bir kahkaha attım.
“İyi de, kalbin kulakları yok ki!” dedim, ellerimi kulaklarıma götürerek ve her ikisini öne arkaya sallayarak.
Yaş perdeli, hüzünlü gözlerle yanıma yaklaştı. Kafasını, iri göğüslerimin arasına gömdü. Sımsıcak bir ıslaklık hissettim. Yaş perdesi, yağmur gibi inmişti anlaşılan. Hızlanan kalp atışlarımı, iyice duyduğundan emindim. İçli, derin bir nefes aldı.
“Akıllım,” dedi, “kalplerin kulakları değil, kulakçıkları olur. Ben seni kalbimin kulakçıklarıyla dinliyorum, kalbimle dinliyorum. Hadi sıkı sıkı sarıl, öp beni, okşa saçlarımı.”
Gözyaşlarımla ıslak ellerimi, terli saçlarına götürdüm; dolaştırdım.
…
Oğlumun seviyesine inememiş, o seviyeme yaklaşmış… yok yok, sanırım seviyeme çıkmış, hatta fersah fersah geçmişti.
İşin tuhafı, iş hayatında seviye üstüne seviye atladığım yılların doruk noktası olan bir gündeydim. Müdürdüm artık.
Mademki, oğlum bana, “Akıllım,” demişti. Gerçekten akıllanıp, doktorun önerilerini yerine getireyim.
Getirdim.
İki hafta sonra kontrole gittik. Kanımca iyi bir mesafe kaydetmiş, hiperaktivite, ilaçsız azalmış, neredeyse kaybolmuştu.
Doktora iki haftamızı anlattım. Oğlumla konuştu, muayene etti ve sonu şöyle bağladı:
“Zaten hiperaktivitesi falan yoktu. Sizde var olan, ondan hep kaçırılan, bir türlü ulaşamadığı sevginin peşindeydi. O sevgiyi kovalıyor ve yakalayamıyordu. Panik derecedeki hızlı hareketlerinin, dikkat eksikliğinin, odaklanamamasının nedeni buydu.”
03 Nisan 2025 16:56
09 Nisan 2025 13:59
09 Nisan 2025 19:47
04 Nisan 2025 15:25
01 Nisan 2025 20:23
06 Nisan 2025 19:17
06 Nisan 2025 13:23
07 Nisan 2025 21:23
04 Nisan 2025 23:05
04 Nisan 2025 13:50