Uzm. Dr. Muhsin Boz
Kategori: Edebiyat - Tarih: 10 Mart 2025 20:44 - Okunma sayısı: 29
Mart 2025, Eskişehir
Eskiden kalem el fenerleri pek kaliteli değildi. Buna rağmen biz hekimler için önemli bir teşhis aracıydı. Çıplak gözle görülmesi zor küçük cilt lezyonlarının, ağız-boğaz muayenelerinin vazgeçilmezleriydi. Gün ışığından faydalanıp bu muayeneleri yapmaya çalışsak… I, ıh. Ağzı, boğazı, cilt lezyonunu rahat göremezdik. O yüzden hemen hemen her hekimin muayene çantasından veya önlük cebinden eksik olmazdı. Kalem tipi deyince, açıkçası hakkını vermişlerdi. Önlük sol üst cebine, kalemle yan yana koyar, öyle çalışır, öyle dolaşırdık hastanede. Dolaşma dediğim… Poliklinik, kendi servisiniz, diğer servisler, acil servis, yemekhane ve hastanenin diğer birimleri.
Sistem; sağlıkçıları çarkları arasında nasıl öğüttüyse, benzer bir şekilde, biz de hor kullandık el fenerlerini. Işığı yanık sağda solda dolaştık, muhtelif yerlerde unuttuk, piller içlerine aktı, ceplerimizden düşürdük… Fener cepten düşünce, çevreden parçalarını topla işin yoksa. Fenerin gövdesini, başını, arka tarafını, pilleri toplayıp eski haline getirmeye çalışıyorduk. Muayene öncesinde olursa, hasta ve yakınları zaman zaman yardım ediyordu.
Işığı yanıkken sağda solda dolaşınca gülen gülene. Muayene sonrası, ışığı açık vaziyette üst önlük cebine koyduğumuzda, doğal olarak cebimizi aydınlatıyordu ama bu aydınlatmanın bize bir yararı yoktu. Işığın açık kaldığını, başka bir çalışanın yardımıyla öğreniyorduk. İşimize iyice odaklanıp, kendimizden geçtiğimiz gergin bir sırada, bir arkadaşımız, gülerek cebimizi işaret ediyor, doğal olarak biz de gülerek cevap veriyorduk. Havanın kararmaya başladığı akşam saatlerinde, ışığı açık kalmış cepte bir el feneriyle dolaşmak daha komik ve daha etkiliydi. Artık ışık kaynağı el feneri değil, sizdiniz çünkü.
Piller de çok kaliteli değildi. Ömürleri kısaydı. El fenerinin pilleri kısa sürede iyice zayıflıyordu. Çare, değiştirmek elbette. Yoğunluktan, evde yedek pil bulundurmayı unutuyorduk. Bugün alırım, yarın alırım, derken…
Otuz-otuz beş yıl önce çalıştığım bir kamu hastanesi. Mevsimlerden kış. El fenerim iyice yıpranmış, ihtiyarlamış. Yeşil renkli plastik kafa kısmı ile metalik gövdenin kendi kendine ayrıldığı oluyordu cebimde. Çarşıya inip de bir türlü alamıyordum. Pil de iyiden iyiye zayıflamış. Yeni el feneri almam halinde, eskisi çöpe. Nefret etmeye başladım bunca hizmeti veren el fenerimden. Mesainin son bir saati, akşama denk geliyor. Çalıştığım hastane dokuz katlı. Merdiven duvarlarının dış dünyaya açılan ve gün ışığını kabul eden pencereleri yok. Asansörler bozuk. Mesai bitiminde en üst kattan, en alt kata inen 15-20 personel vardık. Elektrikler gidiverdi. Aman Allah’ım! Zifiri bir karanlık. Göz gözü görmüyor. Herkes mıhlanıp kaldı yerinde. Cebimdeki el fenerini çıkardım. Işığı o kadar zayıf ki, utandım sağlık çalışanlarından. Ama nasıl olduysa takdir edildim ve el fenerim bir anda borsada tavan yaptı. Herkes, arkamda kümelendi. Küçük küçük ve emin adımlarla iniyorduk. Birbirimizi tutmaya, birbirimize tutunmaya başladık. Ola ki biri düşerse, diğerleri tutabilsin diye. Zayıf bir ışıkla en alt basamaklara indik. İnerken de kahkaha diz boyu.
Sonraki günlerde yeni el feneri aldım almasına ama eskisini atmaya da kıyamadım. Onere etmişti beni. Bu olayın uzun bir süre anlattığım şeyler dışında pek önemi yoktu. Sonraki yıllarda okumalarım ve yazmalarım artınca anlayacaktım: Tarih boyunca, özellikle Ortaçağ’da karanlıkları yaran, toplumu hep ileriye, aydınlık günlere götürmek isteyen ışıklar –bilgeler, filozoflar, bilim adamları, sanatçılar…– olmuştu. İşte onlar da karanlıkların içinde böyle parlamışlardı.
08 Mart 2025 11:51
05 Mart 2025 10:23
03 Mart 2025 16:46
04 Mart 2025 16:38
04 Mart 2025 01:23
01 Mart 2025 14:44
08 Mart 2025 13:53
01 Mart 2025 23:21
08 Mart 2025 10:25
09 Mart 2025 23:53