Eğitimci Yazar Hatice ERDEM
Kategori: Bilim Felsefesi - Tarih: 04 Mart 2025 16:38 - Okunma sayısı: 55
DÜŞÜNCE GÜCÜNÜN ÖNEMİ
Kuantum fiziği yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edelim. Bu yazıyı okumadan önce terimlerin daha anlaşılır olması adına ilk üç Kuantum Fiziği yazı serimi okumanızı tavsiye ederim.
Bir önceki yazıda: Varsayalım bir Matrix’te yaşıyoruz, her birimiz bir bütünün parçasıyız ve düşüncelerimiz her şeyi etkiliyor. Peki bu bilgiler ne işimize yarayacak? Sorusuyla baş başa bırakmıştım sizi.
Bilimsel verilere göre her birimiz ve etrafımızda gördüğümüz her şey, olasılıklar dünyasında birbirine bağlı bir şekilde yaşayan aynı özün parçaları aslında. Peki kuantum dolanıklığı ile her şey birbirine bağlı ve birbirinden haberdar ise bilinçlerimizde birbirine bağlı değil midir? Bu durumda bilgi taşıyan sicimlerden ibaret olan düşüncelerimiz ve bedenimiz, kendi yaşantımızı, başkalarını ve eşyayı etkilemez mi?
Şimdiye kadar yazdığım birçok yazı da insanın evreni ve kendini keşfetmesi ve de kendini şifalandırması üzerindeydi. Düşünce gücünün önemini ise kuantum ile daha iyi anlamamız için çabam. Önceki yazılarımda bahsettiğim birçok şeyi burada toparlarsam, bu konu kafamızda daha iyi oturacak eminim. Böylece yaşam kalitemiz daha da artacak.
Tesla’nın sözlerini hatırlayın: “Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün” diyordu.
Her şeyin bir frekansı olduğu gibi yaşadığımız her bir duygunun da frekansı vardır. Nefret, öfke, korku, üzüntü, utanç gibi duygular daha düşük frekanslara sahipken, sevgi, huzur, yardımlaşma, aydınlanma gibi duyguların frekansı yüksektir.
Doğada yürümek, ağaçlara sarılmak, çiçekleri koklamak dinginlik vermez mi insana? Güzel sözler, dualar insanı rahatlatmaz mı? Çünkü her bir bitkinin, sesin, kelimenin bize iyi gelen frekansları vardır. Mesela en yüksek frekansa sahip çiçek gül demiştik daha önce. Doğaya çıkamıyorsak bile bir gülü ya da gül içerikli bir esansı koklamak bile frekansımızı artırır ve daha sağlıklı olmamızı sağlar. Keza bilimsel araştırmalar sesimizin bile kendimizi iyileştirme özelliği olduğunu keşfetmiştir. Duyguların titreşimini gösteren tablo ile bu durumu daha iyi anlayabiliriz.
https://images.app.goo.gl/M1bifWPoqwPSijJv8
Bu durumda frekansı düşük insanlar ise hasta olmaz mı? İnsanın frekans aralığı normal şartlarda 62-78 Mhz aralığındadır. Yaşadığı her bir sıkıntı ve olumsuz duygu durumu frekansını düşmesine neden olur. Frekans aralığı 58 ve altına düştüğünde ise hasta olmaya başlar. Bu nedenle daima frekansını yükseltecek aktivitelere ve yiyecek türlerine yönelmesi gerekir. Makineyi andıran bedenimizin enerjisini daima yüksek tutmalıyız. Çünkü evrendeki her şeyin özü enerjidir. Maneviyat ise bu titreşimi yükselten en önemli olgudur. Her bir erdemli davranış ve yaratılan her şeye birlik bilinciyle yaklaşmak titreşimimizi üst safhaya çıkarır.
Keza Leibniz, içinde yaşadığımız bu evrenin çok güçlü bir makine olduğunu ve bunu bir gücün yarattığını düşünmüştür. Bu yaratıcının mantığını çözmek için makinelerin nasıl çalıştığına bakmamız gerektiğine inanmıştı.
Evrendeki her şey elektromanyetik enerji yayıyorsa ve beyinlerimiz de etraftaki sinyalleri alan bir ara yüzse Leibniz’in ne kadar haklı olduğunu görebiliriz. Keza Kuantum Fiziği sayesinde aslında Bilim, Dini Öğretiler ve Felsefenin kardeş olduklarını, ancak bunun bilerek ya da bilmeyerek farkında olmadıkları çıkarımında bulunabiliriz.
Çünkü tarihin tozlu sayfalarına indiğimizde ve kadim medeniyetleri incelediğimizde daima bilim, felsefe ve maneviyat iç içe geçmiştir. Birbirini besleyen bu üç alanı birbirinden ayrı düşünmek maalesef ayrışmalara neden olmuştur. Özellikle kapitalizmin etkisiyle ruh ve beden bütünlüğü ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Dini öğretilerin amacının daha erdemli bir yaşam tarzı sunmasını arka plana iterek sadece ibadete ve korkuya dayalı bir sistem olduğu konusunda yanlış yorumlanması, Dini sömürü üzerinden kazanç sağlama ve insanları ayrıştırma, insan frekansını düşürecek etkiye sahip yaşam tarzına özendirme (TV, sosyal medya, dizi, sosyalleşmeden uzak tutma, doğadan, doğal yaşam ve beslenmeden koparma, ilaç sektörüne bağımlı kılma, florür kullanımına teşvik etme vb), korku frekansına dayalı her türlü haber, dizi, bilgi ve algıyla insanları yönetme, bilimi tekeli altına alan bazı grupların gerçek tarihi saklaması, arkeolojik birçok bulguyu yok saymak ve saklamak, doğruları söyleyen ve insanlığı aydınlatmaya çalışan insanları itibarsızlaştırma ya da onları yok etme, paranın kölesi olma gibi dünya çapında uygulanan, insanları özünden koparıp onları uyutan daha birçok olumsuz siyaseti sıralayabiliriz.
Her zaman söylediğim gibi insan sadece bedenden ibaret değildir. Bizler aslında bedeni kullanarak tecrübe sahibi olan üstün ruhlarız. Tecrübe kazandığımız bu evren düalite üzerine kurulmuştur. Zıtlıkları öğrenen ve dengeye koyan ruhun madde ve maneviyatı dengede olmazsa, bedeninin de sağlıklı ve mutlu olması mümkün değildir.
Şu an yaşadığımız dünya siyaseti insanlığı maddeye bağımlı kıldığı gibi maneviyata da her türlü zehri enjekte etmektedir. Maneviyattaki bilgi kirliliği yanında, ilaçlarla, sulara ve yiyeceklere katılanlarla, özellikle WiFi ile telefonlarımıza gönderdikleri negatif frekanslarla tamamen ruhsal yanımızı yok edip bizi maddenin kölesi olmuş robotlar haline getirmektedirler. Transhümanizm ile ise bu daha zirveye çıkacak gibi görünüyor. Bu dünyaya geliş amacını hatırlamak ise bu ortama ayak uydurduğumuz sürece pek mümkün görünmüyor.
Sistemi sorgulamaya başladığımızda bilim, din ve felsefenin kardeş olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bize düşen ise titreşimimizi nasıl yükselteceğimize odaklanıp ayrıştırma döngüsünden çıkıp birlik bilincine yükselmektir. Bunu yapmanın başında ise açık fikirli olmak ve olaylara, bilgilere ön yargısız bir şekilde yaklaşmak gelmektedir.
Örneğin Aura alanı ya da çakra sistemini yönelik bakış açımızı ele alalım. Saçma bulduğumuz bu sistem Kuantum Fiziği ile kanıtlanmış durumda. Her şey enerjiden oluşuyorsa bizlerin de etrafa yaydığı elektromanyetik bir enerji alanı olması normaldir. Aura alanının varlığını Kirlian fotoğraf makinesi ile gözlemleyebildiğimiz gibi Çakra sistemini bile bugün bilim ile açıklayabiliyoruz. Tek bir beyaz ışıktan yansıyan renklerin dalga boylarını incelediğimizde titreşim arttıkça kırmızıdan mora giden çakra sisteminin gizemini de böylece çözebiliriz.
Geçmişte ve günümüzde şifacıların yaptığı çalışmalara itibar etmezken Kuantum Fiziği ile bu durumun ne kadar bilimsel olduğunu anlayabiliyoruz. Suyla, müzikle, dualarla, şarkılarla, renklerle, doğal taşlarla, aromaterapiyle, fitoterapiyle vb yapılan tedaviler ve ritüellerin de ortak amacı frekansları kullanarak insanın titreşimini yükseltip onları şifalandırmaktır. Ve tüm bunların temeli bilime dayalıdır.
Unutmayın ki bilimsel araştırmalar kalbimizdeki titreşimlerin beyninkinden beş bin kat daha yüksek olduğunu keşfetti. Kalbinin ve zihninin titreşimini yükseldikçe daha sağlıklı, daha duyarlı, daha bilgili ve anlayışlı hale gelmez mi insan?
Yaşam şeklini değiştiren, her şeyi sevgiyle kucaklayan, kendini ve çevresindekileri affeden, nefes egzersizi yapan, spor yapan, gıdalarına dikkat eden, hobileriyle uğraşan, doğayla bütünleşen, tüm travmalarını temizleyip geçmişte ve gelecekte yaşamayıp anda kalan, birlik bilinciyle hareket eden insanlar yüksek titreşimlere sahip olmazlar mı?
Bu durumda ne mutsuz, ne depresif, ne kıskanç, ne kibirli, ne de suça meyilli insan kalır toplumda bana göre. Keza insanların bir kısmı bile titreşimini yükseltse, yavaş yavaş toplumun genelinin de titreşiminin yükselmesine katkı sağlar. Kuantum dolanıklığını hatırlayın.
Bu konuda Yüzüncü maymun deneyi ve Maharishi etkisi ikna edici örneklerdir.
Yüzüncü maymun deneyinde bir adadaki bir maymun patatesleri yıkayarak yer, diğerleri de ondan görüp patatesleri yıkayarak yemeye başlar. Yüzüncü maymun patatesleri yıkayarak yediğinde onlardan bağımsız başka adadaki maymunlar da aynı şeyi yapmaya başlarlar. Maharishi etkisi ise küçük bir grubun dönüştürücü gücünün, tüm dünyanın kolektif bilincini değiştirmeye yeteceğini savunan bir görüştür. Yüksek bilinçteki bireylerin oranı, toplam nüfusun yüzde birinin kareköküne ulaştığında bilinç dönüşümü başlar.
E peki o kadar travmayla, yaşam mücadelesi ile titreşimimiz nasıl yükselecek ki diyenler elbet olacak. Burada da bakış açımızı değiştirmek ilk adımdır. Titreşimi yükselen huzurlu insanın ise bu gelip geçici olan dünya hayatında tekamül yolculuğuna uygun bir şekilde elde edemeyeceği bir şey yoktur. Yeter ki niyetler temiz olsun. Çünkü bilimsel araştırmalara göre beyin hayal ile gerçeği ayırt edemez. Keza unutmayın insan gerçekleşmeyecek hiç bir şeyi hayal edemez. Buna günümüzde çekim yasası denmektedir. Hayalimizle rezone olmamız yeterli bu konuda.
Bu konuda mutasavvıflar yüzlerce yıl önce bu bilgileri bize vermişlerdir aslında. Örneğin Mevlana “Dünyada olabilecek her bir olay için misal aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller uyansın” der.
Ya da Muhyiddin İbnü’l Arabî “Uyanana kadar insan gezegenlerin tesirindedir. Uyanmış kişi, gezegenlere tesir eder” der. Bu sözlerin şifresini çözen insan bu yaşam amacını da bu yaşamına nasıl hükmedeceğini de bilir kanımca.
Beynimiz elektrik sinyallerini alıp işleyen bir ara yüz gibidir demiştik. Bedensiz bir beyne sahte anılar yükleyince hayali olarak gerçek bir insanın yaşadığı deneyimleri yaşadığını zannedecektir. Bilimsel olarak beynin bir kayıt merkezi olmadığı sadece sinyalleri alan elektriksel bir yapı olduğu üzerine deneyler yapılmaktadır.
Şimdi beyni kodlama ile ilgili yapılan başka deneyler göz atalım. Fiziksel olarak müzik aleti çalmak yerine imgeleme yoluyla günler boyunca hayali olarak yapıp bir süre sonra her gün egzersiz yapmış gibi müzik aletini çalabilen insanlar var. Üç farklı denek gruplarıyla yapılan çalışmalar hayal etmenin önemini ortaya koyuyor. Bu deneyi sporcular üzerinde de yapıyorlar. Her müsabaka öncesi defalarca kez kazandıkları anı hayal ediyorlar. Yani idman, egzersiz yanında bir şeyi gerçekleşmiş gibi hayal etmek onun gerçekleşmesini hızlandıran bir etken. Ya da iyileşeceğine inandığında ayaklanan felçli insanlar var. Ya da elimize doğru uzatılan bir buz kütlesinin ateş olduğu söylense beyin elin yandığını düşünüyor ve elimiz yanmış gibi su topluyor. Ya da zehirle infaz edileceği düşündürülen bir mahkuma vitamin enjekte etsen bile zehir bilinciyle kalp krizi geçirip ölüyor. Daha önce de bahsettiğim sayamayacağım daha birçok deney var bu konuda.
Bu deney sonuçları Psikoloji alanında da kullanılmaktadır. NLP, EFT, Resresyon vb yöntem ve teknikler ile düşünceler, anılar değiştirilebilmektedir. Yani çocukluğumuzda ya da gençliğimize yaşadığımız bir olay tüm ömrümüzü etkilemek zorunda değil!
Ya da hastalıklarınızla yaşamak zorunda değiliz. Ruh hastalanmadan beden hastalanmaz denir. Ruhumuza yüklediğimiz olumsuz duygu durumlarından ve travmalarımızdan kurtulduğumuzda iyileşmenin önünde hiçbir engel kalmaz. Yeter ki iyileşmeye, dönüşmeye, kendimizi sevip affetmeye niyet edelim.
Masaru Dr. Emoto üç pirinç kabı üzerinde deney yapar. İlk pirinç kabına her gün güzel sözler söylenir. İkinci pirinç kabına çirkin sözler söylenir. Üçüncü kattaki pirinç ise görmezlikten gelinir. Bir süre sonra güzel sözler söylenen pirinç fermente olur ve hoş bir aroma yayar. Kötü sözler söylenen pirinç siyaha döner. Görmezden gelinen pirinç ise çürümeye başlar.
Bu deneyde bile enerjinin etkisini görebilirsiniz. Gözlerimizle görmüyoruz diye enerjiyi yok sayamayız. Radyo dalgalarını ya da WiFi yi de görmüyoruz ama onların varlığını bilip onları kullanıyoruz. Bu yüzden kendimize ve başkalarına yönelik davranışların etkisini bu deney ile bile çözebiliriz.
Bilimsel araştırmalar beynimizde uyuyan nöronların yer aldığını, sinaptik bağlantıların kullanılma sıklığına göre bu nöronların uyanıp güçlenebileceğini belirtmektedir. Uyuyan nöronları olmasını istediğimiz hayat için neden kodlamayalım? Her şey enerji ise o enerjiyi büküp şekillendirmenin anahtarı da bu araştırmalarla bize sunulmuş durumda.
İlk seride Kadüs sembolünü işlerken Hermetik felsefe bilimin kısa süre önce bulduğu titreşimin işlevini bin yıllar önce bildiğinden bahsetmiştim. Hermetik felsefe de Tesla ile aynı şeyi söylüyordu aslında. Ama o zamanlar bu ezoterik bilgiler herkese açık değildi inisiye yoluyla yayılabiliyordu. ‘Bilgeliğin dudakları anlamayanlara kapalıdır’ der Hermenistler. Günümüzde ise kuantum fiziği ile birlikte bu bilgiler gizem olmaktan çıkıp yayılmaya başladı.
Bize düşen ise bu bilgilere açık fikirlilikle yaklaşmak, bu bilgileri itibarsızlaştırmaya çalışan fikir ve akımlardan sıyrılarak ruhsal yanımızı hatırlayıp kendi uyanışımıza, yeniden doğuşumuza yardımcı olmaktır.
Bu konular kısa bir yazıya sığmayacak kadar derin. Yorulduğunuzu düşünerek burada bırakıyorum ve bu konuları detaylı bir şekilde araştırmanızı ve yazılan kitapları, çekilen vidoları izlemenizi tavsiye ediyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle...
01 Mart 2025 14:44
03 Mart 2025 16:46
01 Mart 2025 23:21
02 Mart 2025 15:16
02 Mart 2025 17:48
01 Mart 2025 01:16
03 Mart 2025 11:14
02 Mart 2025 22:22
04 Mart 2025 16:38
04 Mart 2025 01:23