Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Nazmiye Hazar İle Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Üzerine Söyleşi

Nazmiye Hazar-Hasan Güneş

Kategori: Sosyoloji - Tarih: 04 Mart 2025 01:23 - Okunma sayısı: 51

Nazmiye Hazar İle Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Üzerine  Söyleşi

Nazmiye Hazar İle Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Üzerine Söyleşi

Hasan Güneş: Sizce toplumsal cinsiyet Eşitsizliğinin temellerinden en önemlisi hangisidir?

Nazmiye Hazar: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusuna giriş yapmadan önce; öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin ne olup ne olmadığı hakkında bir değerlendirme yapmalıyız. Genel tanımlama ile kadın ve erkeğin hayatın her alanında eşit olarak katılabilmesine olanak sunulmasını toplumsal cinsiyet eşitliği olarak ifade edilmektedir. Bu iki cinsiyet arasında sosyal, ekonomik ve politik alanlarda eşit hak ve fırsatların sağlanmaması durumu ise toplumsal cinsiyet eşitsizliği olarak tanımlanmaktadır. Literatürde toplumsal cinsiyet eşitsizliği hakkında 1972 yılında ilk kez Ann Oakley’in “Sex Gender and Society” adlı araştırma eserinde cinsiyet çalışmaları ile ilgili olarak cinsiyet (seks) ve toplumsal cinsiyet (gender) arasındaki ayrıma değinildiğini belirtmemiz mümkündür. 1970’li yıllarda hissedilmeye ve ifade edilmeye başlanan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tarihsel anlamda yeni bir akım olduğu anlaşılmaktadır. Toplumlar kendilerine değer katmak adına tarihsel anlamda bellek edinirken bir sonraki nesle varlıklarını devam ettirebilmek adına bir şuur kazandırmaktadırlar. Dolayısıyla “Toplumsal Cinsiyet Sorunu” sadece bizim toplumumuzun yaşadığı bir sorun olmayıp; toplumların yüzleşmesi gereken örnekleri su yüzüne çıkarması ile açığa kavuşacaktır.Toplumsal cinsiyet genel çerçevede ele aldığımızda kültürel normlar, eğitimde eşitsizlik, ekonomik faktörler, yasal ve politik engeller, şiddet ve güvenlik sorunları, gelişen ve değişen dünyanın bugün stereotipik olarak insan yaşamına etkilerini dikkate alarak değerlendirmek gerekmektedir. Burada belirtilen faktörler içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin temellerine en önemlisinin toplumsal ve kültürel normlar olduğunu düşünmekteyim. Her toplumda olduğu gibi Türk toplumunun da geleneksel anlamda cinsiyet rolleri ve kalıplaşmış stereotipleri bulunmaktadır. Nitekim kadın ve erkekler aracılığı bu stereotipler varlığını nesilden nesle aktarmaktadır. Stereotipler toplumda kadın ve erkek için belirli davranış ve sorumlulukları beklenti hâline dönüştürmektedir. Kadının sahip olduğu haklar ve bu haklara erişimi ile ilgili erkeklerden farklı olarak maruz kaldığı olumsuz durumlar, kadının ekonomik anlamda gücüne olumsuz yansımaktadır. Doğumdan itibaren yaşamı boyunca sosyal anlamda cinsiyetine bağlı roller üstlenen insanoğlu edindiği rolleri bir sonraki nesle de aktarma gayretindedir. Bu süreçte çevresel faktörler kadın ve erkeğin sosyal rollerini belirlemesine etkilidir. Kadın ve erkeğin çoğunlukla seçme hakkı olmadan kendiliğinden edindiği cinsiyet rollerinde, yaşanılan kalıp yargıların genellikle baskın olduğunu gözlemlemekteyiz. Genel bir örnekle pembenin dişil kimliği, mavinin ise eril kimliği anımsatması, toplumların renklere yüklediği anlamları bağdaştırması sonucu kalıp yargıların doğmasına da sebep olmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine etki eden unsurların birbiri ile örüntülü bir sistem sorunu olduğunu belirtmemiz mümkündür. Devletler, hakları garanti altına almak için ya da haklara ulaşımı sağlamak için yasa çıkarır. Yasamanın çıkardığı yasaları yürütme organları uygular. Yasa ile verdiğiniz ya da yasa ile zorladığınız bir fırsat eşitliğinde uygulamadaki durumun ne olduğu? sorusuna yanıt belki de sorduğunuz soruya asıl cevap olacaktır. Yani, önemli olan yazılı olarak garantiye alınan hakların uygulamada ne kadar verimli olduğudur. Bugün hâlâ daha kız çocuklarının eğitimde ikincil plana itilmesi ya da okutulmamaları eğitimde fırsat eşitliğinin tam anlamıyla işlevselliğinin yürütülmediği anlamına gelmektedir. Bahsettiğimiz durum bir sistem etkisi yaratırken bilinçli ya da bilinçsiz olarak kız çocuklarının belirli meslek gruplarına yönelmesi veya yönlendirilmeleri durumu “fırsat eşitliği” ile başlayan bir yarışmanın, final çizgisine giden yolunda varış noktası ile ilgili yarışmacıların cinsiyetlerinden kaynaklı final noktasına ulaşacakları yerin de belirlenmesine sebep olmaktadır. Nitekim cinsiyet temelli fırsatlar “fırsat eşitsizliği” ile neticelenmektedir. Çalışma hayatında kadınlarımızın işgücüne katılım oranlarının düşüklüğü ya da çalışma hayatında kadınlarımızın cinsiyet ayrımı nedeniyle mobbinge maruz kalmaları, üst yönetim kadrosunda yer alan pozisyonlara erişimlerinin zorluğu temelde toplum olarak kadına verdiğimiz değerlerin de yansımalarıdır. Kadınların siyasal anlamda varlığına ilişkin kadın haklarına ilişkin millet meclislerinde kadın milletvekili sayılarının erkeklere nazaran daha düşük olması sadece bizim ülkemizde yaşanan bir sorun değildir. Kadınların yasal anlamda haklarının korunamaması veya var olan haklarının uygulanamaması sorunu dünya genelinde küresel bir sorun olmaktadır. Nitekim karar alma mekanizmalarında yer alan kişilerin tatmin edici biçimde kadın haklarını temsil edebilmeleri veya temsiliyet görevinde bulunanların kadınları gerçek anlamda temsil etmeleri önem arz etmektedir. Toplumda cinsiyete dayalı şiddete ilişkin tatmin edici ya da caydırıcı cezaların olmaması, bu meyilde olan suçluların af kapsamında affedilmeleri, kadın şiddetine yönelik cezaların affedilebilir olması sorunu ne yazık ki kadınların güvenliği ile ilgili sorunların hâlâ aşılmadığı anlamına gelmektedir. Medyaya yansıyan bu haber başlıkları doğrudan ya da dolaylı olarak kadınlar sosyal hayatlarında güvenlik korkusu yaşamalarına da etki etmektedir. Devletler, sivil toplum örgütleri, bilimsel araştırmalar, kamu spotları, eğitim hizmetlerinin sağlamış olduğu destekler şiddet ya da eşitsizlik sorunlarına yönelik büyük çabalar tüketmektedirler. Toplumun değer kalıplarında toplumsal barış kültürünün yayılabilmesi için özellikle cinsiyet eşitliğinin kültür edindirilmesinde bilinçli ve farkındalıklı akademisyenlere, eğitimcilere, öğretmenlere büyük görevler düşüyor. Çünkü eğitim işlevlerinin sadece okullarla sınırlı olmadığını, toplumsal dönüşüm ve değişim süreçlerinde medyanın eğitim kurumları ile rekabet edebilir bir düzeyde olduğu bir teknoloji çağındayız. Teknolojinin her geçen gün hızla ilerlemesi devletlerin insan yetiştirme gücünde okul sınırlarını da aşmaların etken olmaktadır. Kurumsallaşma politikaları içerisinde toplumdaki her bireye ulaşabilmek adına eğitim kurumlarının amaçlarına hizmet eder nitelikte farklı kurum kuruluşlar ya da kaynaklardan istifade etmek artık normalleşmiş örneklerimiz olmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin aile eğitimi, okullarda sürdürülen eğitim politikaları, çalışma hayatında iş yerlerinde var olan kurum kültürleri, sosyal yaşamda yazılı olan yasalarla yazısız olan yasaların hayata aktarımı ile ilgili inşa edilmesi temenni edilen toplumun değerlerini medyadan yararlanarak öne çıkarmak önem arz etmektedir. Bu konu ile ilgili ülkemizde ve Türkiye'de yeni olarak nitelendirilen akımlar bulunsa da biz toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde yaygın olarak tartıştığımız kadın erkek üzerinden değerlendirmiş olacağız.

Hasan Güneş: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında diğer ülkelerden farkımız nedir?

Nazmiye Hazar: Toplumsal cinsiyet eşitliği, bilimsel anlamda kadın ve erkeğin yaradılışından kaynaklı olan özellikleri sıradan ve basit gibi görülse de temelde insanın anatomik anlamda özelliklerinin üzerinde insanın ruh inceliği ile de değerlendirilmesine “Değerler Eğitimi” ile yansımasıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında diğer ülkelerden farklarımızla ilgili en başta yakın tarihimizden bir örnek vermek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kurulduğu dönemlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1930’lu yıllarda kadınlarımıza siyasette yer edinmek adına seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile ilgili bir örnekle başlamak istiyorum. Dünyada hiçbir devlet büyüğü kadına seçme ve seçilme hakkını birlikte vermemişken; 1930’larda kadınlarımızın belediye seçimlerinde seçme seçilme hakkı sunulmuş olup; kadının siyasette varlığına ilişkin mücadelesinde 1923 yılında Cumhuriyetin yeni kurulmuş olduğu dönemde pek de kolay serüvenler yaşanmamıştır. 1924 Yılında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın hazırlık sürecinde kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkı gündeme gelmiş olsa da ne yazık ki; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin genel kurulunda bu hakkın erkeklere ait olması inancı daha ağır basmakta idi ve bu durum nedeniyle Türk Kadının gerçek anlamda siyasal hakkını sağlaması 3 Aralık 1934 yılında hayat bulmuştur. Bugün Türkiye coğrafyasında kadının siyasetteki yerine bakarken; demografik denge açısından kadın ve erkek sayısının dikkate alınarak mecliste var olan milletvekillerinden kaçının kadın olduğu hususunun benzer örneğini Tük Devleti olarak; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de benzer örnekle yaşamaktayız. Güncel olarak; Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan genel seçimlerde (2023) kadın temsiliyetini erkeklere oranının %20 olduğu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (2022) ise bu oranın %8 olduğunu görmek kadının toplumda söz edinme durumunun açıklayıcı bir durumu olarak değerlendirilebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nde kız çocuklarının okutulmasına ilişkin geliştirilen projelerin yanı sıra çocuk gelinlerin önlenmesine ilişkin gerek sivil toplum örgütleri gerekse devletin almakta olduğu tedbir ve önlemlere ilişkin yasal dayanaklara rağmen; medyada kadın cinayetleri de dahil olmak üzere kadına şiddete ilişkin haber örneklerinin mevcut olduğunu görmekte isek; kadının yasal anlamda haklarının yazılı olarak olmasından ziyade toplumda normatif anlamda değer durumunun irdelenmesi gerekmektedir. Gelişen ve değişen dünyanın etkisi ile kadınların eğitim düzeylerinin güçlenmesi sonucunda kadının cinsiyetine bağlı iş yerlerinde mobbinge maruz kalması, iş başvurularında kadın olması ya da anne olması ya da hamile olması nedeniyle işe alınmaması/ işten çıkarılması ya da erkek personellerden daha az ücretle çalıştırılması sorunlarının mevcut olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Özellikle özel sektör alanında kadınların cinsiyetlerine bağlı yaşamakta oldukları güçlükler çeşitli ortamlarda tartışılıp masaya serilse de temelde sorunun zihniyet kaynaklı olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Kadınların birçoğunun kayıt dışı çalışmakta olduğu, çalışma hayatında sosyal güvenlik adına yatırımlarının iş sahipleri tarafından ihmal edilebildiği, kadınların bu duruma ilişkin haklarının ihlal edilmesine rağmen; işini kaybetmemek pahasına susmayı tercih etmek zorunda kalabilmekte olduklarını bilmekteyiz. Dünyada kadının saç rengi, kadın olarak cinsiyeti nedeniyle giymiş olduğu giysi, takmış olduğu takı ya da zevklerinin zorbalığa maruz kalma durumu dışında toplumun kadından meslek dallarında bile beklentileri hâlâ tartışılmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin temellerinin bugün her millet için büyük bir uğraş gerektirdiğini görmekteyiz. Kadın ve erkeğin gerek millet olarak gerek inançları gerekse yaşadığı toplum yapısının temelinde “Coğrafya kader midir?” sorusunun cevapları önem taşımaktadır. Dolayısıyla ben bu soru ile ilgili diğer ülkelerle kıyas yapmanın pek de gerçekçi olacağını düşünmüyorum. Her ülkenin yasaları, toplum yapısı, ekonomisi, iş gücü, kaynakları, iklimi, bitki örtüsü derken birbirinden pek çok farklılıkları olması nedeniyle bu durumun koşullar ve imkânlar doğrultusunda irdelenmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Türkiye adına temennilerimizin Kıbrıs’ın kuzeyine göre daha yoğun olabilirken; Kıbrıs’ın kuzeyinin dünyadaki birçok gelişmiş ülkelerden daha fazla temennileri olabilmektedir. O nedenle toplumsal cinsiyet eşitliğini toplumsal acı ve yaralarımızın iyileştirilmesi için insani bir ihtiyaç olarak değerlendirilmelidir. Toplum mühendisleri toplumsal kimlik ve rollere ilişkin cinsiyet ya da cinsel kimliklerden kaynaklı ötekileştirme, yabancılaştırma vb. konularda gayret gösterirken her geçen gün farklı kavram ve tanımlamaların yanı sıra sorunların da su yüzüne çıktığını görmekteyiz. İnsan kaynağına insana kıymet vererek değer verilmesi ile sağlandığını, insanoğlunun canlılar arasında üstün ve karmaşık yapısının insanlık var olduğundan beri bir merak olduğunu, semer altına yatırılan cinsiyet eşitsizliği sorunlarının altta yatan nedenlerini ortaya koyan araştırmacılar ve araştırma konularını dikkate almanın gelişime olumlu etkisi olacağını belirtmekte fayda var. Toplum olarak şunun bilincinde olmalıyız ki; kadın ve erkeğin birbirini tanımasına ilişkin aile ve okulların bize kattığı değerlerin üstünde güçlerin olduğu teknolojik bir çağdayız. Dolayısıyla, rekabet kültüründe medyanın bilinçsiz bile olsa etkileyici olan gücünü yok saymamız ya da teknolojiyi görmezden gelmemiz mümkün değildir. Eğitim kurumlarında ya da topluma şekil veren aile tabanında “Kadının cinsiyeti ve yaradılışı nedeniyle erkeklerden farklı olan özellikleri ya da erkeğin kadından farklı olan özellikleri her iki cinsin birbirini tanıması adına yeterli bilinç kazandıran bir yapıda mıdır?” sorusu bugün kuşaktan kuşağa iki cinsin birbirini tanıma ve anlamakla ilgili arayışları açısından toplum bilimcileri tarafından değerlendirilmelidir. Sosyal medyada iki cinsiyetin birbirini tanıma ve anlamaları adına bu işi sektör hâline getiren ve bu işten oldukça yüksek miktarda gelir elde eden kitlelerin gelişmesi esasta bu ihtiyacın devletler tarafından kamu kurumları aracılığı ile yeterli anlamda giderilememesinden kaynaklanmaktadır. Dünyada “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”, “Anneler Günü”, “Babalar Günü”, “Pembe Günü”, “Mavi Günü” gibi cinsiyet kalıplı özel günlerin olması zaten toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin dünya genelinde göstergeleridir. Bana göre; kapitalizm ve postmodernizmin toplumları tüketim kültürü dışında cinsiyetçilikle ve eşitsizlikle beslemektedir. Hatta kapitalizmin dayanışma ve örgütlenmeyi sevgi, sağlık, birlik, kardeşlik vb. insani duygular ve ihtiyaçlarla sömürmekte olduğunu düşünüyorum. Bu tür özel günlerin cinsiyet ayrımını alttan alta beslemekte olduğunu hepimiz biliyoruz ve bazen bu duruma pozitif ayrımcılık da olsa biz de farkında olmadan destek oluyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin bilgi kirliliği, kavramsal anlamda yanlış kodlamaların deneyim ya da algılarımızı etkilediğini ifade edebiliyor isek; belki de bu sorgulama düşünüyor olduğumuz ve sorun çözebilir kıvama eriştiğimiz anlamına da gelmelidir. Yaşantılarımızda var olan izler kavramları karşılar bütünlükte olmadığında çatışmalar yaşarız ve insan yönetiminde çatışmalar aslında sorunların giderilmesi için önemli süreçler olarak değerlendirilmektedir. Örnek vermek gerekirse; feminist olduğunuzu ileri sürerken, tutumlarınız, davranışlarınız ve savunduklarınız feminaziyi temsil ederse; sosyal medyada linç kültürüne maruz kalabilirsiniz. Kavram kargaşası yaşayan, kavramlar arasındaki farklılıkları ayırt edemeyen, yanlış bilgi ile topluma yanlış bilgilerle rol model olan sosyal medya fenomenleri gibi çevremizde eğitim düzeyi yüksek insanların da bu gruplarda yer alabildiğini de kabul edersek; dejenere edilmiş bilgi kirlilikleri, yapay zekâ ve medyanın manipüle etkisini oldukça önemli bir tehdit olarak değerlendirmeliyiz. Yeni toplum yaratmakla ilgili gelişmekte olan bir toplum olarak; gelişmiş ülkelerden daha farklı bir durum içerisindeyiz. Okuma kültürü geliştirilmemiş bir toplumun merakını gideren kaynağın temeli “internet” ise; internet sitelerinde veri güvenirliğine ilişkin güvenilir olmasa da kolay ulaşılabilirlik nedeniyle tercih edileceği de bilinmekte ise; toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorununda sosyal ağlarda bilinçli uzmanlardan destek alınarak fenomenlere teşvik verilmesi hatta fenomenlere de etki edilmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önlemeye ilişkin reklam panoları, kamu spotlarının ötesine geçmede esas ilkemizin yaşantımızda insana insan olması nedeniyle değer vermeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde toplumsal cinsiyet eşitliği ve eşitsizliği ile ilgili benzer ve farklı özellikler uç noktalarda olmaması tarih, dil, inanç, kültür ve değerlerin yanı sıra iletişim ve etkileşim adına yakın ilişkilerimizin de olması ile ilişkili olabilir. Dünyadan örnekler verilmesi gerekirse; Asya’da “kayıp kızlar” olgusu henüz aşılmamış bir sorundur. Dünyada toplumsal cinsiyet sorunları toplumların antropolojik yapılarıyla da ilişkili bir durumdur. Dolayısıyla Çin’de tek çocuk politikası nedeniyle kız çocuğu yerine çoğunlukla erkek çocuklarının tercih edilmesi sorunu, Afrika ülkelerindeergen doğumları, anne ölümleri, cinsiyete dayalı şiddet, çocuk evlilikleri ve kadın sünneti sorununun gelecekte nelere etki edeceğini henüz bilmiyoruz. Mali ve Nijerya'da cinsiyete dayalı aile içi şiddet için herhangi bir yasal koruma bulunmaması sorunu günümüz dünyasında mevcuttur. Cinsiyet Güçlendirme ölçütleri, Dünyada küresel cinsiyet eşitliğine ilişkin yapılan araştırmalar, Dünya Ekonomi Forumu (WEF) verileri bu sorunun küresel anlamda tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun olduğunun göstergesidir.

Hasan Güneş: Kadınların sosyalleşmesi Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ne ölçüde etkilemektedir?

Nazmiye Hazar: Kadın ve erkeğin toplumda varlığına ilişkin gerek Türkiye Cumhuriyeti’nde gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde uygulanmakta olan karma eğitim felsefesinin çalışma hayatında da kadın ve erkeklerin bir arada olmaları ile sağlanabilmektedir. Sosyal uyum sürecinde kadın ve erkeklerin birbirleri ile bir arada olmaları toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamakta önemli bir güçtür. Kadın ve erkekler toplumda trafikte, restoran, bar ya da kamu alanlarında bir arada olması toplumda demokrasi ilkesine de olumlu yansımaktadır. Ancak; kadının sosyalleşmesi ile ilgili toplumsal cinsiyet eşitsizliğine nasıl etkisi olduğunu belirtmeden önce kadının toplumda edindiği rollerden en önemlisi olan “annelik” durumunun kadının sosyalleşmesine önemli ölçüde etki ettiğini de göz ardı etmemeliyiz. Kadının doğum yapması ve bebeğini büyütme sürecinde çalışan bir kadın dahi olsa sosyalleşme durumu kısıtlayabilmektedir. Aynı durumun bebeklik sonrasında okul çağında da çocuğa bakmakla ilgili yükümlülüklerinde toplumun kadına biçtiği roller gereği sosyalleşme ve kariyer edinme basamaklarının erkeklerden daha farklı bir yapıda ilerlemesine etkendir. Meslek yaşamında kadınların büyük bir çoğunluğunun ailelerini ihmal etmemek adına kariyer yaşamlarını geciktirmeleri, mühendislik, yapay zekâ tıp ya da bazı meslekleri kız çocuklarının hâlâ daha tercih edememesi, kadının meslek yaşamının aile ilişkilerini zedelemeyecek biçimde bir yol çizmesini gerektirmesinin kadınların sosyal hayatta varlığının ne durumda olduğunun göstergesidir. Bu doğrultuda evli olmak, anne olmak kadının sosyal yaşamını belirli ölçülerde kısıtlamakta iken; kadının sosyal hayatta varlığına ilişkin iş hayatında da standartlar dışına çıkması sorun olmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve eşitsizliğine ilişkin mevcut yapıda var olan değişkenlerin zamana ve mekâna göre değiştiğini de kabul eder isek; toplumların değer yargılarının nesilden nesle aktarımında kadının aile içerisinde iyi bir eş, iyi bir gelin, iyi bir evlat, iyi bir anne vb. durumlarına birlikte yaşam sürdüğü bireylerin değer biçmekte olduğunu göz ardı edemeyiz. Ülkemizde ya da Türkiye Cumhuriyeti’nde aile büyüklerinden birinin hasta olması durumunda kız çocuğunun sorumlulukları ile erkek çocuklarının sorumluluklarının aynı olmamasının temel nedeni yine cinsiyet temelleri üzerinde kurulmuş olan toplumsal rol kodlarımızdan kaynaklanmaktadır. Kadının bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerine hizmetine ilişkin ev temizliği, yemek yapma, alış-veriş ve ev ekonomisine ilişkin sorumlulukları elbette ki kadının sosyalleşme sürecine etki eden değişkenler olarak nitelendirilebilir. Kadının eğitim düzeyi, yaşadığı kültür, yaşadığı coğrafyanın yapısı, ekonomik imkânları, kadın olarak toplumda ne değerde olduğu, onun kendi ayakları üzerinde ikâme edebilmesine de etki etmektedir. Bu çerçevede şöyle bir örnek vermek gerekir ise; bugün Türkiye toplu taşımacılık olması nedeniyle gerek kadın gerekse erkekler toplu taşımacılıktan istifade ederken erkek nüfusunun kadın nüfusuna nazaran kara taşıtı kullanımına ilişkin ehliyetleri değerlendirecek olur isek erkek nüfusunun sahip olduğu ehliyet sayısı kadın nüfusundan daha fazladır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde toplu taşımacılık hizmetlerinin toplum ihtiyaçlarını gidermeme sorunu nedeniyle kadınların birçoğunun kendi araçları ile ulaşım ihtiyaçlarını gidermesi durumu ele alabiliriz. Türkiye’den ülkemize gelen turistler kadınların büyük bir çoğunluğunun araç kullanmalarına hayret ederken; bunun bir medeni yatırım olduğunu düşünseler de bu medeniyetin temeli imkânsızlık nedenine bağlı geliştirilmiş bir çözümden ibarettir. Dolayısıyla olayları ve durumları değerlendirme yaparken esaslı olarak; reel bir değerlendirme yapabilmek için o toplumda kadın iş gücü ve kadının söz hakkının ve varlığının değerlendirilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyim. Bu da toplumda kadın ve erkeğin sokağa çıktıkları anda cinsiyetleri nedeniyle herhangi bir saldırı ya da zorbalığa maruz kalmamaları örneği ile ilişkili olabilir. Eğer sosyal yaşam alanlarında kadınlar taciz ya da tecavüze uğramakla ilgili tehditlere maruz kalıyorlarsa burada cinsiyet eşitliğinin mümkün olabilmesi söz konusu olmaz. Çünkü o toplumda korku kültürü güvenlik önlemlerinin tatmin edici olmamasından kaynaklanmaktadır. Dolaysıyla kadının sosyalleşmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önleyen bir unsur olabilmesi için kadınların güvenliğine ilişkin yasaların gücüne güveninin çoğaltılması gerekmektedir. Bu güven de tek bir kız çocuğu ya da kadının taciz, şiddet ya da tecavüz ya da cinayetine ilişkin haber başlıkları yerine yargının güven vereceği karar başlıkları ile sağlanabilir. Böylelikle sosyalleşmeye ilişkin korkular ortadan kalkacaktır.

Hasan Güneş: Görünmez emek halini alan “Ev içi emek olmadan ekonomik sistemde yürütülmeyecektir” ifadesi tartışır mısınız?

Nazmiye Hazar: Kimlik bilgilerimizde isim soy isim dışında meslek bölümü bulunmaktadır. Bu kimlik bilgilerimizde isim soy isim dışında meslek bölümü bulunmaktadır. Bu bölümde ev hanımlarımız için meslek kısmı hep “Ev hanımı” olarak doldurulurdu ve toplumda büyük bir çoğunluk tarafından ev hanımları küçümsenmekte idi. Peki, ev hanımlarının ev ekonomisi için önemi şimdilerde neden çok kıymete bindi? Kadının sosyal yapısındaki değişimler belki de ev hanımlığı ile ilgili rollerinin de gerçek değerini ortaya koymuştur. Günümüzde kapitalizm ve neoliberal politikaların ekonomiye etkisi nedeniyle çalışan kadın sayısının her geçen gün çoğalmaktadır. Kadınlarımızın eğitim düzeyleri yükseldikçe meslek edinmeleri, kariyer hayatları içerisinde terfi almaları onların saygınlıklarını da arttırmaktadır. Kısaca toplumdaki varlığı eğitim ve meslek yaşamı ile evrilen kadınlarımızın geleneksel rollerinde de değişiklikler yaşanmaktadır. Bu hususa ilişkin en güzel örneği kadının aile içerisindeki sorumluluklarına dair “yetişememe” sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Kadının meslek edinmesi ve çalışma hayatına başlaması ile birlikte kadının annelik rollerinde de değişiklikler olmuştur. Ev hanımı olan annelerimizin hiçbir ücret karşılığı olmadan ev içerisinde yapmış olduğu temizlik işleri, bulaşık işleri, ev halkını doyurmakla ilgili mutfakta geçirdiği zaman, bulaşık, çamaşır, ev ekonomisi için kendisine ayrılan bütçeyi teferruatlı değerlendirmesi vb. rollere ilaveten ev içerisinde bakıma muhtaç olan ana, baba, kayınvalide, çocuk vd. bakımı da bulunmakta idi. Günümüzde bu rollerde değişimler olsa da kadının görünmez emek hali yine devam etmektedir. Bugün; bu saydığımız ihtiyaçların giderilmesi, aile sisteminin ayakta kalabilmesi vb. emekler pek çok ülkede satın alınarak karşılanmaktadır. Çalışan kadın ve erkeğin anne ve babasının sağlık sorunları ya da yaşlılık sürecinde aile büyüklerinin bir an bile ihmâl edilmemesi için evlerde bakıcılar bulunmaktadır. Bunlar dışında kadının ev işlerine yetişemem durumuna karşılık eve “gündelikçi (Temizlikçi”)” çağırılması, yemek ihtiyaçlarının ev yemekleri pişirilen yerlerden sipariş edilmesi, çamaşırların kuru temizlemeye götürülmesi, çamaşırların çamaşırhanelerde yıkatılıp kurutulması, halı ve battaniyelerin belirli şirketlere anlaşarak temizliğinin sağlanması, annelerin bakıma muhtaç yavrularını bakıcıya teslim etmeleri, okul çağındaki çocukların eğitim sorumluluklarında anne ve(ya) babanın çalışma saatlerine uygun kreş ve etüt ortamlarının sağlanması vb. durumlar bugün çok alışık olduğumuz durumlar olsa da “X” kuşağının pek alışık olmadığı durumlar olarak değerlendirilebilir. Burada bahsettiğimiz tüm durumlar kapitalizmin de etkileri ile “Y” ve “Z” kuşağının alışık olduğu ya da alışık olması zorunlu olan örnekleri olarak da değerlendirilebilir. Türk toplumu, aile bağlarına önem veren güçlü bir toplumdur. Bu özellik nedeniyle Türklerin ana baba sorumlulukları yaşamları boyunca devam etmektedir. Özellikle emeklilik döneminde olan nine ve dedelerin torunlarına bakması, çalışan evlatlarına evli olsalar bile yemek pişirmesi vb. hizmetler aileye destek sağlayıcıdır. Kısaca; görünmez emek hâli ile ilgili ev hanımlarının ev halkına sunduğu hizmet şekli genç evliler için ana baba desteği gibi görülse de ekonomik anlamda büyük bir külfetten kurtarıcı bir güç olarak da değerlendirilebilir. Bu durumu bir de kayıt dışı ekonomi açısından ele alacak olur isek; kadınlarımızın birçoğu evde “anne” olma ya da “eş” olma rolleri nedeniyle işlerinden ya da mesleklerinden vazgeçebilmektedirler. Son olarak şunu belirtmek gerekir ki; kadının çalışma hayatında var olması, erkeklerin ve toplumun "ev hanımlarını" nasıl tanımladıkları ve nasıl algıladıklarını da değiştirmeye vesile olmuştur.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sosyoloji Yazıları