Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Selim İleri'nin Düşündürdükleri 2: “YAZAR” OLMAK MI, “AYDIN” OLMAK MI?

Nazım Mutlu

Kategori: Edebiyat - Tarih: 17 Şubat 2025 16:02 - Okunma sayısı: 136

Selim İleri'nin Düşündürdükleri 2: “YAZAR” OLMAK MI, “AYDIN” OLMAK MI?

Bir önceki yazıda 8 Ocak 2024 günü aramızdan ayrılan Selim İleri’nin yazarlık yolunda etkilendiği lise öğretmenleri Vedat Günyol’la Rauf Mutluay örneğinden hareketle 19. yüzyılın son çeyreğinden 20. yüzyılın son çeyreğine dek öğretmen-yazar-şair ve aydınımızdan söz edilmiş; onların Türkiye’nin toplumsal dönüşümündeki olumlu etkilerinden söz edilmişti. Bu bağlamda 1880-1980 arasındaki 100 yıl içinde öne çıkan ve adları bir çırpıda sayılabilecek 50 dolayındaki öğretmen-yazar-şair ve aydınımıza karşın 1980’lerden bu yana benzer düzeyde ve önemde olabilecek öğretmen-yazar-şair yokluğu vurgulanmıştı. Bu durumun nedeni olarak da en çok ülkemizin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet’in “tam bağımsızlık” yolundan sapıp ekonomisi, eğitimi, sağlığı, kültürüyle emperyalizme “tam bağımlılık” yoluna girmesi gösterilmişti.

Dolayısıyla Selim İleri önceki yazıya bu açıdan esin kaynağı olmuş, ama onun özelinde değinilmek istenen ‘yazar-aydın’ kimliğine ilişkin düşünceler bu yazıya bırakılmıştı.

Bırakılmıştı ama romandan eleştiriye, öyküden senaryoya, denemeden derlemelere dek yazın alanının hemen her türünde sayısı 100’ü geçen yapıtın bu çok yönlü yazarıyla ilgili az ya da çok bir şeyler söylemenin kolay olmayacağı da bir gerçek. Kaldı ki sorun, İleri’nin salt çok yönlü-çok kitaplı bir yazar olmasıyla sınırlı da değil, onun romanları, kimi gazetelerdeki köşe yazarlığı, eleştirileri, kısacası yazar-aydın kimliği konusunda dönem dönem sert tartışmaların öznesi olmasıyla ilgilidir.

“YAZAR” İLERİ

Yayımlandığında (1977) özellikle yazın-eleştiri dünyamızı epeyce dalgalandıran romanı Her Gece Bodrum’la ilgili tartışmalar 1980 ortalarına dek sürmüştü. Sonrasında da gerek onunla ilgili gerekse benzer çizgideki Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi, Bir Akşam Alacası gibi romanlarında işlenen kentsoylu karakterlerin bunalımları, onların daha çok cinsellik temelli ilişkileri, bu yapıtların yayımlandığı yıllarda tartışma konusu olmuştu. Yusuf Atılgan’la Oğuz Atay’ın romanlarında da öne çıkan ‘entelektüel’ tiplerin açmazlarında yoğunlaşan izlekleriyle İleri’nin “yazar” olarak tavrı, olumlu-olumsuz birçok eleştirinin kapsama alanında oldu hep. Bu, çizgisini belirginleştirmek isteyen bir yazar için kuşkusuz önemli bir durumdur. Hele ki taşlanacak meyveli ağaç bulmanın güçleştiği koşullarda… Bu açıdan bakıldığında -sonuç hangi yönde olursa olsun- İleri, her şeyden önce çalışkanlığı ve üretkenliğiyle yazın-düşün kamuoyunun ilgi alanında olmuştur.

1940’lı-50’li yıllarda profesör çocuğu olmak, Galatasaray Lisesi’ni beğenmeyip okul değiştirmek, hukuk fakültesini yarıda bırakmak gibi milyonların arayıp bulamadığı olanaklar içinde büyüyen İleri’nin romanlarında, öykülerinde, oyunlarında yaşattığı kişilerin işçilerden, köylülerden olmayıp aydın, yarı aydın, varlıklı kentsoylulardan olması, onların toplumla, çevreyle, en çok da kendi iç dünyalarıyla hesaplaşma içinde olmaları kadar doğal bir durum yoktur. Eli kalem tutan her yazar-şair hangi iklimin parçasıysa o iklimin, hangi sularda yüzdüyse o dünyanın parçalarını daha yakından tanır, onları anlatır doğal olarak. Bu seçimi ve yapıtlarında işçilere, yoksullara yer vermemesi nedeniyle geçmişte İleri’ye yöneltilen kimi eleştiriler yersizdir. Yazarın bilmediği bir dünyanın varlıklarını anlatması, sorunlarını dillendirmesi yapay, sahte bir tutum olur. Bu açıdan yapılacak eleştiride ölçü, burjuva sınıfının bireylerinden örneğin Cem’in (Her Gece Bodrum), Perihan Yelli’nin (Saz Caz Düğün Varyete), Ferruh Bey’in (Yaşarken ve Ölürken), Belkıs’ın (Ölüm İlişkileri) gerçek dünyalarını sanatsal düzlemde ne ölçüde başarıyla işlediği olmalı.

Romanları, öyküleri ve oyunları kadar deneme, eleştiri ve anılarında işlediği sanata, yazınsal ve toplumsal-siyasal sorunlara ilişkin görüşleri ve eleştirileriyle de dönem dönem gündem yaratan İleri’nin dikkatlerden kaçmayan bir tutumu da söz konusu görüş ve eleştirileri yer yer özellikle romanlarına taşıması, bunları kişiler aracılığıyla romanlarında işlemeyi sürdürmesidir. Halit Ziya Uşaklıgil’den Attilâ İlhan’a, 20. yüzyıl Türk romanının (ondan önceki ilk romanlarımıza “roman” demekten çok “roman denemeleri” demek gerek) konularından kişilerine, sorunsalından biçemine dek kapsamlı bir fotoğrafını çektiği Çağdaşlaşlık Sorunları’ndakine benzer biçimde Türk ve dünya yazınının kuramsal sorunlarını romanlarına serpiştirir. Yaşarken ve Ölürken, “Güzelduyu üzerine düşünüyordum” tümcesiyle başlar. Roman, Hegel’in Estetik Dersleri’nden, Proust’tan, V. Woolf’tan, B. Croce’den, A. Dumas Fils’ten vb. söz eden denem/eleştirilerle doludur. Son romanı Sona Ermek’teki son sayfanın ilk paragrafı şöyledir: “Demek Çehov’un oyunlarında yalnızca aktörler değil, Vanya Dayı değil, zavallı Firs, Olga, iskemleler, giysiler, askerî bando, İvanov’un okuduğu kitap, cırcır böceği, orman yolu, ağaçlar da oynamak zorundaymış. Treplev’in ‘yazmak sancısı’nı düşünüyorsun: Herhalde yalnızlıkta bütün bir bekleyiş.”

Okur, bu romanın iç sayfalarında da örneğin Mansfield’le, Ahmet Haşim’le, Çehov’la, Mevlana’yla vb. gibi gerçek dünyanın ünlü kişileriyle de karşılaşır.

Romanlarının en bilineni Her Gece Bodrum’un birçok paragrafında örneğin Hegel, Marx, Engels, Shelley, Shakespeare, Homeros gibi evrensel kişiler ve komünizm, materyalizm gibi evrensel kavramlara ilişkin tartışmalarda bulur okur kendini.

İleri’nin yaptığı gibi sanatsal/yazınsal sorunların irdelendiği deneme, eleştiri, makale gibi düşünsel türleri parçalar halinde de olsa romanda, romanlarda kullanması okura ilginç, hatta sıcak gelebilir belki ama bunun teknik-kurgu-biçem bakımından romana ne kattığını ya da ne götürdüğünü konunun uzmanları bilir doğal olarak. Ancak öykünün, romanın düşünceyi de duyguyu da doğrudan değil, dolaylı yolla, sanatsal dille sunması, genel olarak öteden beri bilinen ve benimsenen görüştür.

Yeri gelmişken İleri’yle ilgili asıl itirazımı yine sona bırakıp onun yazar kimliğine ilişkin bir iki özelliğinden daha söz edelim:

ÇOK TÜRLÜLÜK, ÇOK KİTAPLILIK

Selim İleri, yazı(n) türlerinin neredeyse tümünde kalem oynatmıştır. Çok olmasa da gerek dünya yazınında gerekse bizde yazar/şair olarak kendilerine böyle çoklu yol çizen örnekler vardır. Rus yazar/şair Puşkin, 37 yıllık yaşamına şiirden tiyatroya, öyküden romana ve öbür düzyazı türlerine dek birçok dalda gezinmiştir ama ancak iki “kız”ı bugüne ulaşmıştır: Maça Kızı (öykü) ile Yüzbaşının Kızı (roman). Fransız Albert Camus ise 47 yıllık yaşamına sığdırdığı onca roman, oyun, öykü ve denemelerinden yalnız Veba’sı ve bir de olsa olsa Yabancı’sıyla yazın evreninde varlığını sürdürüyor. Bizdeyse böyle çok “tür”lü (şiir, öykü, roman, oyun, deneme, eleştiri…) alanlarda sözü olanlar arasında hemen akla gelebileceklerden Necati Cumalı ile Attilâ İlhan’ın örneğin yüz yıl sonrasına kalıp kalmayacakları, kalırlarsa hangi türdeki yapıt ya da yapıtlarıyla kalacakları hâlâ belli değildir. Bu çok “tür”lülük, belki daha başarılı olunabilecek bir iki türde (örneğin öykü, roman ya da şiir, deneme) yoğunlaşıp daha kalıcı yapıtlar vermenin önündeki engellerden biri olmalı. İlgi ve dikkat alanının genişliği bizdeki günlük dile yansıdığı gibi (Ne iş olsa yaparım abi!) olduğunda kısa erimli amaçlara yarasa da bu yöntemle geleceğe kalma olasılığı zayıftır.

Öyleyse İleri gibi her yazı(n) türünde en az yedi sekiz kitap yazmanın amacı ne olabilir? Popülerliği kültürel, yazınsal, ekonomik vb. avantaja dönüştürme dürtüsü mü? Asıl uğraş alanı roman, öykü, oyun gibi sanatın sınırları içindeki türler olsa da “aydın” sorumluluğunun gerektirdiği siyasal, toplumsal sorunlara ilişkin önerilerle toplumu uyarma isteği mi? Ya da içsel/dışsal başka nedenler…

Yazar açısından bu tür yönsemelerin her biri önemlidir kuşkusuz ama çevreye çokça yayılmanın yazılanların niteliğini geriletme riski vardır. İleri’nin ne ölçüde geleceğe kalacağını, kalırsa eleğin üstünde nelerin görüneceğini şimdiden kestirmek güç elbette ama gelecek kuşakların onu örneğin iyi bir roman yazarı olarak görmelerinin yolunun onun daha sınırlı bir alanda derinleşmesinden geçeceği de yanlış olmasa gerek.

Bu çerçevede, birçok türde olmayıp daha az türde, ama sayıca –yine İleri gibi- 100’ün üstünde kitap yazmak da aynı derecede riskler taşıyan bir tutum olsa gerek. Çok yazmanın nedenleri her yazar için farklı olabilir. İleri’ninki onlar arasında olsa olsa sürekli yazmadan yaşayamamakla ilgili olmalı. Oysa izlek ve biçem olarak daha çok H. Ziya Uşaklıgil, A. Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan romancılığına, düşünsel tavır olarak son yıllarına dek yer yer Kemal Tahir’e, Attilâ İlhan’a yakın duran İleri, bu adların her birinin en çok iki romanla bugüne geldiklerini, bugünden sonrasına gidebildikleri yere de büyük olasılıkla imzalarını taşıyan birer romanla gidebileceklerini bilemeyecek birisi değildir. Böyleyken neden her dalda çok yazmaya yönelmesinin nedenini -ya da nedenlerini- kestirmek güç.

ÖDÜLLERİN İLERİ’Sİ…

2008’de yitirdiğimiz eleştirmen Fethi Naci’nin 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme’deki tanımlamasıyla “hüzünlerin, acıların, ayrılıkların, karşılıksız sevgilerin, yıkılışların; birbirini anlayıp sevmenin değil iletişimsizliğin, ‘yoz güzellik’in yazarı” Selim İleri, çalışkanlığın, üretkenliğin ve elbette ulaştığı yazınsal düzeyin bedeli olsa gerek, birçok önemli ödülün de sahibidir aynı zamanda. Henüz 27 yaşındayken yayımlanan Dostlukların Son Günü adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı (1976), hemen ardından Her Gece Bodrum adlı romanıyla Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü (1977), çok geçmeden de Yaşarken ve Ölürken’le Milliyet Sanat Dergisi Roman Ödülü’nü (1981) alan İleri, sonraki yıllarda romanları, senaryoları, denemeleri ve gezi kitaplarıyla şu ödülleri alır: Sinema Yazarları En İyi Senaryo Ödülü (1983), Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü (1991), Afife Jale Oyun Ödülü (1997), Avni Dilligil Oyun Ödülü (1997), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kültür Sanat Ödülü (1999), Orhan Kemal Roman Ödülü (2002), Sedat Simavi Edebiyat Ödülü (2003), Türkiye Yazarlar Birliği Hatıra-Gezi Ödülü (2005), Aydın Doğan Ödülü (2012), Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü (2012), Türsak Vakfı Türk Sinemasına Hizmet Onur Ödülü (2013) ve Erdal Öz Edebiyat Ödülü (2021).

Nobel gibi uluslararası ödüllerde olduğu gibi bizde de ödüller, özellikle yazınsal ödüller çoğunlukla tartışma konusu olmuştur. Ödül veren kurum ve kuruluşların siyasal konumları, adam kayırmacılık gibi türlü boyutlarıyla sık sık basına, eleştiri alanına yansıyan ödül tartışmaları arasında İleri’nin aldıklarıyla ilgili olanlar da olmuştur herhalde. Ama biz İleri’ninkilerle ilgili ödüllerde bu tür tartışmaların olmadığını, tümünün nesnel, ödül seçici kurullarının yansız, hak gözeten tutumlarıyla verildiğini düşünelim. Kimisinin daha keskin, kimisinin yumuşak çizgilerle de olsa siyasal konumları bakımından İleri’nin aldığı ödüller arasında Türkiye Yazarlar Birliği’nin (TYB) ödülleriyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki (2012) ödül dikkat çekicidir. Kurulduğu 1979’dan günümüze dek geçen 46 yıl içinde yalnızca iki kadının yönetimde – o da edilgin görevle (üye)- yer alabildiği, yaşamı boyunca Cumhuriyet’le ve onun aydınlanmacı değerleriyle kavgalı D. Mehmet Doğan’ın 17 yıl genel başkanlığını yaptığı TYB’nin İleri’ye verdiği iki ödülü de onun soldan sağa-sağdan sola geçişken düşünsel yanına yormayıp kaleminin gücüne verelim. Benzer gerekçeyi 2012’deki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü için, yani 2008’den sonra Zaman gazetesinde yazdığı yıllar için de geçerli sayabilir miyiz? Gül döneminin seçici kurulu, örneğin 2008’den önce Cumhuriyet gazetesinde yazdığı yıllarda aynı ödülü yine ona layık görür müydü?

Sağı solu iç içe geçmiş yeni liberalizmin düşünsel-sanatsal evrenimizi kuşatma altına aldığı dönemlerde yayılan göstermelik siyasal yumuşaklığın etkisiyle bu tür sorular katı, hatta gereksiz bulunabilir. Ama unutmayalım ki Türkiye, günümüzdeki iktidar despotluğuna Altan ailesi, H. Bülent Kahraman, Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Oya Baydar, Toktamış Ateş, Alev Alatlı, Baskın Oran, Adalet Ağaoğlu gibi liberal “yetmez ama evet”çilerin sözde “aydın” tavırlarıyla gelmiştir. Cumhuriyet değerlerine karşı girişilmiş bütüncül saldırıyı henüz işin başlarındayken görmeyen, göremeyenler arasında ne yazık ki İleri de vardır ve bunu yalnız ona verilen “ödül” silsilesinden değil, en çok da onun Cumhuriyet’ten Zaman’a çark edişinden anlayabiliriz.

VE “AYDIN” İLERİ

Cumhuriyet ve Zaman!...

Bu ikisinin ilkinde de dönem dönem omurgası yumuşak kalemler gelip geçmedi değil. Bugün de yazıp çizdikleriyle tartışma götürür kimi köşe yastıkları var orada. Ama basın kurumları içinde 1923 Cumhuriyetiyle yaşıt geçmişi, onunla özdeşleşmiş tarihsel, ideolojik kimliğiyle Zaman gazetesinin başından beri bilinen Cumhuriyet’e, Atatürk devrimlerine, bilime, aydınlanmaya karşı tutumu belliyken bir çırpıda oradan oraya atlamak, nasıl bir “aydın” tutumu olabilir? Hatta bu açıdan bakınca konunun öznesine “aydın” diyebilir miyiz? Evin bir odasından öbürüne geçmek kadar masum bir davranış sayabilir miyiz bunu?

İleri, daha sonra (28 Mayıs 2018) Sabah gazetesine konuşuyor ve kendisinin de yazarı olduğu gazete sahiplerinin kalkıştıkları darbe konusunda şunları söylüyor:

“70 yaşıma yaklaşırken yaşanabilecek en büyük facia olarak görüyorum 15 Temmuz’u. Allah bizi ve ülkemizi korudu. FETÖ, akıl almaz bir yapılanma ile devlete sızmış. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı Türkiye mahvolurdu, büyük bir yıkım yaşardı.”

Darbeye kalkıştıkları tarihe ramak kala köşesine kurulduğu emperyalizmin kuklası gazetede kalem oynattığı sıralarda “FETÖ, akıl almaz bir yapılanma ile devlete sızmış” diyebilmek için ülke yazını ve düşün yaşamında yarım yüzyıl önemli yer tutmuş bir yazarın “aydın” olması bir yana, kör olması gerek!

Ek bir İleri davranışı daha ekleyelim onun zikzaklı sözde “aydın” tavrına ve romancı, öykücü, denemeci, eleştirmen, senarist, oyuncu vb. yazarımızla ilgili son kararı bu yazıyı okuyanlara bırakalım:

Yine Sabah gazetesindeki o söyleşiden öğreniyoruz ki İleri, bu gazetenin ilkini 2018’de düzenlediği Sabah Yıldızı Kültür ve Sanat Ödülleri Edebiyat Jürisi Başkanı’dır!

Selim İleri örneği epeyce konu hakkında epeyce şeyler anlatıyor, anlayana…

Yorumlar (1)
Binnur Yeşilyaprak - 18 Şubat 2025 10:08
Titiz bir değerlendirme yazısı.. şapka çıkarıyorum. Evet, Selim İleriyi severek okurum ama duruşunu eleştiririm.
EN SON EKLENENLER
Edebiyat - 17 Şubat 2025 19:44

Umut

BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Edebiyat Yazıları
Buz Dağı

Edebiyat 19 Şubat 2025

Buz Dağı

Plastik Top

Edebiyat 18 Şubat 2025

Plastik Top

Umut

Edebiyat 17 Şubat 2025

Umut

Goril ve İnsan

Edebiyat 16 Şubat 2025

Goril ve İnsan

Gücük Ayı

Edebiyat 13 Şubat 2025

Gücük Ayı

KADER

Edebiyat 09 Şubat 2025

KADER