Halis, babasından kalan köhne çiftlik evinin bahçesindeki çam ağacına yaslanmış, ayaklarını uzatmış bir hâlde Şubat’ın serin havasını soluyordu. Gökyüzü, bahara geçişin ilk ipuçlarını veren bir açıklıkla parıldıyor, cemre havaya düşmüş, hava sanki biraz daha canlanmış gibiydi. Doğanın uyanışı, yavaş yavaş kendini hissettiriyor, toprağın derinliklerinden gelen bir tınıyla hayat yeniden filizleniyordu.
Yanında oturan Satiye, bir dalı eline alıp toprağa ince ince desenler çiziyordu. Dalların şekilleri, toprakta hayat buluyor; her çizgi, baharın müjdecisi bir hikâye anlatıyordu. Halis’in kısa bir an sustuğunu fark edince başını çevirdi. Sıcak ve yumuşak sesi, serin havada bir melodi gibi yankılanıyordu.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu.
“Bu ayı, gücük ayı derler ya… Kısa olduğu için. Düşünüyorum da, bazen hayat da böyle. Ne kadar uzun ya da kısa olduğu önemli mi sence? Yoksa önemli olan içini nasıl doldurduğun mu?” Halis’in gözleri, gökyüzündeki ilkbahar umutlarıyla doluydu; her bir bulut, her bir rüzgâr esintisi, hayatın ne denli kıymetli olduğunu hatırlatıyordu.
Satiye, Halis’in gözlerindeki derinliği fark etti. “Belki de önemli olan, hayatın her anını hissedebilmekte,” dedi. “Cemre havaya düştüğünde, her şey taze bir nefes alır. Soğuk kış günleri sona erer; çiğdemler, mor, sarı ve beyaz renkleriyle toprağı delip geçer. Doğa, yeniden doğar.”
Halis, Satiye’nin sözlerini düşünerek, çam ağacının gölgesinde derin bir nefes aldı. Baharın gelişi, sadece mevsim değişikliği değil, ruhun da tazelenmesi gibiydi. Havanın içindeki hafif ıslaklık, bahar çiçeklerinin açacağı, kuşların cıvıldayacağı ve umutların yeşereceği günlerin habercisiydi. Cemre havaya düştüğünde, her şeyin yeniden başladığını hissediyor, içindeki kıpırtıyı takip ediyordu.
“İçimizi nasıl doldurursak, hayat da öyle doluyor işte,” dedi Halis, gözlerini gökyüzüne dikip. “Her bir an, bir cemre gibi; düşüp, hayatı canlandırmak için bir fırsat sunuyor.”
Satiye bir an düşünüp hafifçe güldü. "Nedendir bilmem, hep derin sorularla boğuşuyorsun… Ama yine de haklısın. Hayat bazen ne kadar yaşandığından çok, nasıl yaşandığıyla anlam buluyor."
Halis bir dal uzatıp yerdeki bir yaprağa dokundu. "Biliyor musun," dedi. "Geceleyin yıldızların altında oturup gökyüzünü izlemeyi çok seviyorum. Sanki her bir yıldız, içindeki derinliği ve gizemi simgeliyor. Parlak ama uzaklar, hayallerin peşinden koşmamız için bizi davet ediyor gibi."
Satiye, onun bu düşünceleri karşısında etkilendiğini gizleyemedi. "Bugün cemre düşüyor, biliyorsun değil mi?" dedi.
Halis başını salladı. “Elbette. Toprağa, havaya, suya hayat getiren o ışık zerreciği… Sanki hayata dokunan bir umut gibi. Ama bazen düşünüyorum, iyilik de aynı şekilde yayılabilir mi? Ya da kötülük suda bir damlası gibi her şeyi karartır mı?”
Satiye, Halis’in bu sözü karşısında dalın ucu ile çizdiği deseni bozmaya başladı. “Hayat çelişiklerle dolu. Kısa da olsa güzel. Belki de bizim işimiz iyiliği korumak, ne kadar kısa olursa olsun, ona yer açmak.”
Tam o anda hafifçe rüzgâr esti ve bahçenin öbür ucundaki eski kuyudan bir tıngırtı duyuldu. Satiye irkilip başını sesin geldiği yöne çevirdi.
“Neydi o?” diye fısıldadı.
Halis sakin bir şekilde yerinden kalkıp kuyunun yanına gitti. Kuyunun kapağı hafif aralıktı ve rüzgârın etkisiyle hafif hafif sallanıyordu. Kapıyı dikkatlice kapatıp geri döndü. “Bir şey değil,” dedi, “Eski tahtalar rüzgârda oynuyor.” Ama gözlerinde bir tedirginlik vardı.
Bahçeye geri döndüklerinde Satiye’nin dalı toprağa bir haç gibi sapladığını fark etti. Halis gülerek ona baktı. “İyilik ve kötülük çelişkisi mi?” diye takıldı.
“Hayır,” dedi Satiye. “Sadece düşünüyorum. Suyun sessizliği mi, yoksa üzerine düşen cemrenin harekete geçirme gücü mü? Hangisi hayata daha çok yakın?”
Halis oturduğu yerden çam ağacına bir daha baktı. Onun gölgesinde geçen yazları, esen rüzgârlarda fısıldayan dalları hatırladı.
“Hayatın kısa oluşunu sorgulamak değil mesele,” dedi. “Asıl mesele, ne kadar kısa olursa olsun, o güzelliği fark edebilmek. Gücük ayı belki kısa, ama bahara çıkan yolu o açıyor.”
Satiye, Halis’in gözlerinin derinliklerindeki şefkati fark etti. Ayağa kalkıp onun yanına oturdu ve omzuna yaslandı. Rüzgâr yeniden esti, ama bu kez daha yumuşak ve hafifçe. Cemrenin havaya düşüşü, yaşamın karmaşık ama bir o kadar da anlamlı dengesi gibi her ikisinin de içini huzurla doldurdu.
Hayat belki gücüktü, ama içindeki güzellik her şeyi mümkün kılacak kadar büyüktü. Cemrenin suya düşüşüyle, doğanın döngüsü yeniden başlıyor, her şey sanki yeni bir umutla canlanıyordu. Yaşamın kendisi, bu döngüde gizliydi.
13 Şubat 2025 İstanbul
08 Şubat 2025 20:23
07 Şubat 2025 08:01
10 Şubat 2025 15:19
05 Şubat 2025 12:14
06 Şubat 2025 01:59
07 Şubat 2025 09:34
03 Şubat 2025 13:16
03 Şubat 2025 23:50
12 Şubat 2025 15:05
06 Şubat 2025 10:10