Dr. Müzahir Kılıç
Kategori: Edebiyat - Tarih: 12 Şubat 2025 11:44 - Okunma sayısı: 33
Divan şiiri nedir? Bana göre 13 ve 19. yüzyıllar arasında, Anadolu sahası ve Anadolu sahası dışında Osmanlı’nın hâkim olduğu yerlerde edebi alanda oluşturulan şiir ve şiir kaplarının oluşturduğu edebiyattır. Bunlar “Divan” adıyla bilindiği için bu uzun dönemdeki edebiyata Divan Edebiyatı denilmiştir. Ayrıca bu edebiyat; Şi’r-i Kadim, Divan Şiiri, Osmanlı Edebiyatı, Seçkinler Edebiyatı, Seçkin Zümre Edebiyatı, Havas Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı, Klasik Edebiyat gibi isimlerle de bilinmektedir. Bu isimlerin nedeni üzerinde değil, bu isimlerle Divan Edebiyatımıza karşı önyargılı olanla için bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Saldırılar ve önyargılar ne olursa olsun Divan şiirinin kendisini savunmaya ihtiyacı yoktur. Ziya Paşa’nın şu beytini hatırlatmak uygun olur kanaatindeyim. “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."
Bugün Türkiye’de ve Türkiye dışında birçok kütüphanede mevcut yazma divanlar, mesneviler ve şiir mecmuaların varlığı ve günümüze kadar kendini muhafaza etmesi bu edebiyatın değerini ortaya koymaktadır. Yüksek lisans veya Doktora çalışmasıyla Latin harfleriyle transkriptle günümüz edebiyatına kazandırılan bu eserlerin hala incelenmeye ve sanat değerlerinin edebiyat-severlere anlatılmasına ihtiyaç vardır. Divan şiirinin sanatsal güzelliğini ifade etmeme gerek yoktur.
Divan şiirimiz için öteden beri lehinde ve aleyhinde yazanlar çoktur. Biz Divan şiirinin ne olduğunu açıklamadan Yahya Kemal’in mısralarıyla başladık işe… Zannederim en son söyleyeceğimizi baştan söyledik. Ne diyor şairimiz: “Eski şiirimiz kıyamete kadar sönmeyecektir. O bir meş’ale gibi elden ele devredilir” Bu sözün üzerine söz söylemek için en az bir Y. Kemal olmak gerekir. Bizim hiç birimiz Yahya Kemal kadar şi’r-i kadime vakıf olamayacağımıza göre divan şiiri hakkında daha itidalli olmamız gerekir diye düşünüyorum.
Şöyle 16. Yüzyıla bir gidelim, Divan şiirinin beş büyüğüne bir göz atalım: Fuzulî, Bâkî, Nedim, Nef’î ve Şeyh Galip… Fuzulî’nin lirizmi, Bâkînin ihtişamı, Nedim’in zevk ü sefası, Nef’î’nin keskin dili ve Şeyh Galib’in tasavvuf anlayışını anlamaya kalkışsak bize yeter. Gerçi Divan şiirinin beş büyüğü dedik ama başta rahmetli Orhan Okay buna karşı çıkardı. Yeni Türk Edebiyatı akademisyeni olmasına rağmen Divan şiirine de oldukça hâkimdi ve isimleri ve divanları günümüze kadar uluşan şairlerin her biri bir Fuzuli’dir, bir Bakî’dir derdi. Haksız da değil… Tanınmak bir şans ve imkân işidir. Nice kudretli şairler silinip gitmiştir. Zati olmasaydı, Baki bu kadar tanınabilir miydi? Sanat erbabı olmak yetmiyor. O sanatı yaşatmak ve tanıtmak da gerekiyor.
Neyine karşı çıkıyorsunuz? Diline mi? Heyhat! Sanatın herkes tarafından anlaşılma endişesi yoktur. Edebiyat bir sanattır, eski şiirimiz, şi’r-i kadim yani divan şiirimiz her haliyle sanattır. Onda hayatın tam tamına kendisini, her şeyini bulursunuz. Öyleyse Divan Şiiri sosyal hayattan uzak ifadesi tamamen önyargılı olanların ifadesidir. Sanatı anlamak; o konuda eğitim görmeye, kendini yetiştirmeye bağlıdır. Bugünün modern şiirini de birçoğu anlamıyor. Ne diyelim, bunlar şiir değil mi diyelim.
Bu konuda yabancı bilim adamları veya edebiyatçıları bizden daha iyi düşünüyor. Bu edebiyatın varlığına ve değerine bizden daha çok önem veriyor. Walter G. Andrevs’in Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı adlı eserini okuyunca bu kanaatim iyice perçinleşti. Kitabın 12. Sahifesinde Osmanlı şiirinin –Divan şiirine Osmanlı şiiri diyor- Osmanlı toplumuyla birlikte sürekli değişim gösterdiğini söylüyor, bu değişimin hız ve boyutlarının hala aydınlığa kavuşturulmadığını ifade ediyor. Buradan yola çıkarak edebiyatın dolayısıyla şiirin sosyal hayatın değişimi ile birlikte yeni boyut kazandığını ve ona göre şekillendiğini söyleyebiliriz. Osmanlı şiirinin gerçek hayatla ilgisi yoktur diyenlere Andrevs “Çok büyük ihtimalle kendisini üreten kültürün ve toplumun hayatıyla her türlü alış-verişi vardır” demektedir. Hani sosyal hayattan uzaktı? Hani Seçkinler Edebiyatı idi. Bu yönüyle doğru. Edebiyatı oluşturanlar seçkin(ilim sahibi) kişilerdir ama hitap ettiği toplum için “seçkin” ifadesini kullanmak haksızlık olur.
Osmanlı şiirini 12-19. Yüzyıllara hapsedersek her yüzyılda dil ve sanat bakımından farklılaştığını görmek mümkündür. Dil değişkenlik gösterince onun ürünü olan edebiyat da değişiklik gösterecektir.
Bugünün şiirine dil uzatmak haddimize değil ama dünün o ihtişamlı edebiyat dünyasına, şiirine dil uzatanları da hoş görmemiz mümkün değil. Yıllar önce Varlık dergisi “Divan Şiiri Özel Sayısı çıkarıyor, bu dergideki yazılara bir göz attım dönemin aydınları(!) Divan şiiri hakkında neler dememişler ki. Buna kısaca şöyle bir tabirle cevap verelim “Kişi bilmediğinin cahilidir”. Evet, bu özel sayıda Divan şiirine saldıranlar eminim ki bu şiiri anlamaktan uzak ve kifayetsizler. Eğer dilin Arapça ve Farsça ağırlıklı kelimelerden oluştuğunu iddia ediyorlarsa haksızlar, çünkü o dönem halkın konuştuğu dildeki kelimeler birçoğu da Arapça ve Farsça idi. Bugün bile dilimizden Arapça ve Farsça kelimeleri çıkarıp atacak olsak konuşma ve anlaşma imkânımız olabilir mi? Divan şiiri kalıp sözlerden mazmunlardan oluşuyorsa bu şiirin güzelliğidir. İçyapıyı destekleyen en önemli unsurdur. Manzum ve mukaffa oluşu ahenk yönünden bir güzellik sağlamaktadır.
Bazıları şunu merak ediyorlar: Bu edebiyat hala yaşıyor mu? Evet, az da olsa yaşıyor. Ebced hesabı ile tarih düşürenler, gazel ve rubai nazım şekliyle şiir yazanlar var. Divan Edebiyatı üzerine akademik çalışma yapanların oluşturduğu “Hasbahçe” isimli sosyal sitede paylaşımlar yapılıyor. Günümüzde divan şiiri geleneğini devam ettirenler yukarıda Yahya Kemal’in sözünün muhataplarıdır. Aruz vezni açısından ve ebced hesabı açısından zor olsa da günümüz divan şairleri bu geleneği, sanatı sürdürdükleri için gönüllerine sağlık dileğimizi sunalım.
Kısaca şunu söylemek gerekir ki, biz anlayamıyoruz diye Divan şiiri kendinden bir şey kaybettirmez. Onun sanatı ve estetiği ve güzelliği hep devam eder. Modern resimden anlamıyoruz diye, bu sanatı ve sanatçılarını; modern müzikten anlamıyoruz diye bu sanatı hiçe mi sayalım.
Klasik edebiyatımızın türlerinden biri olan muamma ile bir örnek vermek ve bu güzelliğin sade bir şekilde aktarılmış olmasını belirtmek gerekirse bir beyitte şöyle diyor.
Dedemin belinde düdük
Bir muamma da biz dedük
Şâir burada adını doğrudan söylemiyor, mısrada kelimelerin mecazında gizliyor. Mesela; Dede= Ced, düdük ise ney anlamındadır. ?? ced kelimesinin ortasına ?? ney kelimesini koyarsanız ???? Cüneyd olur. Divanlarda binlerce örneği vardır. Bunu yazmak da çözmek de sanatın ve sanatçının işidir. Bu güzellik Klasik edebiyatın güzelliklerinden biridir.
Sanatı ve sanatçıyı ön yargı olmadan sevmek ve saygı göstermek o sanattan anlamakla olur.
08 Şubat 2025 20:23
07 Şubat 2025 08:01
10 Şubat 2025 15:19
05 Şubat 2025 12:14
06 Şubat 2025 01:59
07 Şubat 2025 09:34
03 Şubat 2025 23:50
06 Şubat 2025 10:10
06 Şubat 2025 10:15
03 Şubat 2025 08:54