“Jacknife” Filmi Üzerine
“Jacknife” (1989) filmi, yönetmenliğini David Hugh Jones’un yaptığı ve başrolde Robert De Niro, Ed Harris ve Kathy Baker’in oynadığı bir Vietnam Savaşı sonrası sendromunun konu edindiği Amerikan yapımıdır. Savaş bitmiştir, ancak savaş gündelik yaşamın içine taşınmıştır ve savaşın yıkıcı izleri belleklerden silinememiştir.
Joseph Megessey, kısa adıyla Megs, (Robert De Niro), nispeten savaşın psikolojik yıkımının üstesinden gelmeyi başarmasına karşılık Dave (Ed Harris) tam olarak savaşın yıkıcı etkisinden kurtulamamıştır.
Bu filmde ilki “yüzeysel” diyebileceğimiz, ikincisi de daha “derinde” yatan iki temel sorunun karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Yüzeysel açıdan sorun Dave’in çok sevdiği arkadaşı Bobby’nin savaş alanında ölümünden büyük üzüntü ve suçluluk duygusu içinde olduğudur. Dave, Bobby’nin ölümünden kendilerini sorumlu tutmaktadır. Dahası Dave, Bobby’nin ölümünden diğer arkadaşı olan Megs’i sorumlu tutmaktadır. Filmin sonuna kadar, Dave bu suçluluk duygusuyla ve kafasında suçlu olarak ilan ettiği kişiyle yaşamaya devam eder. Bu arada Megs’in lakabı Jacknife’tır.
Filmde işlenen ve daha derinde yatan sorun ise şu ki, Dave’in kendisinin “ürkek” kişiliğini bastırması olayıdır. Zira Dave, filmin sonlarına doğru bir grup terapisi ortamında kendisinin arkadaşları arasında “korkak” olan olduğunu itiraf etmiştir. Bu itiraf bir arınma, terapik bir gelişmedir. Buraya tekrardan döneceğiz.
Filmde olaylar şöyle gelişir: Megs, Dave’in kız kardeşi olan biyoloji öğretmeni Martha’yla (Kathy Baker) tanışır ve ondan hoşlanır. Öte yandan bunu öğrenen Dave ise bu birlikteliğe karşı çıkar, çünkü Megs’ın bir psikopat olduğunu ve kız kardeşi için uygun bir adam olamayacağını düşünür ve dahası bunu Megs’ın kendisine de söyler. Bu, aynı zamanda Dave’in Megs’e olan derinlerdeki saklı öfkesinin de bir dışavurumu gibidir. Oysa Martha, Megs’ten hoşlanmıştır ve yılsonu balosu için Megs’ın kendisine eşlik etmesini ister. Megs bu teklifi kabul eder ve baloya katılır, Martha’nın okuldaki öğretmen arkadaşlarıyla tanışır. Megs ve Martha birlikte eğlenip dans ederlerken bir anda okulun koridorlarından gürültülü sesler yükselir. Dave mezun olduğu okulun hatıra fotoğraflarının ve ödüllerin olduğu vitrinin camlarını kırıyordur. Bu esnada Megs, Dave’in olduğu yere gelir ve ortalık tam anlamıyla diyalektik-teatral bir hal almaya başlar.
Dave’in tezi şudur: Eğer savaş alanında Bobby yerinde kalsaydı ölmeyecekti. Megs’in tezi ise şudur: Hayır, mesele bundan ibaret değildi. Mesele Dave’in, kendisinin yani Jacknife’ın öldüğünü sanmasıydı. Oysa ki Bobby yardım için atılmıştı. [Sonuçta bir askerin yapabileceği ve dahası yapması gereken onurlu, vatanseverce bir davranıştı bu. Bobby, yapılması gerekeni çıkarsızca yapmıştı] Peki Dave’in yanılgısı neydi? “Jacknife öldü Bobby!”, “Jacknife öldü!”… Ama aslında Jacknife yerde yaralı halde yatıyordu. Peki asıl mesele ne idi? Asıl mesele Dave’in -Bobby kadar- yürekli olmamasıydı. Asıl mesele Dave’in “korkak” bir tip olmasıydı.
Şimdi tekrardan Dave’in durumuna dönelim. Demek ki Dave, yalnızca Bobby’nin kaybından kaynaklanan bir yas sürecini yaşamaktan ziyade, zaaflarıyla yüzleşmekten korkmaktadır. Ve Dave, bu korkunun getirdiği suçluluk duygusunu bir başkasına transfer etmesiyle ilgili bir çelişki yaşamaktadır. Bu çelişki yalnızca “mantıksal” açıdan değil, tam da “varoluşsal” açıdan insanın gerçekten neye hizmet etmesi gerektiğiyle, insanın gerçekten ne uğruna mücadele etmesi gerektiğiyle ilgili yaşanılan "kriz"le bağlantılıdır. Sanırım bu olayı daha popüler deyişle “kişinin kendisini sabote etmesi” olarak da yorumlayabiliriz. Ama bana kalırsa mesele zaten tam da yorumlamayla ilgili olsa gerektir. Muhtemelen “korkak” sözcüğü Dave için aşağılayıcı bir duygu barındırıyordur. Ki bence öyledir ve sanırım kimse kendisinin “korkak” olduğunu kabullenmek istemez. Yine de bu Dave için tamamen kişisel bir meseleye dönüşmüş gibidir. Şu halde Dave’in bir şeyleri istediği gibi yapamadığını kabullenmesi, kendi zaafının farkına varması, onun kendisiyle olan yıkıcı mücadelesinin de sonlanmasına ve kendisiyle barışmasında etken olmuştur. Peki bunu ne zaman başarıyor? Filmin sonunda grup terapisinin olduğu bir mekanda kendisinden söz ederek.
Sonuç itibariyle sanırım hepimizin az çok terapiye ihtiyacımızın olduğudur. Ve kim bilir belki de ancak kendimizden söz etmeye başladığımız vakit tüm saçmalıklar, yıkımlar, acılar son bulacaktır. Filmin son sahnesinde geçtiği üzere: “Kim bilir”…