Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

“ AN ‘D OLSUN “

Zeynep HANBAY

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 31 Ocak 2025 13:33 - Okunma sayısı: 226

      “ AN ‘D OLSUN “

“ AN ‘D OLSUN “

Geçtiğimiz ayın en önemli öğretisi şu oldu: Her günümüzün ne kadar kıymetli olduğu ve hayatımıza pamuk ipliği ile değil de bir saç teli ile bağlı olduğumuz gerçeği adeta tokat gibi yüzümüze patlatıldı.

Takvimin her yaprağında büyük puntolarla yazan sayı gölgesindeki günlük rutinlerimize uyarak hayatımızda normal ama değersiz saydığımız önemsiz görülen her şeyin aslında ne kadar önemi olduğu; bizim için çokça anlam ifade ettiği ve başkalarının kayıplarında kendi sevdiğimiz, önemsediğimiz şeylerle bağ kurduğumuz ve bağ kurmamız gerekliliği göklerden gelen karar misali iliklerimize kadar işlenmiş vaziyette.

Geçenlerde bir yazıya denk gelmiştim olduğu gibi aktarıyorum:

Bir satış görevlisine öfkelenmeniz ile birkaç saat sonra komşunuzdan köpeğinizin havlamasıyla ilgili bir şikâyet telefonu almanız arasında bağ kurmazsınız.

Öğle yemeğinde buluştuğunuz arkadaşınızla ortak bir arkadaşınızı çekiştirdikten sonra işyerinde önemli bir müşterinizle sorun yaşamanız arasında bağ kurmazsınız.

Akşam yemeğinde haberlerdeki bir şeyle ilgili olumsuz konuşmanız ile gece mide ağrısından uyuyamamanız arasında bağ kurmazsınız.

Sokakta yere bir şey düşüren bir insana yardım etmek için durmanız ile on dakika sonra market kapısının önünde park yeri bulmanız arasında bağ kurmazsınız.

Akşam çocuğunuzun ödevine seve seve yardım etmeniz ile ertesi gün vergi iadesinin beklediğinizden fazla gelmesi arasında bağ kurmazsınız.

Bir arkadaşınıza iyilik etmeniz ile aynı hafta patronunuzun size iki maç bileti ya da konser davetiyesi vermesi arasında bağ kurmazsınız.

Oysa hayatınızın her anında verdiğinizi geri alırsınız.

Siz arada bir bağ kursanız da kurmasanız da…

The Power / Rhonda Byrne

Başımıza gelen her iyi ya da kötü olayla ilgili bağlantı kurma çabamız kendi psikolojik durumumuzu kontrol altına alma veya güvenli bir alana sığınma ihtiyacımızdan doğmuştur. Hayatımızın bir döneminde muhakkak böyle düşüncelere kapıldık. Ama gözden bir noktayı kaçırdık. “An “ kelimesini, anlamını ve onun önemini. Yaşadığımız her anın değerinin farkına varamadan geçirdiğimiz için büyük keşkelerimiz başlıyor, uzadıkça uzuyor ve bir bakıyoruz ki küçük bir kartopu gibi yuvarlanan keşkelerimiz kocaman bir keşke adama dönüşmüş. Muhtemeldir ki keşkelerimizden oluşan çığın altında kalmamız çok vakit almayacaktır.

Bugün hızlıca yaşamaya odaklandığımız için hayatımızda önemli noktaları atlamak durumunda kalıyoruz. Yaşadığımız her gün bir önceki ve bir sonraki güne hiç benzemeyecek. Yıl, ay, hafta, saat ve anlar… Tanıdığımız insanlar ilk günkü gibi kalmaz ebeveynlik yaptığımız çocuklarımız bile her zaman aynı boyutta kalmaz gibi mesela. Çevremizde yüzlerce belki binlerce örneğimiz var ve biz sadece olumsuzlarımıza odaklanıp olumlu yaşantımız üzerine bir an düşünmüyoruz. Olumsuzda yaşarken olumlu şeyleri de elimizin tersiyle itiyoruz.

Her sabaha uyanırken kaçımız kendimize günaydın diyoruz veya kendimize olan sevgimizi dile getiriyor muyuz - hoş kendimizi sevip sevmediğimiz şüpheli - kaç kez aradığımız annemizin, babamızın, aile fertlerimizin, sevdiklerimizin, dostlarımızın kaçına onları sevdiğimizi söyleyip varlıklarının bizim için değerli olduğunu belirtip “ iyi ki varsın “ diyoruz? Demiyoruz… Kocaman üç hayırla ne sevgimizi, ne değerimizi ne de varlığımızı söylemiyoruz.

Günlük telaşelerimizden fırsat bulup kaç çiçeği koklayıp kaç hayvanı besleyip-sevip kaç ağaca şükranlarımızı sunup kaç defa altında yaşadığımız mavi göğe övgüler yağdırıp kaç nefesimizi dolu dolu ciğerlerimize çekiyoruz? Cevabı çok düşünmüyoruz cevabı okurken verdik bile: Hiç…

En basit örnekle bugün çok yürüdüğümüzü, yorulduğumuzu vurgulayıp akşam televizyon karşısında uzanırken bugün kaç adım atmışım deyip hayatımızın en nadide yapı taşı yaptığımız en yakınımıza bile o kadar dokunmadığımız o ikonik ve mekanik akıllı telefon ve saatlerimize bakıp vay be bugün şu kadar adım atmışım diyerek bizi taşıyan ayaklarımıza bacaklarımıza teşekkür etmiyoruz.

Bahsettiğim gibi yüzlerce şey var ama biz sadece bizi üzen noktalara odaklanmaktan bizi mutlu eden, edecek şeyleri takdir etme konusunda sınıfta kalıyoruz. Kaybettiğimize ve değerini yitirdiğine kadar her şey bizim her şeye çok yakınız her şeye sahibiz ama kaybedince : “Bundan sonra bambaşka bir insan olacağım teranesi ile avunduktan sonra yine eski hayatımıza ışık hızı ile adapte olup eski benliğimizi devam ettiriyoruz. Maalesef diyorum çünkü bizler toplum olarak kaybettikten sonra değer vermeyi daha fazla seviyoruz. Sağken hayatımızda pek önem arz etmeyen biri ölüğünde hayatımızın en büyük kaybı haline gelebiliyor, hakkında yaptığımız bir düzine çekiştirmeden sonra ne hikmettir en sadık dostumuz olabiliyor. Kötü bir esnafken yaptığı bir indirim onu hayatımızın en iyi esnafı haline getirip daimi müşterisi haline gelebiliyoruz. Yıllarca sevdiğimiz bir yazar-şair, severek dinlediğimiz bir sanatçıdan bir anda vazgeçebiliyor ruh halimizi yansıtan bir şarkı hayatımızın şarkısı olmaya aday gösterilebiliyor vb. Yani ne kadar fayda sağlarsa o kadar iyi hesabı ile hayatımızdaki kilit taşlarını çok rahat yerlerinden oynatabiliyoruz.

Bir de erteleme hastalığımız var ki ilkçağlardan günümüze tüm doktorlar bir araya gelse çözüm bulamayacağı yegâne hastalık. Çağımızın vebası, kanseri demek pek yerinde bir tabir olur düşüncesindeyim. Yarın yaparım, yarın ararım adlı yeni halk deyimimizle her şeyi erteliyoruz çünkü bizler yarına planlar yapabilecek kadar hayatımızı garantiye aldık. Bugünden yapabileceğimiz eylemi yarına bırakan insanların pişmanlıklarından, hayıflanmalarından haberimiz yok gibi davranmayı seviyoruz.

Sait Faik ABASIYANIK’ın: Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Dediği yerden sarılmalıyız dört koldan sevgiye. Önce kendimizi sevip sonra herkesi, her şeyi sevmeliyiz ama önce kendimizi sevmeliyiz. Her günümüzü her anımızı hayatımızın son günü son anı diye minnetsiz yaşamalıyız. Şükrü-teşekkürü dilimizden eksik etmeden bizi birbirimize bağlayan tüm rastlantılara tüm anlara teşekkür ederek, minnet duyarak devam etmeliyiz yaşamaya. Yarına planladığımız yemeği de şimdi yapıp yemeli; yarın aramayı planladığımız kişiyi de bugün aramalıyız. Hele seneye yaparım dediğimiz hiçbir şeyi seneye bırakmamalıyız. Önümüzdeki yıl veya yıllar için dilediklerimiz plan ama yapabildiğimiz şeyler kârdır.

Yılın önemli saydığımız günlerinde aldığımız hediyeyi özellikle kendimize önemsiz saydığımız zaman dilimimizde de almalıyız ki özel kılalım hem her günümüzü hem de kendimizi. Her güne bir çiçek demiyorum ama ara sıra başkasından beklemeden de çiçek almalıyız. Hani bizi mutlu eden içimden geldi kelimesindeki o sıcaklığı öğünlerimize bile bölebiliriz. İçimizden gelen şeyleri de yarına bırakmadan bugünden hem kendimizi hem karşımızdaki kişiyi mutlu edebiliriz.

Bu dünyaya gelmemizin tesadüfi olmadığını her an kendimize hatırlatarak; sevdiğimizi, sevildiğimizi kendimize ve sevdiklerimize haykırarak; geç kalmamak adına yarına ertelediğimiz tüm planlarımıza bugünden kolları sıvayarak; gönlümüzden öfkeyi, kini, kibri ve sonraya ertelediğimiz özür kararsızlığını silerek; yaşama ve insanlığa dair tüm duygulara kapılarımızı sonuna kadar açarak; insani tüm duyguları özgürce yaşayarak; sadece vicdanımıza hesap vererek; kimden gelirse gelsin hoşgörüye, güzelliğe midemizde kelebekler uçurarak; zamansız gelen güzellikleri gönlümüze buyur ederek yaşayacağımız nice güzel “ an’lar’a”.

Zeynep HANBAY

Yorumlar (3)
Yeter Yılmaz - 31 Ocak 2025 20:02
Kendimde bulduğum bir çok cümle varki evet bende böyleyim evet evet evet dediğim birçok şey... Ve unuttunuz bir çok duygu ve AN... Kalemine sağlık
Şiyar Genç - 31 Ocak 2025 16:21
Elinize dilinize sağlık hocam. Çok yerinde yazmışsınız.
İsmail İliş - 31 Ocak 2025 14:40
Günlük yaşamın uyuşukluğu içerisinde önümüzü görmemizi sağlayacak ender satırlar. Kalemine sağlık.
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları