Yüreğim enkaz şimdi-2 (Hikaye)
Kategori: Edebiyat - Tarih: 23 Ocak 2025 22:12 - Okunma sayısı: 99
YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ (2)
Mezarlıktan çıkıyorum. Yürüyorum amaçsız...
Çocuklar oyun oynuyor yolun kıyısında, gülümsüyorum sessizce. İçlerinden birisi yerden aldığı taşı fırlatıyor bana doğru. Tam isabet. Dizim inanılmaz acıyor. Kızmıyorum çocuğa. Benim yerime, onu azarlayan iki çocuk yanıma yaklaşıyor. Hiç tedirgin olmuyorum. Çünkü yüzlerindeki acıma dolu, dost bakışları yakalıyor gözlerim. Ellerindeki çikolata, bisküvi ve şekerleri kocaman açtığım iki avucuma döküyorlar. Sadece gülümsüyorum yanlarından uzaklaşırken.
Yıkılmaya yüz tutmuş eski , boş bir yapının bodrum penceresine çöküyorum. Hızla tüketiyorum elimdeki yiyecekleri. Bir kedi yavrusu miyavlayarak sürtünüyor dizlerime sıcacık. Elimde kalan yiyecekleri bölüşüyorum onunla. Çikolatalı bisküvileri yiyor. Kalan kağıtlı şekerleri yerden avuçlayıp atıyorum ağzıma...Kedi yıkık metruk evin kapısından içeri süzülüyor. Peşine takılıyorum.
Üst bölümü yıkılmış evin arka duvarları yok, üstünde çatısı yok.
Gökyüzü pırıl pırıl... Mutlanıyorum. Sonsuz bir özgürlük duygusu veriyor bana gökyüzü... Bir de şu soğuk olmasa. Karşı duvarda parçalanmış büyükçe bir ayna asılı duruyor. Çatlamış. Yüzüme bakıyorum, aynanın çatlaklarında onlarca yüz yansıyor. Benim yüzlerim bunlar. Hiçbiri tanıdık değil ama.
Bodrum daha korunaklı. Aşağıya iniyorum. Tahta kapısı kırılmış bodrumun. Küf, pislik, çürümüşlük kokusu yakıyor genzimi. Yola bakan odada çöpler yığılmış. Bodrum penceresinden çöpleri atıvermek belli ki kolaylarına gelmiş, çevrede yaşayanların. İç odanın kuytusuna çöplerin içinden bulduğum karton kutuları düzleyip üzerine kıvrılıyorum. Uyuyorum. Üşüyorum. Üşüyorum. Gece bitmek bilmiyor. Çişim geliyor sabaha karşı, öbür odada çöplerin üstüne işiyorum. Çişimden dumanlar yükseliyor.
Dışarı çıkıyorum. Evi terk ederken çingene simitçiyle karşılaşıyorum. Nefesi sabahın çiyine karışıyor. Bağırarak uzaklaşıyor. Farklı yönlere gidiyoruz.
Evler çoğalıyor, ben yürüdükçe. İnsanlar doluyor sokaklara. Rastladığım ilk çöp yerini karıştırıyorum, kuru bir ekmek geçiyor elime. Bütün bir ekmek. Ama taş gibi. Kemirebildiğim kadarını indiriyorum mideme. İndiğim yokuş beni kentin çarşısına getiriyor. İşyerleri yeni yeni açılıyor. Bayram yorgunluğu var yüzlerde. İsteksiz gibi, dükkanları açanlar.
Kaldırımı kazılmış yolu adımlarken bir balık ölüsüne basıyorum. Terliklerimi ve çorapsız, kirli ayaklarımı görüyorum. Ezilmiş balık açık gözleriyle bana bakıyor. Suçluluk duyuyorum, hızla uzaklaşıyorum bir gören oldu mu acaba? kaygısıyla...
Cadde kalabalıklaşıyor. Ürküyorum bakışlardan. Ara sokaklardan birine sapıyorum. Bir fırın çıkıyor karşıma. Dağıtılmak için bekleyen ekmeklerin sıcacık kokusu burnumu okşuyor... Açlık, bilincimi yok ediyor. Ekmeklerden birini kaptığım gibi koşmaya başlıyorum. Terlikler hızlı koşmamı engelliyor. Arkamdan hızla gelen fırıncı ensemden yakaladığı gibi ağzıma bir yumruk indiriyor. Kaçarken koparıp ağzıma attığım ekmek parçası kanlanıyor. Patlayan dudağımdan kanlar çeneme süzülüyor. Adama karşılık vermeyince, -kendimi sakınmak için bile davranmayınca – adam yaptığına pişman, acıyor bana...”Zavallı adam!” diye söylenirken kolumdan çekeliyor. Fırına sokuyor beni. İçerdeki sıcaklık, sonsuz huzur veriyor, dudağımdaki acıyı unutuyorum. Fırıncı hâlâ söylenip mübarek bayram gününde yaptığı yanlışa ayıplanıyor. Ben, ısınmanın verdiği mutluluktan adamı duymuyorum bile. İçerde un çuvallarının bulunduğu bölümden eski bir ceketi omuzlarıma atıyor. Masa üstünden aldığı yarısı tüketilmiş tahin helvasını önüme masa gibi yerleştirdiği iskemlenin üstüne koyuyor özenle... Benim çaldığım ekmeği parçalarken, ”Birader çalacağına isteseydin şu mübarek ekmeği de, beni günaha sokmasaydın, bu bayram gününde olmaz mıydı?” diye söyleniyordu.
Saç baş darmadağın, sakallar uzamış durumda tam bir sokakçıydım. Sıcak ekmek ve helva... Adam, benim anlamlandıramadığım bir çok öğüdü sıralarken ekmeği ve helvayı tüketmiştim. Çıkarken ceketi bıraktım. Adam, ardımdan yetişip kollarıma geçirdi yeniden, eski ceketi. ” Çıplacıksın, hava soğuk, kardeşim,” diyordu. Sokağın soğuğuna vurdum kendimi yeniden. Karnım toktu.
Bilinmez zamana ve yöne doğru yürüdüm.Yürüdüm. yürüdüm. Ayaklarım beni yine deniz kıyısına getirdi. İnce ince bir yağmur başladı. Tenhaydı deniz kıyısı. Bir kayığın kuytusunda başka bir sokakçıya rastladım. Önüne koyduğu ucuz şarap şişesini eliyle sıkıca tutuyordu. Yanına çöktüm. Tedirginliği uzun sürmedi, kendinden bir şeyler bulmuştu bende.
Belli zaman aralıklarıyla ağzına diktiği şişeyi indirdikçe bir küfür sallıyordu bilinmeze. Bunu her içişten sonra yinelemesinden küfrü şaraba meze yaptığını düşündüm. Son küfürden sonra şişeyi bana uzattı. Önce almak istemedim. Israrını sürdürürken ceketinin iç cebinden, tam da yaşamın örselediği yüreğinin üstünden yeni bir şişe şarabı çıkardı. Şişeler ikileşince sunulan şaraptan canım çekti. Şişeyi onun gibi diktim. Boğazımdan mideme bir ılıklık yayıldı. Midem yandı bir an. Ben de sokakçı gibi bir küfür salladım, denize doğru. Bir martı uçarken yanıt verdi bana. Belki de küfrümü geri yolladı. İlk kez konuşmuştum, aylar sonra. Şaştım kendi kendime. Bir küfür daha salladım, daha yüksek sesle. Sokakçının küfrüne karıştı benimki. O da yeni şişeden çektiği şarabın ardından sallamıştı, meze niyetine.
Anlamadığım bir sürü şey söyledi. Konuşurken ağzı köpürüyordu. Sıkıldım. Kalktım kent içine doğru yürüdüm. Yağmur, kara dönüşmüştü. Ağzımı göğe açtım. Uçuşan birkaç kar tanesi dilime, dudaklarıma düşüp eridi. Önüme çıkan ilk yola girdim. Yokuş yukarı çıkarken kar hızlandı.
Ayaklarım mosmor olmuştu. Terlikler kar suyunu emdikçe ayaklarım kayganlaşıyordu. Yokuşun sonunda yoksul evleri çoğalmıştı. Çünkü önlerinde park etmiş arabalar yoktu.Yoksulluk sırıtıyordu perdelerinde. Kömür kokuyordu soluduğum hava. Şarap vücudumu tutsak almıştı. Devinimlerimi denetleyemiyordum. Ayaklarım kendiliğinden gidiyordu. Tüm çıplaklığıma karşın üşümüyordum.
Bir inşaatın merdiven altına girip yattım. Islak tuğla ve çimento kokuyordu. Ama kuytusu beni sahiplenmişti. Yattığım gibi uyumuşum. Uyandığımda kaskatı kesilmiştim.
Ayaklarım sızlıyordu. Sanki tonlarca ağırlık altındaydım. Yola çıktım. Ayaklarım kara gömülüyordu. Sokak karanlık ve bomboştu. Sokak lambasının ölgün ışığında binlerce kar tanesi dans ederek yere düşüyordu. Tanıdık olmayan sokaklardan geçtim. Rastladığım çöp bidonları bomboştu. Bir parça yiyecek parçası bile bulamadım.
Sokak bittiğinde karşıma büyük bir cadde çıktı. Caddenin üzerinde vitrin camları renkli ışıklarıyla bir düş gibi görünüyordu. Çarşı ışıkları ve yağan karın görüntüsü beni oraya çekti. Hızla çarşının içlerine doğru yürüdüm. Son birkaç işyeri de kapanmak üzereydi. Çarşıda önüme çıkan her sokağı gezdim. Vitrinlere baktım anlamsız anlamsız. (Devamı var.)
10 Şubat 2025 15:19
08 Şubat 2025 20:23
07 Şubat 2025 08:01
18 Şubat 2025 12:54
12 Şubat 2025 15:05
16 Şubat 2025 14:58
03 Şubat 2025 13:16
16 Şubat 2025 22:01
05 Şubat 2025 12:14
07 Şubat 2025 09:34