Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak
Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 14 Ocak 2025 01:20 - Okunma sayısı: 119
Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak soruyor:
Aşk öykülerimize mutlu son yazabilir miyiz?
Bu soru bir umut barındırıyor.. Bu yüzden çekici ama aynı zamanda güçlü bir çeldirici!
Nedenini, aşk üzerine bu dijital sitede yazdığım önceki yazılarımı okuduysanız az çok tahmin edebilirsiniz (Bkz: 1,2,3,4).. Okumadıysanız da ne gam; şimdi bu yazıyı okurken bir yandan –varsa- kendi aşk deneyiminizi düşünerek yanıt vermeyi deneyebilirsiniz.
Hiç aşık olmadıysanız ve hiç aşk acısı yaşamadıysanız yazıyı okumayı bırakabilirsiniz!
Aşk olgusunu açıklamaya çalışan ünlü psikolog R. Sternberg’in ileri sürdüğü kurama göre; aşk bir öykü ise ve bu öyküyü yazan bilinçdışı ise ne yapacağız? Bir ‘kader kurbanı’ gibi içimizdeki çocuğun henüz dünyayı tanımadan, okumayı-yazmayı öğrenmeden, mantıklı ve akılcı düşünmeyi bilmeden yazdığı bu öyküye teslim mi olacağız?
Akıllı ve düşünen bir varlık olduğumuzla övünmeye pek alışkın insanlar olarak bu soruya ‘evet’ demek bizi rahatsız etse de vereceğimiz;
“Hayır!..Asla!” yanıtı bir aşk deneyiminde yerle bir olmaya mahkumdur genellikle.
Aşk öyküsünü oluşturan karşılanmayan duygusal ihtiyaçlardır ve bu açlık erken çocukluk döneminde yaşanan bir yoksunluktur. Öyle bir yoksunluk ki; nasıl bir yetişkin olacağımıza etki eden ve kişiliğimize yön veren bir eksiklik!
Bu yoksunluğu bir ömür boyu fark etmeden, yetiştiğimiz kültür içinde bizlere empoze edilen “sosyal yazılım” ile ihtiyaçlarımızı bastırmayı, ikame tatminlerle yetinmeyi, sahip olduklarımızla avunmayı öğreniriz bir şekilde.
Yine de bebeklikten itibaren büyüme sürecinde, bilinçdışı ihtiyaçlarımıza dayanan sezgilerimizi alır ve onları eksiksiz bir öykü olarak yapılandırırız. Bu yapıyı kurarken deneyimlerimiz, duygularımız, güdülerimiz ve kavrayışlarımız öykülerimizi etkiler. Bireysel kişilik özelliklerimize göre dünyayı ve yaşamı farklı /kendimize özgü olarak algılarız. Yaşam içindeki donanım ve bireysel birikimimiz, farkında olmadan oluşturduğumuz aşk öykümüzün temelini oluşturur. Ve bu temel üzerine kurduğumuz öykünün türünü ( yani mutlu ya da hüzünlü bir öykü, uzun ya da kısa, mağdur ya da kahramanca oluşunu) fazlasıyla etkiler.
Yaşadığımız aşk; yazdığımız öyküye uyar
Aşk konusunda deneyimlerimiz arttıkça yeni öyküler kurabiliriz. Ancak çoğu zaman eskilerden parçalar seçer ve yeni bir ilişkiye uygun kılmak için yeni malzeme ekleriz onlara.
Yine de yetişme sürecimiz boyunca içinde bulunduğumuz kültüre bağlı olarak oluşturduğumuz ilk öyküler oldukça kalıcıdır ve bu öykünün temelini oluşturan ögeler kolayca değişmez. İlişkilere böyle yaklaşırız ve durumlara asla öykülerimizden bağımsız olarak bakamayız. Çoğu zaman durumu öykümüze göre algılar ve gerçekte var olmayanı yaratırız. Yani aşkta kendi kurguladığımız bir dünya içinde yaşar gibiyizdir. Çoğu kez davranışlarımız bu dünyanın dışındaki bireyler tarafından ‘şaşırtıcı ve anlaşılmaz’ olarak nitelenebilir..
Öykülerimiz, ilişkilerimizin gidişini belirler. Aşk ilişkisinde yarattığımız öyküye göre, her iyi öykünün yazarının yaptığı gibi, öykünün ‘tutarlı’ bir biçimde sürmesine çalışırız. Öykümüzle çelişecek durumları görmezden geliriz, anlamsız durumlara kendi algımıza göre bir anlam yükleriz. Böylece kurgusal öykümüze uygun bir rolü oynamayı sürdürürüz.. Bir öyküye sahipsek, onu uygun gördüğümüz biçimde genişleterek hemen her olayı öykümüzü doğrulayıcı biçimde yorumlayabiliriz.
Öykülerimiz zamanla daha eksiksiz duruma gelmeseler de daha ayrıntılı bir nitelik kazanırlar.. Öyle ki partnerimizin yaptığı her şeyi algılama şeklimizi ve ona nasıl tepki verdiğimizi etkiler.. Eylemlerimiz ve tepkilerimiz, karşımızdakini kendisinden beklediğimiz tarzda hareket etmeye sevk edebileceğinden, öyküler çoğu zaman, beklendikleri için gerçekleşen kehanetler gibidir. Bu durum ‘Kendini Doğrulayan Kehanet’ olarak ortaya çıkar bir bakıma.
Psikoloji alanında ‘doğrulama eğilimi’ dediğimiz durum da geçerlidir. Yani inandığımız öyküyü geçersiz kılmaktan çok doğrulama peşinde oluruz. Tutarsız bilgiyi görmezden geliriz, ‘seçici algı’ ile öykümüzü doğrulayan kanıtları algılarız.. Diğer bir ifade ile öykümüzün geçersiz olduğunu kabul etmek ve değiştirmekten kuvvetle kaçınırız. Çünkü inandığımız bir öyküyü değiştirmek bir hayli rahatsızlık vericidir. Yanılmış olduğumuzu kendimize itiraf etmeyi asla istemeyiz!
Bu yüzden eğer öykümüz; sonunda ‘başarısızlığa’ uğrarsa kendimizi değil, karşımızdakini ya da ‘başkalarını/ dış etkenleri’ suçlarız!
Öyküler ‘mantıklı’ mı yoksa duygusal mıdır?
Aşk öyküleri; ilişkilerin gelişimine rehberlik etmekle kalmaz, aynı zamanda her durumda yol gösterici olurlar. Bazı insanlar, olası adaylar arasından bir sevgili ya da eş seçerken, akla uygun biçimde kararlaştırılmış özelliklerin bir listesi ile başlar ve olası adayları bu kriterlere göre değerlendirmeye çalışır. Ancak bu sıralamanın sonunda en yüksek puanı alanı değil, tersine, çoğu zaman bu türden herhangi bir mantıksal yarışmayı kaybedecek olan adayı tercih eder durumda bulabilirler kendilerini.. Çoğu kez, akla uygun bir temelde derhal ret edeceğimiz birisinin ardından gider yüreğimiz... Bunun açıklaması; pek çok durumda nesnel gerçeklere göre değil, inandığımız öyküye göre hareket etmemizdir.. Çünkü aşk, duygusal bir eylemdir ve bu duyguları oluşturan öykü, bilinçdışı ihtiyaçlardan kaynaklanmaktadır.
Sonuçta, başkalarının bize aşkın ne olması gerektiği üzerine söyleyebileceklerini daha az dikkate alarak, onun ne olmasını istediğimiz ile ilgili görüşümüze uyan ortak öyküler dokuyacağımızı hissettiğimiz kişilere doğru çekiliriz.. Bir insana aşık oluruz, oysa belki de bir insana ilişkin öykümüze aşık olduğumuzu söylemek daha doğru olacaktır.
Aşk Öyküleri Nelerdir?
Aslında aşk öyküleri çeşitli biçimlerde gruplandırılabilir. R. Sternberg, kitabında beş ana öykü türünden söz eder:
Bir ‘öğretmen-öğrenci’ öyküsünde; kişilerden biri yapıyı ve bilgiyi sağlar, diğeri bunu alır ve uygular.
Özveri öyküsünde; eşlerin birine, diğeri tarafından gönüllü olarak ayrıcalıklar tanınır, diğeri ayrıcalıkları alarak onlardan yararlanır.
Yönetim öyküsünde; bir kimse başka bir kişi üzerindeki gücü elinde tutar.
Polis öyküsünde, biri diğeri üzerinde gözetim uygular ve çoğu zaman diğerine belli bir hareket yapısı sağlar.
Pornografi öyküsünde, biri diğerini alçaltarak cinsel açıdan kullanır.
Bir dehşet öyküsünde, biri işkenceci, diğeri kurbandır (sado-mazoşist ilişki)
Bu kategorideki öykülerde eşlerden hangisinin hangi rolde bulunduğu zaman içinde, hatta bir durumdan diğerine değişebilir. Yine de kimin hangi rolde bulunduğuna bakılmaksızın ilişki asimetrik bir şekilde yaşanmaktadır.
Hedef öykülerinin iki temel türü vardır; türlerden birinde, hedef kişidir. Bu öykülerin tamamında eş kendi adına değil, oynadığı rol bakımından değerlendirilir.
Bilim-kurgu öyküsünde; eşin tuhaflığı ve esrarengizliği önemsenir.
Koleksiyon öyküsü; eşlerden birinin daha büyük bir koleksiyonuna ait bir parça olarak değerlendirilmesi söz konusudur.
Sanat öyküsünde; eşin fiziksel görünümüne, estetiğine değer verilir.
Hedef öyküsünün ikinci türünde; ilişki hedeflenir. Öyle ki ilişki, aslında ilişkinin dışında kalan önemli bir şeyi kazanmanın ya da bulmanın bir aracı durumundadır.
Ev ve yuva öyküsünde; ilişki, istikrarlı ve genellikle güzel bir ev ve yuva ortamı oluşturmanın bir yoludur.
İyileşme öyküsünde; bir tür travmadan kaçış ve kurtulma yolu olarak görülür. Din öyküsünde ilişki eşlerden birinin ya da her ikisinin Tanrıya yaklaşmasına yardımcı olma işlevi görür. Yahut ilişkinin kendisi bir tür din durumuna gelir.
Bir oyun öyküsünde; ilişki bir tür kazanılacak bir oyun olarak görülür ve eşler kazanmak isterler.
Örneğin; bir gezi öyküsünde, aşk bir yolculuktur ve eşler bu yolculukta ortak bir hedef seçip birlikte ilerlemek isterler.
Dikiş ve örgü öyküsünde; ilişkiler birlikte dikilir ve örülür.
Bahçe öyküsünde; ilişki bir bahçıvan gibi içinde bulundukları ilişkiyi bakıp büyütürler, gerekli koşulları sağlayarak bahçeyi canlı tutmaya çalışılırlar.
İş öyküsünde; eşler birlikteliği, belirlenmiş bir işbölümü içinde üstlendikleri görevleri yerine getirmek olarak görürler..
Bağımlılık öyküsünde ise; eşlerden biri diğeri olmadan yaşayamaz.. En azından eşin hayatı açısından olmazsa olmaz görünen bir bağımlılık söz konusudur.
Fantezi öyküsünde; eşler sanki bir aşk masalı içindeymiş gibi hissederek sürdürmek isterler birlikteliği.. Peri masallarındaki prens ile prenses.. Şövalye ve gözdesi vb. gibi.
Tarih öyküsünde metin, geçmişteki bir öykünün günümüze uyarlanmış bir biçimde ancak ondan alınan dersin yol göstericiliği ile yaşanır.
Bilim öyküsünde metnin içeriği, ilişkilerin önceden var olan bilimsel ilkelere ve formüllere göre nasıl sürdürüleceği ve ortaya çıkan problemlerin nasıl çözüleceğine göre oluşturulmuştur.
Yemek kitabı öyküsünde; ilişki sanki bir yemek tarifi gibi denenmiş reçetelere dayanır. Bu tarifler uygulanırsa başarıya ulaşılacağına inanılır.
Savaş öyküsünde; önemli olan çatışmaların belirli bir takım hedeflerinden çok, onların gerisinde yaşanan savaştır. Bu savaş genellikle eşlerin kendi içlerinde yaşayıp karşı tarafa yansıttığı bir çatışma olabilir.
Tiyatro öyküsünde; bir eşin bir rolü sürekli oynaması önem taşır. Bu rol rastlantısal seçilmiş de olsa, her ne olursa olsun sürdürülmesi amaçlanır. Ayrıca rol gerçekten de zamanla değişebilir.
Bir mizah öyküsünde; ilişkinin kaygısız olması, aşırı ciddileşmesine asla izin verilmemesi önem taşır.
Gizem öyküsünde ise; eşlerden biri diğerinin ‘açık olmadığı’ inancındadır ve sürekli olarak ona ilişkin bilgileri açığa çıkarmaya çalışır. Bu bilgiler kendince herhangi bir açıdan önem taşıyan bilgiler olarak görülür.
Yukarıda kısaca tanımlanan ilişki türleri; istatistiksel analizlere dayalı bir gruplama olmaktan çok, içeriksel çözümlemelere dayalı niteliksel bir gruplamadır.
Peki.. Sizin aşk öykünüz hangisi? Tanımlayabildiniz mi?
İlişkilerimizi temelden değiştirmek için aşk öykülerimizin bilincinde olmamız ve bitişleri yeniden tasarlamamız gereklidir. Bunun için geçmişte ve halen yaşadığımız ilişkilerde bize doyum veren yönleri olduğu kadar hayal kırıklığı yaşadığımız yönleri de analiz ederek kendi ihtiyaçlarımızı saptamaya çalışabiliriz...
İnsanlar, genel olarak benzer öykü kesitlerini paylaşan eşlerle beraber olma eğilimindedir. İnsanların sürekli aşkı ne ölçüde yaşayabilecekleri; eşlerin birbirlerinin öykülerindeki rolleri ne derece yerine getirebildiklerine bağlı olacaktır.
Sonuç olarak;
Aşkı daha iyi bir duruma getirecek sihirli toplar yoktur çünkü insanların aşk üzerine o denli çeşitli öyküleri vardır. Aşk öykülerini yazan içimizdeki çocuğun karşılanmamış ihtiyaçlarıdır. Kendimizi tanıyıp bu çocuğun ihtiyaçlarını anlayıp karşılayabildiğimiz ölçüde; aşk öykülerine mutlu son yazamasak da, yaşadığımız aşk deneyimi ve çektiğimiz aşk acısı ile olgunlaşarak daha mutlu bir gelecek umut edebiliriz.
……
B.Y.
13 Ocak 2025, Bahçelievler/Ankara
Referans
Sternberg, R.J.(2000). Aşk Bir Öyküdür-kişisel ilişkiler üzerine yeni bir teori-Say yayınları, İstanbul
08 Ocak 2025 18:13
01 Ocak 2025 11:47
01 Ocak 2025 17:57
07 Ocak 2025 16:46
06 Ocak 2025 11:43
07 Ocak 2025 18:52
10 Ocak 2025 11:21
05 Ocak 2025 15:01
04 Ocak 2025 13:33
02 Ocak 2025 16:59