Asya Kadın doksan beş şaşında.
Kayası ise doksan beş yüz bin milyar yaşında.
Taşlar, kayalar düştüğü yerde hep ağırdır. Asya Kadın’ın evine ilk düştüğünde de ağırdı. Hem de pek çok. Yaşam, taş ağırlığında sürüp giderken onun ağırlığını unutturdu. Zaman içinde yeğnildi. Evin bir eşyası gibi oldu.
Tam beş yıldır Asya Kadın’la birlikteler.
- Çok yaşlandım, diyor Asya Kadın.
Kaya ona bakıp gülümsüyor, sonra da;
- Ya ben, diyor.
Asya Kadın’a eskisi kadar sert gelmiyor kaya. Sandalye gibi oturuyor üstüne. Baston gibi dayanıyor. Uykusu gelince yastık yapıyor. Ağrıyan belini ona yaslıyor. En içre gizlerini onunla paylaşıyor. Ve kuş sütüyle besliyor onu…
.
Ağrı Dağı’nın başı hep karlı. Duman, sis içinde.
İlk cemre düştü. Küçük Ağrı ara sıra dumandan, kardan kurtuluyor. Bir ışık seli yalayıp geçiyor doruklarını.
Asya Kadın Büyük Ağrı’ya bakarken içi kışlıyor Küçük Ağrı’ya bakarken ise baharlıyor.
Kışlayan yanı cehennem. Isınan yanı ise cennet.
Günler bir kışa, bir ilkyaza devriliyor. Az kaldı. Baharın eli kulağında. Bunu iyi biliyor yaşlı kadın. Büyük ve Küçük Ağrı’nın eteklerindeki kardelenlerden selam aldıktan sonra cennet yanı daha bir çiçeklenip çoğaldı.
Günler geçiyor. Küçük Ağrı deli bir yeşilin içinde uyanmaya başladı bile.
Büyük Ağrı hâlâ kış uykusunda.
- Sen uyu biraz daha, diyor Asya Kadın. İbibikler, turnalar gelmedi. Biliyorum, ancak onların sesiyle uyanırsın.
Kaç gün geçiyor aradan, anlayamıyor. İkinci cemre de düşüyor. Bir muştu gibi ibibik, turna sesleri duyulmaya başlıyor. Sonra leyleklerin sesi. Sonra kelaynakların…
Seslerinden, renklerinden tek tek tanıyor göçmen kuşlarını.
Yaşlı belleğinin kendisini yanıltmamasına seviniyor.
Asya Kadın’ı dönüşte yeniden bulan kuşlar seviniyor.
- Ben de sevindim, diyor kadın. Yolunuz uzundu. Ne iyi, sağ selim gidip geldiniz. Sıcak da getirdiniz kanatlarınızla oralardan, ne güzel.
Tüm yaşlılar gibi Asya Kadın da kuşların yanına bıraktığı sıcakları severek alıyor, üşüyen yerlerine sürüyor. Ağrıları, sızıları azalıyor.
Bahar sökün etti ya. Yer, gök uyandı ya. Asya Kadın’ın cehennem yanı daha da azalıyor. Evinin küçük bahçesine çıkıyor, geziniyor. Dağdan kopup gelen kar sularına bakıyor. İçi daha çok baharlıyor. Yaşı kadar eski bahar türküleri söylediği bile oluyor…
Sevinci Küçük Ağrı’yı geçip Büyük Ağrı kadar olduğu anda yer, gök temelinden sarsılıyor.
- Bu da nesi, diyor. Kıyamet koptu galiba?. Gürültü sandığım şey çalan sur düdüğü olmasın?
Kutsal kitaplara göre dümdüz olacak dünya…
Ama Asya Kadın o manzarayı görmek istemiyor.
Gözlerini kapatıyor.
Bir süre sonra yavaş yavaş açıyor.
Kıyamet filan kopmamış.
Dünya da dümdüz değil.
Ağrı Dağı’nın doruklarından kopup gelen, evinin tam ortasına yerleşen kayayla göz göze geliyor.
- Sen de kimsin, diyor.
Kaya davetsiz bir konuk gibi; kocaman, kara gözleriyle mahcup mahcup bakıyor kendine…
.
Asya Kadın, dağdan yuvarlanan kayanın altında öldü diye koşup geliyor komşuları.
Ölmemiş.
Gözlerine inanamıyorlar. Tansık, diyor bazıları. Bazıları tansıktan da öte sayıyor.
- Kıyamet koptu, sur düdüğü çaldı sandım, diyor Asya Kadın. Gözlerimi açtığımda bu kayayı evimin ortasında buldum.
- Yaşayacak ömrü varmış bu kadının, diyorlar.
- Ne ömür ama. Bu kayanın öldüremediği Asya Kadın’ı hiçbir şey öldüremez bundan sonra.
Asya Kadın’a, daha çok da kayaya bakıyorlar. Yüz yıla doğru yol alan bu yaşlı kadını dualı, ermiş sayanlar çıkıyor.
Kaya simsiyah, ışıltılı bir kütle. Şimdiye kadar görülenlerin hiç birisine benzemiyor. Bir insan gibi kara kara bakarken, gizemli aydınlıklar da saçıyor evin içine.
Karanlığın içindeki aydınlık bakanları daha çok şaşırtıyor.
Kadının, taşın fotoğrafını çekiyor gazeteciler.
Halktan Asya Kadın’ın cadı olduğunu söyleyenler çıkıyor.
- Devasa kaya bu derme-çatma eve düşer de nasıl öldürmez, diyorlar. Cadıların taşa, toprağa, suya sözleri geçer. Bu kadın kesin onlardan…
Gelip kayayı inceliyorlar. Onun da boy boy fotoğraflarını yayımlıyorlar. Işıklı, kara taşın çevrede görülenlerden olmadığını vurguluyorlar. Bu durum olanları daha çok şaşırtıyor. Taşın Ağrı Dağı’ndan değil de gökten düştüğünü söyleyenler bile çıkıyor…
Kayanın som yakut olduğunu iddia edenler oluyor. Bazıları itiraz ediyor; bazalt diyor. Değerli bir andezit olduğunu yazanlara rastlanıyor.
‘Cadı kadının hazineleri’ diye seri yazılar yayımlayan gazetelerden birisi okur sayısını ikiye, üçe katlıyor.
Her ilkyazda yaşanan sıradan bir olay olduğunu söyleyenler, yazanlar da oluyor.
- Karlar, buzlar eridi mi Büyük Ağrı da, Küçük Ağrı da köylerin, kasabaların üstüne yürür, diyorlar. İnsanlardan, hayvanlardan canlar alır. Yaşanan olay bu. Abartacak, kutsanacak bir durum yok.
Asya kadın söylenenlerin hiç birisine değer vermiyor. İlgililere dilekçeler yazdırıyor. Altına sol elinin başparmağını basıyor. Kayanın evinden çıkartılmasını, yıkık yerlerinin onarılmasını istiyor.
Dozerlerle, greyderlerle gelip taşı evinden hemen çıkartacaklarını sanıyor.
Üç gün, beş gün geçiyor aradan.
Parmak baskılı dilekçelerin biri gidip biri geliyor.
Bu arada günler, aylar geçiyor.
Asya Kadın daha çok yaşlanıyor.
Ağrı’nın hediyesi kaya da aynı mekanda onunla birlikte yaşlanıyor…
.
- Kayayı almaya geldik diye Asya Kadın’ın kapısını çaldıklarında aradan tam beş yıl geçiyor.
Asya Kadın başını uzatıp küçük penceresinden dışarıya bakıyor. Kapıda dozerler kamyonlar bekliyor. Gerçekten de almaya gelmişler.
- Çok acele etmediniz mi, diyor Asya Kadın.
Söylenenlerin şaka mı, gerçek mi olduğunu anlayamıyorlar.
Yaşlı Kadın yerinden güçlükle kalkıyor. Dizleri titriyor. Düşmemek için kayayı bir baston gibi tutuyor. Sonra parmağını dudaklarına götürüyor;
- Susunnnn, diyor. Biliyor musunuz, Tanrı taşta uyur. Bu kayayı Ağrı Dağı isterse tek ona veririm. Size değil.
Yaşlı kadın yüzünü çevirip Ağrı’ya bakıyor. Dağın başı duman içinde.
- Bakın, diyor. Dağ kayasını istemiyor. Bana hediye etmiş. Daha fazla gürültü edip Taşın içindeki Tanrıyı uyandırmayın!
- Bu kaya kopup geldiğinde almalıydık, diyor görevli. Çok geç kaldık, özür dileriz. Artık bu taşla birlikte yaşayamazsınız.
- Yaşarım. Gördüğünüz gibi yaşıyorum da.
Daha fazla ayakta duramıyor. Kayanın çıkıntılı bir bölümüne oturuyor. Dönüp onun keskin, kara yanağından öpüyor.
- Bu benim tek arkadaşım, diyor. Oğlum, kızım, erim. Ne sayarsanız. Aileden birisi. Evimin eşyası. Geçti artık, kimselere vermem onu.
- Evimden çıkartın diye dilekçeniz var ama, diyor görevli. Hem de bir değil, birkaç tane.
- Beş yıl önceydi, diyor Asya Kadın. Şimdi değil.
Ardından burukça gülüyor.
Gülünce yüzündeki kırışıklıklar artıyor. Sellerle, heyelanlarla yarılmış Ağrı’nın sarp yüzüne benziyor Asya Kadın’ın yüzü. Şimdi bir değil, onlarca kaya yaşlı kadının dağ yüzünden bir çığ gibi kopup kendini dinlemeyenlerin üzerlerine yuvarlanıyor…
08 Ocak 2025 18:13
01 Ocak 2025 11:47
01 Ocak 2025 17:57
07 Ocak 2025 16:46
06 Ocak 2025 11:43
07 Ocak 2025 18:52
04 Ocak 2025 13:33
02 Ocak 2025 16:59
05 Ocak 2025 15:01
10 Ocak 2025 11:21