Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

UMUTLARIN FİLİZLENDİĞİ YERDE ÇİÇEKLER AÇAR

Umutların Filizlendiği Yerde Çiçekler Açar

Kategori: Edebiyat - Tarih: 05 Ocak 2025 15:01 - Okunma sayısı: 98

UMUTLARIN FİLİZLENDİĞİ YERDE ÇİÇEKLER AÇAR

Umutların Filizlendiği Yerde Çiçekler Açar

Tüm gün güneşin batmasını bekliyordu. Bu kadar kalabalık hem onu yormuş hem de insanlara karşı beslediği ümitsizliği yeniden anımsatmaya yetmişti. Neden çalışmak zorunda olduğunu hatırlayınca biraz olsun bu ümitsizlikten kurtulup biraz daha gayret ederek mesaisini bitirmeye odaklanıyordu. Para kazanacak iş kurmaya yetecek parayı biriktirip memleketine dönecekti.

Turizm denen bacasız sanayi onun kendi sanayisinin de bacasını tüttürecekti. Akrabalarının vasıtasıyla girdiği otelde üniversite eğitimi sırasında geliştirdiği yabancı dilinin bu kadar faydasını göreceğinden bihaberdi. Kat görevlisinden resepsiyona terfi edince epey rahatlamıştı. Vardiya sistemi hem ortam değişikliğine hem de bu güzel tatil yöresinde biraz olsun dinlenmesine imkân sağlıyordu.

Her günkü gibi mesaisini bitirip yemeğini yiyip sahile doğru yol aldı. Kafasında hem günün yorgunluğu hem de biriktirdiği paranın meblağının hesabı vardı. Para çoğaldıkça daha çok çalışma isteği artıyordu. Günlerce aynı rutin hayatın peşinden koştu durdu. Sosyal hayatı olmadığı için para da harcamıyordu. Sezon sonunda işini kuracağı parayı biriktirecek memlekete dönüp arkadaşları ile küçük işletmesini açıp buradan sağladığı gelirle yaşlı anne babasına bakacak kim bilir annesinin deyimiyle helal süt emmiş bir kız çıkarsa evlenirdi. Daha öncesinden bir nişan olayı başından geçtiği ve bu çetrefilli ilişkisinden sonra bu konulara ciddi bakmıyordu.

Günler günleri kovaladı ve bir ağustos akşamüstüsün de yine her gün adet olduğu üzere sahile doğru ilerledi. Bugün her zamanki günlerin aksine sahildeki insan sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardı. Sıcaktan olmalı herhalde dedi kendi kendine sonra ıslık çalarak yürürken aklına bugün konser olduğu geldi. Kalabalığın olmamasının asıl nedenini bulduğuna sevinmişti. Kendisinin de sevdiği bu grubun konserine neden gidip de değişiklik olmasını istememesine şaşırdı.

Epey yürüdükten sonra yorulup bir kayanın üzerine oturdu. Etrafında tek tük insan bulunduğu ve çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu bu insanlara bakıp ne kadar şanslı olduklarını düşünüyordu. Çok geçmeden kavga eden bir çiftin dalgaya karışık gürültüleri üzerine irkilerek sesin geldiği tarafa kulak kabarttı. Ağlayarak karşısındaki gence bağıran genç kadının ne kadar güzel olduğu karşısındaki adamın bir o kadar kaba olduğu dikkatinden kaçmamıştı. Kavga eden taraflar çok geçmeden oğlanın çekip gitmesi ile ortamı sessizliğe bırakmışlardı.

Havanın kararmaya yüz tuttuğu bu ağustos akşamında genç kız hâlâ içli içli ağlıyordu. Yavaştan kalkıp otele dönüp sabah mesaiye başlamak istiyordu. Fakat yüreği kızı orada öyle bırakmaya el vermiyordu. Şimdi yanına yaklaşıp bir şey söylese alacağı kötü cevap karşısında mahcup olmaya değmeyeceğini düşünüyordu. Oradan uzaklaşıp gitse kızın akıbetini merak edecekti. Yapmalıydı kötü cevap alsa bile hayatın bu kadar üzüntüye değmediğini söylemeliydi. Dediğini yaptı genç kadının yanına yaklaşarak yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordu. Genç kadın kafasını kaldırıp buralarda nadir rastlanan bu inceliğin sahibine bakıp teşekkür ederek uzaklara dalmaya devam etti. En azından kızın ters tepki vermemesi cesaretinden faydalanarak yanına oturdu.

Kızın konuşmasını beklemeye başladı. Artan sessizliği bozmayı kafasına takmıştı ama nereden başlayacağını bir türlü kestiremiyordu. Nihayet söze başlamaya karar vererek:

“-Bazen hayatta her şey yolunda gitmeyebilir; sevdiğimiz insanlar tarafından anlaşılmayıp kırılabiliriz. Ancak pes etmeye ya da çaresizce oturup kalmaya değil de harekete geçmeye ihtiyaç duyarız” dedi.

Yine uzun sessizlikten sonra kızın ağzından şunlar döküldü:

“- Ya sevmediğimiz hayatımızın hiçbir alanında yer almayan ama aslında tüm hayatımızı alt üst eden insanları nasıl sindirebiliriz?”

Kısa bir sessizlik oldu ve kızın başına kötü bir şey geldiğine artık kanaat getirerek:

“-Anlatırsan dinlemek isterim.” diye tekrar söze başladı genç adam.

“- Nerden başlayayım ki hayatımın neresinden tutunca elimde kaldı hâlâ elimde kalıyor. İyiye gitmesini beklediğim her şey sarpa sarıyor. Ve ben bunca şeyin içinde bir de çocuğumla tek başıma hayatın üstesinden gelmeye çalışıyorum. Şuan hayata tutunduğum tek şey oğlum o olmasa çoktan şu suların içine atlamış canıma kıymıştım.”

“- Peki, canına kıyınca her şey düzelecek miydi ?”

“- Düzelmezdi ama en azından bu kadar düşmez bu kadar yorulmaz ve bu kadar yıpranmazdım.

“Hadi en baştan anlat bu adam neyin oluyor ?”

“- Ben iyi bir üniversite kazanıp yurt dışında eğitim gören çalışkan başarılı bir öğrenciydim. Annem babam ülke şartlarında zengin sayılabilecek kimselerdendiler. Benim okumam için her şeyi yaptılar. Okulu bitirip yurda dönmemi dört gözle beklediler. Zengin çevrelerinde işim bile hazırdı. Benim planlarım da aynı yöndeydi. Okulun bitmesine iki ay kala tanıştım onunla esnaflık yapıyordu o da dükkânı vardı Londra’da. Derken birbirimizden hoşlandık ben Türkiye’ye döndüm ama okul staj bahaneleri ile sık sık görüşüyorduk. Âşıktım, başım dönüyor, gözüm bir şey görmüyordu. Böyle gelip gitmelerin en sonunda ki ben son olduğunu bilmiyordum evli ve çocuklarının olduğunu öğrendim. Ayrılmak zorundaydım; aileyi yıkmak ne bana ne de ailemin imajına yakışırdı. Ben zaten kendimi işime vermiş tüm zamanımı işe ayırarak bu yarayı kapatmaya çalışıyordum. Sağlığımı, enerjimi hepten kaybettim. Sürekli baş ağrısı, iştahsızlık, uykusuzluk, bulantı durumu yaşıyordum. Son zamanlarda sıklaşmış hayat kalitemi etkiliyordu. Göz kararmaları ile düşüp yere yığılıyordum. Doktorlar yaşadıklarımdan ve stres kaynaklı olduğunu söylüyorlardı ta ki hormonsal olabilir teşhisi ile tam teşekküllü bakılana kadar. Hamile olduğumu öğrendik. Bebek büyük olduğu için aldıramadık ve doğum yapmaya mecbur kaldım. Ailem öğrendiği andan itibaren kapıyı yüzüme kapatmıştı ikinci şoku onlardan yaşadım. Haklı olduklarından üsteleyemedim. Sonrasında hamileliğim duyulunca haliyle işimden de oldum. Kimden öğrenmişse çocuğumuz olduğunu Türkiye’ye geldi, beni buldu. Ben sevdiği için geldiğini düşünürken o annemin babamın mirasından hak ettiği edeceği şeyler için gelmişti. Annem ve babamla görüşmediğimi öğrenince de geri döndü. Geri döndüğünde eşi her şeyi öğrenmişti ve eşinin ailesi kızlarını torunlarını alıp götürmüşlerdi. Eşinin ailesinin desteği de kesilince işler ters gitmiş dükkânı kapatıp Türkiye’ye kesin dönüş yapmış. Bugün de iş yerime gelip konuşmak istediğini söyledi. Tatsızlık olmasın diye saat 19’da burada olacağımı söyledim gerisi bildiğin gibi… Beni evliliğe ikna edip tek varis ve tek torunun avantajlarından faydalanmayı teklif ediyor”.

“- Peki, sen ne yaptın bu süre zarfında?”

“- Bebeği kabullenmem epey zaman aldı. Arkadaşlarımın desteğini alarak doğuma da normalleşmeye de çalıştım. Çok tökezledim, çok düştüm ama her seferinde ayağa kalktım. Şimdi oğlum beş yaşında, bende bir mağazanın satış müdürüyüm. Son bir yıldır hayatımdaki her şeyi yoluna oturttum şimdi gelip bu hayatın temellerine dinamit koymaya çalışıyor.”

“-Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?”

“- Evlenmeyi !”

“- Siz kadınlar gerçekten de tuhaf varlıklarsınız. Bu kadar yaşanandan sonra nasıl evlenebilirsin üstelik ailenin seni terk etmesine ve çocuğunun kaç yıl babasız büyümesine neden olan adamla? Akıl kârı değil.”

“- Bu adamla evleneceğimi nasıl düşünürsün, siz erkekler de amma dar kafalısınız!”

“- Şey, pardon ben evleneceğim deyince aklıma ilk bu adam geldi.”

“- En azından senin aklına biri geliyor; benim aklıma kimse de gelmiyor.” Gülüştüler. Devam etti kadın:

“- Kusura bakma senin de kafanı şişirdim affet, daha adınızı bilmiyorum!”

“- Burak!”

“- Memnun oldum, Ben Azra bende memnun oldum. Herkes konserdeyken siz neden buradasınız?”

Eliyle çalıştığı oteli işaret ederek:

“ - Şu otelde çalışıyorum. Sezon bitince memleketime dönüp iş kurmayı planlıyorum.”

“- Ne güzel!” dedi Azra.

“- İnşallah arzuladığın hayaline kavuşursun!”

“- Sen de öyle sıkma canını, en azından çocuğun için mücadeleyi bırakma.”

“ – Buna mecburum. Beni dinlediğin için teşekkürler.” Diyerek birbirilerini bir daha görmeyeceklerine ikisi de emin olarak ayrı taraflara doğru yürüdüler.

Burak artık aklını sadece kuracağı işi değil Azra’yı ve çocuğu da kurcalıyordu. Onları düşünmekten kendini alamıyordu. Derken birkaç hafta sonra yine sahilde Azra ve oğlu Kağan ile karşılaştı. Çocuğun annesine olan benzerliği şaşırtıcı derecedeydi. Selamlaştılar. Azra birkaç defa daha geldiğini ama rastlayamadığını söyledi. Burak yoğun çalıştıklarını haftada üç dört kafilenin geldiğini bu yüzden ekstra çalışmak zorunda kaldığını açıkladı. Sonra Kağan Burak’ın yanına gelerek uzun uzun gözlerine baktı. Çocuğun bakışları adeta içine işliyordu. Oynadılar, saatlerce oynadılar. Vedalaşırken Kağan’ın Burak’tan ayrılması hayli güç oldu. Yarın yine buluşalım diyerek ayrılmaya ikna ettiler Kağan’ı. Tüm gece Kağan’ın gözleri Burak’ın hayaline girdi durdu. Çocuklarla iyi anlaşamıyorken nasıl bu çocukla iyi anlaşıyorum diye kendisi de şaşırdı.

Ertesi gün sözleşildiği üzere Azra ile Kağan sahilde Burak’ı beklediler. Ancak Burak gelmedi. Otel terasında anne ve oğlunu görüyordu ancak onların hayatına girmek, onları hayatına almak istemiyordu. Dayanılmaz bir vicdan azabı çekti. Ertesi akşam yine terasta onları gördü daha ertesi akşam yine... Fakat sonraki akşam göremedi. Şimdi korktuğu başına gelmişti. Hiç yapmadığı şeyi yapıyordu insanları kandırıyordu. Vicdan azabından gözüne uyku girmedi. Günlerce otel terasından sahili izledi ve artık gelmeyeceklerine emin olduğu bir günde sahile indi. Denize taş fırlattı içindeki acayip hissi dindirmek için koştu, uzandı ancak içini rahatlatacak bir neden yoktu.

Dönüş yolunda arkasından biri bacaklarına sarıldı. O anda tüm vücudu buz kesti bacaklarına taş bağlayıp denize bırakılmış gibi bacaklarını hissetmiyordu. Son bir aydır içinde hiç tatmadığı hislerin akıl almaz değişkenliği vardı. Bütün bu hisleri bastırmaya çalıştıkça sanki derinlerde kazdığı yerden sürekli yeni cevherler çıkıyordu.

Azra söze:

“- Oğlum Burak abini rahat bırak!” diyerek başladı. Burak Kağan’ı kucağına almış yüzyıllık bir özlemle öpüyordu. Azra:

“- Söz verdiğinizden sonra her akşam evde krizler yaşadık. İkna edemedim bir türlü. İlla sizi görmek istedi. Geldik ama yoğundunuz galiba dönmek zorunda kaldık. Az önce de evde içine doğmuş gibi denize gidelim dedi. Yine ikna edemedim; neyse ki sizinle karşılaştı!”

Gülümsedi. Birileri için önemli olmak güzeldi. Bu bir çocuk olsa dahi güzeldi. Sahile indiler birlikte. Bir saate yakın oynadılar. Derken sarhoş bir adam onlara doğru geldi. Bu adamı tanıyordu Azra ile kavga eden adam. Adam çocuğu birden karga tulumba kucaklayarak Azra’nın üstüne doğru yürüdü. Korkmuş çocuğun ağlamaları ve yalvaran gözleri dert oldu Burak’a. Azra gözyaşları ile çocuğunu almaya yeltendi fakat adam içkinin etkisiyle durmadan çocuğu sağa sola sallayarak çocuğun çığlık çığlığa kalmasına sebebiyet vermişti. Azra’ya parmak sallayıp ağzında küfürler savurarak giden adamın ensesinde bir ağırlık hissederek dönmesi ile yumruk yemesi bir oldu. Çocukla birlikte yere düşerken Burak çocuğu çekip aldı.

Bütün olanlardan çığlık çığlığa kalan Azra’ya Kağan’ı alıp uzaklaşmasını söyledi Burak. Azra çocuğu alıp uzaklaşınca sarhoş adam arkası dönük olan Burak’a yumruk darbesi indirdi. Kavga büyüdü çevredekiler kavgayı ayırmaya çalıştılar ve çok geçmeden polisler gelip ikisini alıp karakola götürdüler. İfadelerinin alınmasının ardından Burak serbest kaldı alkollü olan adam nezarete atıldı.

Otele döndüğünde ilk kez bu kadar geç kalmasına alışık olmayan arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında asansöre yönelirken resepsiyondaki çalışan bir kadın ve bir çocuğun uğrayıp telefon numarası bıraktıklarını dönünce muhakkak aramasını söylediklerini bildirdi. Numarayı alıp odasına çıktı. İlk işi Azra’yı aramak oldu. Durumu en ince ayrıntısına kadar anlattı. Azra içinin rahat etmediğini söyleyince sahilde tekrar karşılaşabilecekleri korkusuyla kafede buluşmak için sözleştiler. Ertesi gün kafede buluşunca Azra’nın iki lafından birinin özür dilemesi Burak’ın kim olsa aynısını yapar demeleri ile sonlandı. Sonrasında buluşmalar sıklaşmaya başladı.

Burak bir gün yarın son iş günü olduğunu artık memleketine döneceğini söyleyince Azra üzüldü ve ertesi gün Kağan’a veda için yemek yiyeceklerini iletmesini söyleyerek ayrıldılar.

Son gün yemek yiyip parkta eğlendiler. Kağan belki bir daha hiç göremeyeceğini bilmediği Burak abisinin sarılıp dolu dolu öpmesine şaşırma ile sevinmek arasında duygu geçişleri yaşıyordu. Azra ile vedalaşıp yarın gideceğini belki daha gelmeyeceğini belirterek el sıkışıp helallik istediler birbirinden. Azra’ya ne zaman dara düşerse aramasını kendini yalnız hissetmemesini tembihleyerek ayrıldılar. Otele doğru yol alırken gözlerinden belli belirsiz yaşlar dökülmesine şaşıp kalıyordu.

İşte ayrılık vakti gelmişti bu şehirden… Aklında Kağan’ın gözleri beliriyor en çok ondan ayrıldığı için üzülüyordu. Bir yandan da işi kurmak için hazırladığı sermayesini düşünüp zihnini yeni işiyle meşgul etmeye çalışıyordu. İçinden bir ses artık her şeyin bambaşka olacağını işaret ediyordu.

Bu ümitle memleketine dönerek iş yeri için hazırlıklarına başladı. Hazırlıklar devam ederken babasının ani hastalığı ile işleri sekteye uğradı. Babasının tedavisi ile uğraşırken ortaklardan birinin işten vazgeçtiğini bildirmesi üzerine planları alt üst oldu. Babası daha iyiye giderken iş yeri hayalini askıya alması canını sıkıyordu. Bu süreçte Azra ve Kağan’ı ihmal etmemişti. Ve şunu fark etmişti aklında beliren gözler Kağan’ın değil Azra’nın gözleriydi. İtiraf etmeye çekinse de Azra’ya âşık olmuştu. Babası iyileşince ilk fırsatta onları görmeye gidecekti. Azra ile adeta yakın arkadaş olmuşlardı birbirilerini teselli ediyorlardı. Kağan’ın videolarını izleyip mutlu oluyordu.

Azra’nın, Burak’ın istediği pozisyona arkadaşının elaman aradığını ve bunun için referans olacağını söylemesiyle Burak için işi ve hayatı bambaşka hâl almaya başlayacaktı. Burak işe kabul edilerek birkaç gün Kağan ile Azra’nın misafiri olmaya mecbur kaldı ve bir akşam Azra ile Burak karşılıklı ilgilerini birbirine açarak ilan-ı âşık ettiler.

Sonrasında hızlıca yıldırım nikâhı yapılarak artık karı koca olarak hayatlarını devam ettirdiler. Buna en çok sevinen şüphesiz ki Kağan’dı.

İşi büyüten Burak evliliğin ona fırsatlar açtığını ileri sürerek daha sıkı sarıldı yeni ailesine. Evlendiğini bir müddet ailesinden gizledi. Onlara para gönderdiği için oğullarının iyi bir işi olduğunu biliyorlardı ve bu kadarı da onlar için kâfiydi.

Üç yıl sonra Kağan’ın kardeşinin doğması ile memlekete dönüp çekirdek ailesini, ailesi ile tanıştıracaktı. Son model arabanın kapılarının önünde durması ile şaşıran Suna Hanım oğlu Burak’ı görünce gözlerinden yaşlar boşandı. Hızlıca Burak’a doğru koşarken arabadan kucağında bebek ile inen güzel kadından gözlerini alamadı. İçeri buyur ettiği misafirlerinden on yaşlarındaki çocuğu kestirememiş bakışlarını onun üstünde yoğunlaştırmıştı. Burak ailesini tanıtarak anne ve babasının gözlerindeki ışığı görünce iki kat daha keyiflendi. Birkaç günlük birliktelikten sonra tekrar dönme vakti gelmişti yine gelecekleri sözünü vererek kucaklaşıp ayrıldılar.

Azra, Burak’ın ailesinin onları kabullenmesine çok sevinmişti. İçinden keşke benim ailem de aynı büyüklüğü gösterse diye geçirdi. Ve eline aldığı kâğıt kalem ile başladı başından geçenleri bir bir yazmaya. Bir sabah yazdığı mektubu:

“- Şimdi yazlıkta olmalılar; kışın gelince okurlar.” diyerek mektubu evlerinin kapı eşiğinden içeri gönderdi. Ve beklemeye koyuldu; mektup ne zaman ellerine geçer, cevap yazarlar mı, diye.

Babası işi sebebiyle iki hafta sonra dönünce evdeki mektubu fark etmesi uzun sürmedi. İsimsiz gelen bu mektubu okumak zorunda kaldı. Kızının el yazısını görünce mektubu atmak istedi fakat içi el vermedi. Azra tüm olup biteni olduğu gibi anlatmıştı; adresine kadar yazmıştı. Babası merakına yenik düşerek onları ziyaret etti. Fakat dışarıdan içeri giremedi. İki çocuğun bahçede oynadığını görünce bunların torunları Kağan ve Deniz olduğuna emin oldu. Oğlanın annesine benzerliği bu savını kanıtlıyordu. Adamı fark eden Burak oldu:

“- Buyurun amcacığım birine mi bakmıştınız ?” dediğinde geveleyip konuşamayınca Burak bahçe kapısını açarak adama doğru yöneldi. O sırada elinde kahve tepsisiyle gelen Azra babasını ve Burak’ı karşı karşıya görünce fincan tepsisini yere düşürdü. Eşine bakakalan Burak, Azra’nın ağzından “-Baba” kelimesini duydu. Buraya kadar gelmişken dönemediği ve yıllardır hasretini çektiği evladını gören Bahri Bey kızına doğru koştu. Baba ve evladı hasret gidererek saatlerce ağlaştılar. Diğer gün eşini de hastalanma bahanesi ile kızına kavuşturdu. Azra’nın mutlu olduğunu gören Burak gözlerindeki yaşları gizleyemedi. Bütün aile mutlu mesut sarmaş dolaşlardı.

Azra aile şirketinin başına geçerek ömürlerindeki o güzel sayfaları her gün yeni gelişmelerle doldurdular.

Zeynep HANBAY

Yorumlar (1)
Macit yüksek - 06 Ocak 2025 00:47
Elinize, emeğinize sağlık hocam güzel olmuş
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Edebiyat Yazıları
Patika Yollar

Edebiyat 06 Ocak 2025

Patika Yollar

65 Metrede

Edebiyat 02 Ocak 2025

65 Metrede

Rota

Edebiyat 01 Ocak 2025

Rota

AKUT 2

Edebiyat 30 Aralık 2024

AKUT 2

Öykü: KEFAL

Edebiyat 27 Aralık 2024

Öykü: KEFAL

Umutsuz Çığlıklar

Edebiyat 26 Aralık 2024

Umutsuz Çığlıklar

Keşkenin Güncesi

Edebiyat 25 Aralık 2024

Keşkenin Güncesi

Öykü: AKUT

Edebiyat 23 Aralık 2024

Öykü: AKUT