Umut

Edebiyat - Ali Fuat Karaöz

Seni kollarıma aldığım o günü unutamıyorum. Gözlerinin içi gülüyordu, öyle içten, öyle tatlı bakışların vardı ki insanın içine işliyordu. Doğduğun gün, o güzel yüzünle, sanki çok uzaklardan, göğün ulaşılmaz derinliklerinden gelen parlak bir yıldız gibi hayatıma girdin. İçimi ısıttın, çok savunmasızdın ama o küçücük, mini minicik bedeninle hiç kimsenin veremeyeceği gücü, sevgiyi verdin bana.

Ne tatlı, ne sevimliydin, bakmaya doyamazdım sana.

Minik halinle kucaktan hiç inmek istemezdin, yumuşacık, ılık ellerini boynuma dolar, tatlı dokunuşunla bana dünyaları verir, istemesem de indirmem gerektiğinde ağlar, daha sıkı yapışır, iyice sarılırdın. Sana sarılmam, sana dokunmam hayata da daha sıkı sarılmama neden oldu ay parçam.

O günler ne güzel günlerdi.

***

Sen hayatıma girdikten sonra ne çok şeyi değiştirdin. Düşünde ak bir ata binip ormanda gezintiye çıkmış bir çocuğun aniden uyanışı gibi… Acıttın, öyle acıttın ki ne yapacağımızı bilemedik en başta. Öyle bir yer seçtin ki kendine, başköşeye, yaşam alanımızın tam ortasına yerleştin. Biricik kuzumun, sevimli yavrumun hayatını perişan etmekle kalmadın, onunla beraber benim de her şeyimi alt üst ettin. Beni en kırılgan, en savunmasız, en zayıf yerimden vurdun. Nasıl, nereden başlayacağımı bilemedim önceleri. Öyle bilinmedik, öyle yabancıydın ki hayatımız karardı, kâbusa döndü, karanlık dehlizlerde el yordamıyla ilerleyen maceracılar gibi bazen umutsuzca kulaç attık engin denizlerde. Karamsarlık tüm benliğimizi sardı.

***

İki yaşını doldurmuştun, babanla çok güzel bir pasta yaptırmıştık, doğum gününü kutlayacaktık. Biz heyecanla hazırlık yapar, evi süslerken bir yandan da misafirleri bekliyorduk, sen ortalıkta bile dolaşmıyor, değil bizimle, her zaman çok sevdiğin güzelim pastayla bile ilgilenmiyordun. Ne olmuştu sana, sevincimiz bile umurunda değildi, öyle ilgisizdin ki her şeye… Babana ilgisizliğini söyleyince,

“Benim çocuğumda yok bir şey,” dedi.

“Deli olma kızım, yok bir şey torunumda, yavrumun adını kötüye çıkarma,” diye homurdandı anneannen. “İyiye yor!”

İkisi de yanılıyordu. Neden sadece ben görüyor, hissedebiliyordum? Annelik sezgisi mi?

Kuşkularım, sezgilerim günlerce sürdü, içimi kemirdi, vardı sende bir şeyler. Sonunda ansızın buldum yanıtını.

Bir akşam baban işten gelmiş, yemekten sonra TV izliyorduk. Senin en sevdiğin bölüm başlamıştı. O zamanlar ne çok severdin reklamları, meğer çocukların çoğu da severmiş, sonradan öğrendim bunu. Sendeki değişikliğin, ilgisizliğin yanıtını senin sevdiğin programda tespit edeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi, hayat ne garip!

Reklamın birinde bir çocuk çamaşır makinesinin önünde hiç kıpırdamadan duruyordu, dünya ile ilişkisini kesmiş gibi. Makine dönüyor, gürültüyle çalışıyordu. Başka bir görüntü yoktu ama çok daha fazlası vardı sanki. Arka fondaki sevecen ses adeta seni anlatıyordu.

“Çocuğunuz konuşmuyor, çağırdığınızda yanıt vermiyor, hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor ama dönen nesneler ilgisini çekiyorsa… Dikkat edin!”

O an taş kesildim, kıpırdamadan kaldım. Başıma kaynar sular döküldü, karardı dünyam…

***

Ancak hesap edemediğin bir şeyler vardı. Dibe vuran, köşeye sıkışanlar gibi bizde gerekeni yaptık. Dip, aynı zamanda çıkışın başlangıcıdır derler, değil mi? Böylesine aşağılara yuvarlanan birileri oralarda kaybolabilir belki, ama çıkış için herkesten çok daha fazla gayret eder, hırslanır. Doğası böyle söyler. Kaybedecek bir şeyi kalmayan insanın korkacak bir şeyi de kalmaz. Bu korkusuzluk insanın mücadele azmini arttırır ister istemez. İşte sen, tam da bunu yapmamızı sağladın.

Sen her zaman muktedir olamıyorsun. Bazen çaresiz kalıyor, komik durumlara da düşüyorsun, kabul etmek istemesen de. Elbette seninle başa çıkmayı bilen öğretmenler olduğu zaman bu çok daha kolay oluyor. Yalnızlık zor iştir, korku tünelindeki gibi bir hayat yolunda el yordamıyla ilerlerken etrafa ışık saçan meşaledir seninle başa çıkmayı öğreten öğretmenler.

İşte böyle eğitimlerden birinde taklit etme ve model olma çok çalışılan bir konuydu. Ancak işin ters tarafı, senin sayende çocuğum konuşamadığı için neyi, ne kadar öğrendiğini bilmiyordum. Kafasında ne planlar geçirir, ne yapmak ister, çoğu kez bir muamma olurdu, bu yüzden hayatımız sürprizlerle doludur. Tıpkı her an şaşırtan, çok hoş sürprizler yapmayı seven tatlı bir sevgili gibidir o. Sana inat!

***

Sen olsan da, olmasan da yaşam biçimimizi değiştirecek değiliz. Tıpkı savaşın ortasında bile inadına çizgisini değiştirmeyen insanlar gibi…

Benim oğlum yemek yapmayı da, yemeyi de çok sever. Kalıbı da yerindedir çok şükür.

Bir akşam hazırlıkları yaptıktan sonra yattık erkenden. Aile boyu mışıl mışıl çok güzel uyuduk. Günlerdir ertesi günü heyecanla bekliyorduk.

Ertesi gün eğlence var, pikniğe gideceğiz. Hem de sana inat, okulun geleneksel festival pikniği. Bunu Mayısın ilk pazarı yaparız her yıl. Çok eğlenceli olur, adeta bayram yeri gibidir festival alanı. Yakışıklı prensim arkadaşlarıyla birlikte bol bol güzel yemeklerden de yer orada.

O gün sabah erkenden zil sesiyle uyandım aniden. Yatak odam koridorun sonundadır. Kapıyı açmam lazım ama koridorda göz gözü görmüyor. Her tarafta simsiyah bir perde var sanki. El yordamı ile yürümeye çalışırken aman Allah’ım gözlerime perde indi diye düşünüyorum, uyku sersemi halimle başka şey gelmiyor aklıma. En sonunda bu da geldi başıma diyerek ağlamak geliyor içimden. Bu yaşıma gelinceye kadar…

Kapıyı zoraki açtım, üst komşumu buldum karşımda. Şaşkındı, paniklemiş bir hali vardı. Babasını yolcu etmek için sabahın erken saatlerinde evden çıkmış. Birde ne görsün? Bizim evin kapısından dumanlar çıkıyor. Sabahın köründe rahatsız edip uyandırdığı için uzun uzun özür diledi garibim, güzel komşum. Yangın çıktığını düşünmüş.

İşte o sıralarda, kapı açılıp duman azalınca fark ettim bizimkini. Salonda tek kişilik koltuğun tepesinde Buda heykeli gibi hareketsiz oturuyor hiç ses çıkarmadan.

Komşuma teşekkür edip onu gönderdikten sonra anladım olan biteni. Bizimki tavada bir şeyler pişirmiş ama ocaktan alırken tutacak yanmış. Korkuyla fırlatmış onu, düştüğü yerde halıda yanmaya başlamış, nasıl söndüğünü anlayamadım, için için yanarken çıkan dumanlar sarmış evi.

Oğlumun babası da sakindir. O gün etrafı temizledikten sonra hiçbir şey olmamış gibi giyinip kuşandık, pikniğimize gittik. Yedik, içtik, eğlendik. Sabah olanları arkadaş grubuna orada anlattığım zaman bir anneannenin çok tuhafına gitti benim rahatlığım.

Seninle baş etmeyi zor olsa da öğrendim.

***

Seninle birlikte olduğumuzdan beri bir kitap gibidir bizim hayatımız. Her gün doğumunda yeni bir umutla açarız o kitabın sayfalarını. Belki yeni gün dünden daha güzel, daha farklı olur diye. Umuttur bizi ayakta tutan. Belki önümüze yeni, bilinmedik, pırıl pırıl kapılar açılır o gün, bambaşka dünyalara gideriz. Belki karanlıkların ortasında dünyamız birdenbire aydınlanıverir, hayat bu, belli mi olur?

Bizim umudumuz imkânsızı istemek, elbette bunun yolu mantıklı olmaktan geçiyor. Rüyamızda, düşüncelerimizde gece gündüz hep böyle yaşarız.

Henüz yenilmedik sana otizm.

Temmuz 2014