BEN Neyim? Kimim Ben?

Edebiyat - EZGİ GÜNDOĞMUŞ

Arka bahçem orman yazı dizisi.

BEN Neyim? Kimim Ben?

Belki bu alemdeki tek yanıtlanması gereken soru budur? Ben kimim? Ben, “ben neyim” diye sormayı yeğ tutarım. İkisi arasındaki ayrım –ben neyim ve ben kimim- insan, toplumun mu doğanın mı bir parçasıdır? sorusuna işaret eder ki ben doğanın demeyi yeğlediğimden “ben neyim” soruyla hemhal yaşarım. Muhakeme yeteneği edindiğimden beri bu soruyu sorarım kendime.

Kimimiz çoktan çözmüş gibidir soruyu, kimimiz ise boğulur sorunun derinliğinde, bu derinlik bazı buhranlara sürükler kimini, kimimizin umurunda bile olmaz kimmiş neymiş, yaşar öylesine.

Doğduğumuz andan itibaren etrafımızdaki minik topluluklardan büyük topluluklara herkes bizi biri yapmak için hevesle çalışır. Bize atfedilen roller adeta bir uzuv gibi yerleşir bedenimizde bir yerlere. Sonra gerçekliğimiz olur o roller. O yüklenen rolün maskesini giyer oynamaya başlarız en harikulade biçimde gerektirdiklerini.

Peki sorunun başındaki "ben" nerdedir? eylemlerimiz o maskenin eylemleri ise. Bir iş görüşmesinde sayfalar dolusu özgeçmiş yazmamız beklenir. Kendini iş yöneticisine kanıtlaman için dil dökersin de acaba yine içinde "ben" var mıdır? İş için yüksek mevkilere gelmiş kişilerin referansları istenir. Senin iş adabın, nasıl çalıştığın üzerinden bir onay alman gerekir yani. İyi ve titiz çalışırdı denir, verimi üzerinden kişi değerlendirilir. O kadar.

Ben kendimi anlatamayanlardanım. Dahası “ben” ile başlayan cümleler kuramayanlardan. Özgeçmiş yazmakta da çok zorlanırım işte bu yüzden. Türlü işlere heves edip denemiş ve oralarda köklenmeden başka başka işleri denemeye heves etmiş meraklı biriyim. Dans ettim, fotoğraf çektim, tiyatro yaptım, gezginlik yaptım, türlü işlerde çalıştım. Hiç istemedim bu işerlerden sadece biriyle anılmayı. Ötekinin gönlü kalmaz mıydı o zaman? Toplumun istediği gibi bir maske takmaktan hep kaçındım. Bir gün bir aile toplaşmasında ananem ortamın sessizleştiği bir anda şöyle dedi “kızım sen de o kadar okudun da hiçbir şey olamadın” İyi bir insan oldum ama ananeciğim yetmez mi diyebildim. Sonra yine de düşündüm hakikaten neyim ben? Yanıtımı bir gün kapkara saçları ve kocaman gözleri olan bir kız çocuğu verdi. Belki de birlikte bulduk.

Evimizin arkasındaki küçük bahçede toprağa bir şeyler ekmek için hazırlıyordum bir gün. Ufak ufak kazıyordum toprağı. Oldukça temkinli hareketlerle kazıyorum çünkü toprak çok solucanlıydı ve çapamın bir solucanın canını yakmasını hiç istemiyordum. Yanıma bu kız çocuğu ilişti ve o da koyuldu bana yardım etmeye. Bir yandan da sohbet etmeye başladık. Çapayı toprağa vurduğum bir anda bana -"yavaş ol solucanın canını yakma sakın" dedi.

- Buna dikkat ediyorum ben de dedim.

Bir solucanı eline alıp sevmeye, ona şarkılar söylemeye başladı. Bir sürü solucanın birlikte hayatını kurtardık o gün. Bu küçük kız çocuğu bir masalın içinden çıkıp yanımda belirivermiş gibiydi. Kelimeleri, anlatımı, merakı masalsı; bu dünyaya ait değil gibiydi. Bahçede bulduğu her küçük canlıyı eline alıyor, bu bitkilerin ya da böceklerin latince isimlerini söylüyor onlara dair hiç bilmediğim özellikleri benimle paylaşıyordu. Hatmi çiçeğini biliyordu misal. Hangi familyadan olduğunu söylüyordu. Bana onun hikayesini anlatıyor, sonra ona şarkı besteliyordu. Ben de bu neşeli kız çocuğuna katılıyordum ve beraberce hem toprağı çapalıyor hem de solucanlara, böceklere şarkılar söylüyorduk. Bir yandan işime bakıyor bir yandan da hayretler içinde bu 9 yaşlarındaki kızı dinliyordum. Bu kadar bilgiyi nerden biliyordu? Yetişkin aklım biraz kıskanıyor biraz da utanıyordu; bir yetişkin olarak onun kadar bilgiye sahip olmadığımdan. -Okul da mı öğreniyorsunuz bunları? dedim.

-Hayır, bu kadar çok bilgi öğrenmiyoruz okulda, ben kendim merak edip belgesellerden öğreniyorum dedi.

Bir noktadan sonra yetişkinliğimi unutup ben de çocuksu bir merakla sormaya devam ettim. Sohbetimiz böyle sürüp giderken bir an ikimiz de durduk. İkimiz de sessizce gökyüzüne daldık. Bir süre sonra o sessizliği bozdu ve;

-Biliyor musun? biz aslında biraz birbirimize benziyoruz. Sen de ben gibisin, dedi.

Bu bilge kız çocuğundan kendimle ilgili ne öğreneceğim acaba?diye heyecanlandım. Sohbeti devam ettirmek için Nasılmışız? sen ve ben, diye sordum...

-"Ben" bir parça gökyüzü, bir parça gökkuşağı, biraz solucan ve biraz da böceğim ve aslında biraz hayalperestim. Ve bence sen de böylesin; ben gibi, dedi küçük kız.

-Neyim ben?

-Hayalci ve oyuncu, gökyüzü ve bulutlar gibisin. Doğayı seviyorsun, sen de solucanların canını yakmak istemiyorsun, doğanın bir parçası gibisin sen de. Bu kız çocuğunun dilinden dökülenlerle ben o küçük bahçeden kocaman ormanlara genişlediğimi hissettim.

Kalbimde bir coşku hissettim. O güne dek kendimle ilgili bu soruya bu sadelikle ve sıradanlıkla cevap vermeyi hiç düşünmemişim. Gülümsedim sadece kocaman gözlerine bana ilham olan sözlerine. Ve tekrarladım yeni öğrendiğim bir şeyi ezberlemeye çalışır gibi ve "ben" ile başlayan bir cümle kurabilmeme sevinerek;

-"Ben" bir parça gökyüzü, bir parça bulut, bir parça gökkuşağı, biraz solucan, biraz toprak. Hayattaki amacım beliriyor kalbimde; belki de gökyüzüne oradan yıldızlara ve hayata akmak neşeyle.

Doğduğumuz andan itibaren etrafımızdaki küçücük topluluklardan büyük topluluklara varana herkesin bizden talepleri ve beklentileri olur. Topluma aidiyetimiz içinse bu beklentileri yerine getirmek için çabalar dururuz ve sırf bu beklentilere cevap vermek için kendimizden kendi özümüzden vazgeçeriz. Henüz daha toplumun kimlik dayatmalarından nasibini almamış kız çocuğu pür bir şekilde anlattı ne olduğumu özde, toplum kimliğimden azade.

Arka bahçemde ufacık bir bahçeyi kazarken yaşadığım bu anı benim ruhumun ormanını yarattı. O günden beri toplum için bir kimlik yaratmaktansa benliğimi doğayla uyumlu hale getirmenin beni ben yaptığını bildim. Araka bahçemde küçük kızla olan sohbet sonunda fark ettiğim içimdeki ormanı karış karış geziyor ve keşfediyorum her gün ormanımı ve ben’i benliğimi.