KUANTUM FİZİĞİNE YOLCULUK 3
BİR HOLOGRAMDA MI YAŞIYORUZ?
Kuantum Fiziğine Yolculuk serimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Konu bütünlüğü açısından bir önceki yazımı okumadıysanız linkten okumanızı tavsiye ederim. https://www.nirvanasosyal.com/h-2159-kuantum-fizigine-yolculuk-2-evrenin-ana-maddesi-nedir.html
Bir önceki yazımda kendimiz de dahil etrafımızda gördüğümüz her şeyin titreşen sicimlerden/ışıktan/ enerjiden meydana geldiğini belirtmiştim. Yani evreni oluşturan ana maddeydi ışık... Bu konudaki bilimsel çalışmalara da yer vermiştim. Dahası her şeyin ana maddesi/ özü olan bu ışık parçacıkları hem bilgi taşıyor hem de ışık hızından daha hızlı bir şekilde birbiriyle haberleşebiliyordu. Böylelikle bilim bize birbirimize görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu da kanıtlıyordu. Bunun yanında dalga gibi görünen bir elektron bilinçli bir gözlemci olduğunda parçacık/madde gibi görünmekteydi. Beyin yakan bu buluşları bir süre gözlerinizi kapatıp düşünün derim.
Peki atom altı parçacıkların bilinçli olduğu, birbirine anlık bilgi taşıdığı ve bilinçli bir gözlemci olduğunda enerji dalgalarının bir madde gibi davrandığı nasıl anlaşılmıştır? Burada karşımıza ünlü çift yarık deneyi çıkıyor. Bu deneyi kısaca anlatayım. Kaynaklarda verdiğim linklerden bu deneyi daha detaylı izleyebilirsiniz.
Elimizde bilyeler var diyelim. Karşımızda ortasında bir yarık olan bir tabela olsun. Bu tabelanın arkasında ise bu bilyelerin çarptığı bir levha olsun. Bilyeleri tek tek bu yarıktan atalım. Kimisi tabelaya çarpıp seker, kimisi delikten geçip levhaya değer ve levhada tek bir çizgi deseni oluşturur. Burada olağandışı bir durum yoktur. Tabelaya ikinci bir delik eklendiğinde yani yarık sayısı ikiye çıkınca levhada iki çizgi deseni oluşur burada da bir sorun yok.
Daha sonra bu deneyi su birikintisi ile yapıyorlar. Tek yarık olan tabeladan geçen su tek bir dalga şeklinde aynı bilyeler gibi levhada tek bir çizgi deseni oluşturuyor. Ancak tabelaya ikinci bir yarık açtığımızda iki yarıktan geçen tek bir dalga iki farklı dalga oluşturur. Ve bu iki dalga birbiriyle kesişerek karşı levhada bir tür çoklu çizgi/kesişim deseni oluşturur. Bu deneylerde olağandışı bir şey yok. Suyun bu şekilde davranması normaldir. İllaki denize ya da göle taş atıp bu çoklu desenlenmeyi tecrübe etmişinizdir.
Bu deneyi ışık/fotonlarla yaptıklarında işin rengi değişiyor. Fotonları foton tabancasıyla tek yarık olan tabeladan levhaya gönderdiğimizde bilyelerdeki gibi tek bir desen ortaya çıkıyor. Tek yarıkta fotonlar da bilyeler gibi parçacık gibi davranıyor. Ancak deneyi çift yarıklı tabela ile yaptıklarında ise karşı levhada iki ayrı çizgi deseni olması gerekirken fotonlar su dalgasının oluşturduğu deseni oluşturuyorlar. Çoklu çizgi deseni... Diğer adıyla kesişim deseni...
Burada beyinler yanmaya başlıyor. Fotonları fazla gönderdiklerini düşünüp daha az fotonla deneyi tekrarlıyorlar sonuç yine aynı oluyor. Foton bir parçacıkken dalga gibi nasıl davranıyor? Akılları almıyor bilim insanlarının.
Bu deneyi bu kez elektronlar ile yapıyorlar. Tek yarıkta sorun yokken ikinci yarık devreye girince elektronlar da dalga gibi davranıyor ve çoklu desen oluşturuyorlar. Bilim insanları bu durumun mantığını çözmek için yarıkların önüne bir algılayıcı/sensör yerleştiriyorlar. Deney tekrar ediliyor. Her elektron geçtiğinde ses çıkarıyor bu sensör.
Asıl burada beyinleri yanıyor. Deney bitince levhaya baktıklarında olması gerektiği gibi... Yani levhada iki çizgi görüyorlar. Sensörü kapatıp deneyi tekrarladıklarında ise çoklu çizgi yani dalga deseni... Bu deneyi defalarca tekrarlıyorlar. Durum değişmiyor.
Bu deneyin özeti: Bir gözlemci, bir cihaz yerleştirildiğinde elektronlar olması gerektiği gibi davranıyor. Sanki izlediklerini biliyorlar. Bilinçli gibiler... Ancak gözlemci ortadan kalktığında olağandışı bir sonuç olan dalga deseni oluşturuyorlar.
İşte Einstein bu durumu “Korkunç! Tahmin edilemez, kafasına göre davranan bir dünya” diye tanımlıyor. “Ben bakmıyorsam Ay orada yok mu?” “ Tanrı zar atmaz, bu Tanrının elindeki kartlara çaktırmadan bakmak gibi bir şey” Dediği yer burası. Aslında olasılıklar dünyasında yaşadığımızı kanıtlayan bir durum bu. Kuantum dünyasına göre bakmadığımızda o nesne orada değildir. Biz baktığımız için etrafta titreşip duran sicimler/ enerji parçacıkları madde gibi görünüyor.
Niels Bohr bu durumu şöyle açıklar: Gözlem yapmadığımızda gerçeklikten bahsetmenin bir anlamı yoktur ve ölçüm yapmadığımız zamanlarda “kuantum sistemleri” yani elektronlar, fotonlar gibi parçacıklar olası tüm özelliklere aynı anda sahiptir. Yani enerji aynı anda hem dalga hem de parçacıktır. Bu olasılıklara yön veren ise bizleriz!...
Buna ise Kuantum Süperpozisyon Teorisi adı verilir.
Şimdi gelelim atom altı parçacıkların bilgi taşıdığına yani kuantum dolanıklığı konusuna. Bu konuda CERN’de çalışan İrlandalı teorik fizikçi John Stewart Bell’in, John Clauser’in Alain Aspect’in yaptığı deneyleri, iki parçacığın birbiriyle nasıl haberleştiğini bulmak üzerinedir. Gerçekten kuantum parçacıklarından birini ölçtüğümüzde aralarındaki mesafe ne olursa olsun diğerini etkiliyordu. Işıktan daha hızlı haberleşiyorlardı. Halbuki Einstein’e göre ışık hızından daha hızlı bir şey olmazdı. Bu deneyler bu tezi çürütür bir nevi. Kulağa tuhaf gelse de bilim yüz yıldan fazladır bu bilmeceyi çözememiş ama kuantum fiziği sayesinde de bir çok icadı ortaya çıkarmıştır. Bugün kullandığımız bir çok teknolojik buluş kuantum fiziği sayesinde ortaya çıkarılmıştır.
Tüm bilim insanlarının aklını başından alan ve mantıklı bir açıklama yapmadıkları olasılıklar evreninde her şey bir hologram olabilir mi peki?
İsviçre’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı LHC aracılığı ile atomları ve parçacıkları çarpıştırınca bir Matrix içinde yaşadığımızı keşfederler. Hem de hata düzelten kodlarla çalışan bir Matrix’te yaşadığımızı...
David Bohm’a göre de evrenin kendisi akışkan dev bir hologramdır. Ve her şey bir sürekliliğin parçasıdır. Yani her şey birbirinin dikişsiz bir uzantısıdır. Elimiz, lambanın ışığı, köpeğimiz sadece aynı maddeden yapılmış değilsiniz, siz aynı şeysiniz der. Tek bir şey, bölünmez bir şey... Yani bir hologramın her parçası bütünün imgesini taşırken evrenin her bir parçası da tümünü içerir. Ve atomlardan galaksilere evrenin her parçası bir çeşit bilinç taşır.
Peki beynimiz gerçek sandığımız her şeyi nasıl algılar?
Pribram ve Bohm’a göre beyinlerimiz, temelde başka boyutlardan, uzay ve zamanın ötesindeki daha derin bir varoluş düzeninden yansıyan frekansları yorumlamak suretiyle nesnel gerçekliği matematiksel olarak oluşturur. Yani beyin, holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır.
Yine Pribram, nesnel dünyanın alışık olduğumuz biçimde var olmadığını kavrar. Bizim ötemizde yalnızca engin bir dalgalar ve frekanslar okyanusu vardır. Gerçekliğin bize böyle somut görünmesinin nedeni, beyinlerimizin bu holografik karmaşayı alıp onu taşlara, sopalara ve diğer tanıdık nesnelere dönüştürme yeteneğine sahip olmasıdır.
Jung ise her birimizin bilinçdışının derinliklerinde bir yerlerde kıvrılmış iki milyon yaşındaki bir insanın anıları vardır der. Jung’un bu deyimiyle kovan bilinçten ya da ortak havuzdan edindiğimiz bilgilere ulaşma fikri ortaya çıkıyor. Ya da ortak bir yazılımdan çektiğimiz bilgiler...
Bunlar inanılası bilgiler değil diyorsanız Plank’ın çalışmasını hatırlayalım.
Plank sabiti ile bir nevi evrenin piksel değeri bulunmuştu. (10 üzeri -43 mekânsal ve 10 üzeri -36 zamansal ölçektedir) Ampuldeki ışıkta televizyondaki görüntülerde parça parça gelmesine rağmen biz onları akıyor gibi görüyorduk. Bu sabite göre evrendeki her şey parça parça olmasına rağmen biz onları sürekliymiş gibi görüyoruz. Çünkü gözümüzün görme eşiği bu hataları görmeye yeterli değildir...
Plank ve özellikle Niels Bohr’un bulgularına göre aslında gördüğümüz hayat görüntülerden ibaret... Her şey enerjiden oluşuyor demiştik. Maddenin en derinine indiğimizde orada zaman, mekan, şekil yoktur. Sadece elektromanyetik dalgalar vardır. Radyo dalgalarını ya da wifi dalgalarını göremeyiz ama var olduklarını biliriz. Beynimizde var olan program, aldığı elektriksel sinyalleri şekle, resme, surete çeviriyor. Eş zamanlı olarak kozmostan iletileri toplayıp senkronize olarak bize yansıtıyor. Bu durumda zaman ve mekan programı evrensel bir gerçeklik değil, insan nöron ağları arasında işlenen bir programdır. Beynimiz bir nevi bilgi işlem merkezi gibidir.
Bilimsel araştırmalara göre gördüğümüz her şey enerji ve duyu organlarımız ise çok dar bir aralıktaki frekansları toplayabiliyor. Örneğin elektromanyetik spektrumun içinden insanın seçebildiği ışık %1’den daha azdır. Kulakta akustik spektrumdan %1’den daha az ileti alabiliyor... Yani aslında tüm iş aslında beynimizde bitiyor. Keza duyu organlarımızın ya da beynimizin büyük bir bölümü olmasa bile görmek, duymak gibi yetiler ve de anılar devam ediyor.
Bu konuda yapılan bir çok deney ve vaka vardır. Karl Lashley farelerin beyinlerinin çeşitli bölümlerini ameliyatla çıkartmasına rağmen anılarının ortadan kalmadığını görür. Farelerin görme kortekslerinin %90’ını çıkarınca bile görme yeteneğinin devam ettiğini tespit eder. Pribram ise görme sinirlerinin %98’i kesilen bir kedinin görme eylemine devam ettiğini belirtir. Beyninin çok az bir kısmı var olmasına rağmen yaşamını normal bir şekilde sürdüren insanlar da vardır. Örneğin Fransa’da yaşayan bir bireyin zihinsel olarak engelli olmadığı hatta IQ’sunun 75 olduğu tespit edilmiştir. Hatta bu kişi kamu personeli olarak çalışmaktadır. Bu kişi evli, 2 çocuk babası ve sağlıklı bir bireydir.
Tüm anlattıklarımızı toparlarsak; her birimiz ve etrafımızda gördüğümüz her şey, olasılıklar dünyasında birbirine bağlı bir şekilde kuantum alanlara sahip bir şekilde yaşayan aynı şeyin parçaları olan varlıklarız aslında. Peki kuantum dolanıklığı ile her şey birbirine bağlı ise bilinçlerimizde birbirine bağlı değil midir? Düşüncelerimiz, kendi bedenimizi, başkalarını ve eşyayı etkilemez mi? Bu soruyu düşünürken soluklanalım derim...
Varsayalım bir Matrix’te yaşıyoruz, her birimiz bir bütünün parçalarıyız ve düşüncelerimiz her şeyi etkiliyor. Peki bu bilgiler ne işimize yarayacak? Diyorsanız bir sonraki yazımda buluşmak üzere. Sevgiyle kalın...
Kaynaklar: Bebar Bilim YouTube kanalı
Evrim Ağacı YouTube kanalı
Işık Kızıltuğ kitapları
Holografik Evren (Michael Talbot)
Çift Yarık Deneyi: https://youtu.be/jMtqToOsO90?si=0g_7y-O971zABfH2