Öykü: Yüreğim Enkaz Şimdi 3

Edebiyat - Ali GENÇLİ

YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ (3)

Açtım. Üşüyordum.Tüm sokaklarını birkaç kez dolaştım çarşının. El ayak çekildi. Sokak kedileri kavga ettiler. Evlerdeki lambalar söndü, pencereler karardı. Yoruldum. Bir mağazanın iki vitrini arasındaki kuytuya kıvrıldım. Ayaz arttı, zaman geçtikçe. Soğuk iç organlarıma değin işledi. Uyudum.

Çok yükseklerdeydim düşümde. Güneşe ellerimi uzattım. Onun sıcaklığına o denli gereksinim duyuyordum ki. Ellerimi uzattığım, gürül gürül yanan bir sobaydı şimdi. Konuk olduğum evin sahibi durmadan odun dolduruyordu sobaya. Soba akkor haline gelmişti. Neredeyse patlayacaktı. Bir sofra getirdiler önüme. Bir tabak dolusu karalahana sarması. ” Ye örtmen bey, ye! Kara mancarı yiyenin güreşte de sırtı yere gelmez, sevişte de! ” diyordu, ev sahibi... Uzun boylu sıska adam. Yüzündeki kömür lekeleri, maden ocağından yeni geldiğini belli ediyordu. Bir sarmayı ağzıma attım. O da ne? Ağzım kumla doldu, pirinç yerine. Bir minarenin şerefesindeydim şimdi. Selimiye camisi olmalı. Edirne baştan başa altımda. Hızla dönüyordum gökyüzünde. Ağzım kum dolu başım dönüyor. Hızla minareden aşağıya düşüyorum ardından. Düştüğüm yer bir deniz. Dibine iniyorum tepesi üstü. Yüzlerce deniz canlısı sarıyor çevremi. Düştüğüm yer beton. Büyük bir havuz olmalı burası. Ağzımdaki kumları boşaltıyorum. Şimdi gerçek bir denize dönüşüyor bulunduğum yer. Sanki, bu kumu bekliyorlarmış gibi çevremdeki balıklar dans etmeye başlıyor.

Kabalarıma yediğim tekmeyle sarsılıyorum. Kaskatı kesilmişim yine. Devinimsiz izliyorum olanları. Gözlerim açık, görüyorum, duyuyorum ama kıpırdayamıyorum. Göz kapaklarım bile kapanmıyor. Yapılan hiç bir şeye karşılık veremiyorum. Nefes alışım bile varla yok arası.

Tekmeyle birlikte bir de küfür sallayan polis. ”Ölmüş ulan bu!” diyor yanındakine. ”Yapma ya?” diyor diğeri. Cebinden çıkardığı küçük cep aynasını ağzıma yaklaştırıyor. ”Hakkatten ölmüş bu ya!” diye ünlüyor. Memlekette ayna tutarız biz ölünün ağzına, yaşıyorsa nefesi aynada çiy yapar.” diye ekliyor.

Yanındaki bu kez: “Doksan-yirmbeş, merkez!” “Merkez,doksan-yirmbeş, merkez dinlemede.”

“Merkez çarşı içinde, mıntıkamızda bir sokakçı ölmüş!” “Tamam. Anlaşıldı, doksan- yirmbeş.”

“Hemen bir araç gönderin, tamam...” “Merkez, doksan yirmbeş maktulü tanımlayın, tamam.”

“Altmış-yetmiş yaşlarında, erkek, serseri giyimli, tamam”

“Darp var mı ? Tamam.” “Darp yok, muhtemelen donarak ölmüş, tamam.”

“Tam yerinizi tarif edin tamam.” “Merkez tamam. Çarşı içi, Ayaz Konfeksiyon girişi tamam.”

“Anlaşıldı-doksan yirmbeş.” “Araç hemen yola çıkıyor, cesedi hastaneye teslim edin, tamam. Ben orayı haberdar ediyorum telefonla tamam...” “Anlaşıldı merkez!-İyi nöbetler doksan-yirmbeş.”

Seslenmek istiyorum. Tüm çabam boşa çıkıyor. Gelen kamyonetin arkasına bir köpek leşi gibi atıyorlar, buz kesmiş kaskatı bedenimi. Metale çarpıyorum, acımıyor hiçbir yanım. Motor hırlıyor, gecenin sessizliğinde. Uzun sürmüyor yolculuk araba duruyor.

Bir süre bekleniyor. Teslim ediliyorum, teslim alınıyorum. ”Kimlik yok,” diyor teslim eden. Cebinden altı yüz elli bin lira bozukluk çıktı diye ekliyor. Teslim alanın avucuna düşen paralar belli belirsiz şıngırdıyor... İri yarı, beni kucaklayan adam. Ben kuş gibi hafifim. Zorlanmadan götürüyor...

İçerisi daha soğuk.Tabandan yüksekçe bir yere atıyor beni. Çıkıp gidiyor. Bu, ölü yıkama taşı olmalı. Ölüm kokan bu yer morga benziyor. Loş bir ışık aydınlatıyor koca odayı... Yüzü tıraşsız, esmer bir adam geliyor az sonra.

Kızgın kızgın söyleniyor.”Kardeşim, permatikler kör yenilerini almıyorlar. Biraz canınız yanacak ama kusura bakmayın.” Temizlik yapacağı ölülere söylüyor bunları...

Adam, karşıda bir metre ötemdeki yıkama taşında bir ölüyü soyuyor. Üzerindeki örtüyü açınca çıplak bir kadın bedeni çıkıyor ortaya. Duvara doğru yürüyor, bir musluk olmalı orada. Bir kovaya su dolduruyor. Kovadan sıcaklık yayılıyor. Ben de çözülüyorum, bağırmayı deniyorum. Olmuyor. Önce parmaklarımı oynatabiliyorum adamı izlerken. Adam kovadan tasla aldığı suyu kadının ölü, beyaz vücuduna döküyor. Önce koltuk altlarını sabunlayıp gelişi güzel tıraş ediyor. Eğilip ölünün göğüslerini öpüyor. Bu düş olmalı. O bir ölü kadın çünkü. Altını sabunlayıp tüylerini kesiyor. Kadını yüzükoyun çeviriyor. Altını tas tas sıcak suyla ıslatıp ovalıyor. Kaynak suyun buharları bana değin geliyor. Sonunda ölü yıkayıcı, masa şeklindeki taşın üstünde yüzükoyun yatan kadının bacaklarını aralayıp arkasına geçiyor. Pantolonunu indiriyor. Aman tanrım! Adam resmen ölüye tecavüz ediyor. Başım dönüyor midem bulanıyor. Bomboş midemden bir öğürtü kopuyor. Öğürtünün sarsıntısıyla kaygan taşın üzerinden yere düşüyorum. Kopan gürültüden neye uğradığını şaşıran adam, pantolonunu toplarken bir çığlık atıyor.” Eyvah! Yetişin, ölü dirildi!” Kapıdan rüzgâr gibi çıkıyor...

Çok geçmeden gelenler beni şaşkınlıkla izliyorlar. Ardından bakıcının getirdiği sedyeye elbirliğiyle yerleştiriyorlar özenle. Yoğun bakım odasında koşuşturmaca başlıyor. Hemşireler tepeden tırnağa soyup ıslak bezlerle her yanımı siliyorlar. Temiz giysiler giydiriyorlar sıcacık. İçim ısınıyor.

Günler sonra ilk kez, koluma takılan serum iğnesinin acısını duyuyorum. Canlıyım artık...Tıslar gibi bir şeyler söylüyorum bilinçsizce, kimse umursamıyor

Nöbet değişiminde, herkes gece yaşadıkları ilginç olayı anlatıyorlar yeni gelenlere. ”Polisin morga kaldırdığı ölü, birkaç saat sonra dirildi.” oluyor, tüm hastaneyi çalkalayan haber. Dalga dalga kente yayılıyor sonra.

Yerel gazetelerden, televizyondan hâlâ geliyorlar. Bayram yerine dönüyor hastane... Örseliyor beni olanlar, sorulara tek yanıt verebiliyorum. ”yüreğ

im enkaz şimdi.” SON