NİNENİ RAHAT BIRAK

Edebiyat - Hikâye

NİNENİ RAHAT BIRAK

Yaşlı kadın eliyle derenin ötesini göstererek bağırdı “Git sor bakalım anana babana, bir şey götürebilmişler mi giderken.”

Adam elindeki su şişesini kafasına dikip kana kana içti. “İyi hatırlattın nene,” dedi sonra, “gelmişken bir ziyaret edeyim onları da.”

“La havle. Ben ne diyorum sen ne diyorsun. Git, git ziyaret et. Kemikleri sızlıyordur zaten.”

Derenin ötesine baktı adam. “Sıcak şimdi,” dedi “mezarlığı böyle yokuşa kurmak da kimin aklına gelmiş.” Mezarlık tepenin arkasındaydı. Dereyi geçip yokuşu tırmanmak gerekiyordu. Köye değil komşu köylere bakıyordu mezarlar, uzaklara. Sis yoksa çok uzaklardaki denizi bile görebilirdiniz.

Kadın hiçbir şey demeden arkasını döndü, baston niyetine kullandığı kalın sopasına yaslana yaslana evine doğru yürüdü.

Adam elinin tersiyle alnındaki terleri silerken oflaya puflaya bir ağacın altına uzandı. Amma da sıcak, diye düşündü. Güneşsiz ama sıcak. Nefes almak bile güç.

Yine böyle güneşsiz ama sıcak bir günde annesine “Anne ben çalışmaya İstanbul’a gideceğim,” demişti. Annesi “Aman oğlum, şu azığı babana götür de sonra nereye istesen git,” deyip eline bir bohça tutuşturdu. Bohçayı tarlada çalışan babasına götürdü. O akşam eve dönmedi. Çok gençti o zamanlar, yorulmak nedir bilmezdi. Uzun uzun yürüdü önce, sonra bir kamyon kasasında limana vardı. Kaçak bindiği bir gemiyle ver elini İstanbul. Memduh’un hamallıktan başlayıp müteahhitliğe uzanan İstanbul macerası böyle başlamıştı.

Memduh ağacın altından kalkıp biraz yürüdü. Çok sıcak, dedi. Dönüp geldi, taş evin önündeki sedirde fasulye ayıklayan ninesinin yanına oturdu. Sesini çıkartmadan yaşlı kadını izledi. Bunaltıcı bir hava vardı. Akşam serinliği çökünce ayaklandı. Dereyi aşıp yokuşu tırmanmaya başladı. Mezarlığa ulaştığında nefes nefese kalmıştı. Ellerini dizlerine koyup soluklandı. Başını kaldırdığında Cahit Dayının mezarını gördü. Cahit Dayı, Memduh İstanbul’a gitmeden birkaç yıl önce ölmüştü. Çocuklarına “Ben ölünce mezar taşıma, eşek ölür semeri kalır, adam ölür eseri kalır, yazdırın,” diye vasiyet etmişti. Babasının ölmeden önce malı mülkü kumarda kaybettiğini öğrenen küçük oğul mezar taşını yaptırma işini üstlenmiş, sonunda üzerinde “Adam ölür eseri kalır, eşek ölür semeri kalır” yazan bir taşla çıkagelmişti. “Semeri bile kalmadı ya,” demişti rahmetlinin kızı. Yazıya bakıp güldü Memduh. Ölmeden önce kendi mezar taşını yaptırmalı insan, dedi. Ne olur ne olmaz. Çoluk çocuğa güven olmuyor bu devirde. Acaba ne yazdırsak? Neyse, şimdi bunu mu düşüneceğim, boş ver. Bu Cahit Dayının da neneminki gibi bir arsası vardı, zamanında elinden çıkarmamış olsaydı ne değerlenmişti şimdi. Onun çocuklarını ikna etmek de kolay olurdu. Nenemin arsası öylece duruyor. Gidip geldiği de yok. Köyden çıkmıyor zaten. Ver de bir iki daire vereyim sana, rahat edersin diyorum. Yok, Nuh diyor peygamber demiyor. Daire istemezsen para vereyim diyorum. Kefenin cebi mi var diyor. Ee biz başka şey mi dedik. Götüremeyeceğin şeyi niye boş boş tutuyorsun o zaman. Gitmeye de niyeti yok ya. Yüz yaşında falan herhalde. Oğullarını kızlarını gömdü. Beni de gömer bu.

Söylene söylene annesiyle babasının yan yana yattığı mezarlarının başına geldi. Mezarlar bakımsızdı, her yanı otlar bürümüştü. Ellerini açıp dua etti. Avuçlarıyla yüzünü sıvazlarken sağına soluna bakınıyordu. Mezarların viran hali canını sıkmıştı, otları temizlemeye koyuldu. Vaktin nasıl geçtiğini fark edemedi. Hava kararmaya başlamış, çevresini bir sis bulutu sarmıştı. Sessizliğin içinde çıtırtılar duyduğunu sandı. Derin bir nefes alıp elini kalbinin üstüne koydu. Çıtırtılar kesilmedi, aksine arttı. Yerin altından geliyormuş gibi boğuk bir ses “Memduuh, Memduuh” diyordu. Memduh yerinden fırladı, koşmaya çalışırken ayağı takıldı, düştü. “Rahat bırak kadını Memduh.” Sisler içinden bir karaltı ona doğru geliyordu sanki. “Köycek tanıyoruz seni. Sen Hatçe Nine’nin torunsun. Rahat bırak kadını.”

Memduh kalkmaya yeltendi. Karaltı elini uzattı, kalkmasına yardım etmek istiyor gibiydi. Çocukluğunda duyduğu hikayeler geldi aklına. “Sisli akşamlarda mezarlıktaki hayaletler hortlar,” derdi abisi. Birkaç kez hayaletleri görmek için yokuşu tırmanmış, mezarlığın kapısında korkup geri dönmüşlerdi. “Sakın hayalete dokunma yoksa sen de hayalet olursun!” dedi kafasının içinde bir çocuk sesi. Çocukken kaybolan abisinin sesi. Siste, koyun güderken kaybolmuştu. Ne ölüsünü bulabilmişlerdi ne dirisini.

Memduh eliyle topraktan güç alarak kalktı. Hayalet konuşmaya devam ediyordu, “Unutmuşsun sen buraların havasını, aniden sis basıverir kalırsın böyle. Bu havada dağda bayırda dolaşılmaz, kaybolursun. Mezarlıkta hiç dolaşılmaz, mevtanın biri çekiverir seni böyle ayağından, düşüverirsin yanına, kalkamazsın.” Memduh koşmaya başladı. “Koşma, koşma, düşüverirsin.” Hayalet Memduh’tan daha hızlıydı. Memduh ne kadar koşsa da arayı açamıyordu. Durmadan arkasında onun sesini duyuyordu. Dönüp bakmak istedi. Abi sen misin, demek istedi. Korktu. Abimse, ya dayanamayıp sarılırsam, ya ben de hayalet olursam. Yokuş aşağı yuvarlanırcasına iniyordu. Arkasında mezarsız abisinin hayaleti. Abisi ona ninesini rahat bırakmasını söylüyordu. Ninesini rahat bırakacaktı. Abisinin hatırına.

Kan ter içinde köye vardığında hayalet de kayboldu. Yine de dönüp arkasına bakamıyordu. Dereyi geçtikten sonra yavaşladı. Hatçe Nine evin önünde oturuyordu. Memduh’a baktı, “Yine ne anlatıyor Deli Sadi?” dedi.

“Deli Sadi mi?”

“Deli Sadi ya. Beraber gelmiyor muydunuz mezarlıktan? Ardın sıra geliyordu da konuşup duruyordu ya. Tanımadın mı sen Sadi’yi?”

Birden ne diyeceğini bilemedi, sustu kaldı. Bir süre şaşkın şaşkın ninesinin yüzüne baktı. “Sadi miydi o?” diyebildi. Sonra toparlandı “Hay sen çok yaşa nenem,”dedi “ben de düşünüp duruyorum neydi şu delinin adı diye. Sadi tabii. Deli Sadi. Abuk sabuk konuşuyor işte. Deli saçması. Neyse.” Derin bir soluk aldı, ninesinin yanına çöktü. Sisler içindeki köye baktı uzun uzun. Sonra yaşlı kadına döndü, yeni aklına gelmiş gibi “Nene be,” dedi “bir daha düşün sen şu işi ha? Mis gibi asansörlü, kaloriferli, sıcak sulu daire. Bak zor yürüyorsun, ne yapacaksın daha köylük yerde. Şu ahir vaktinde rahat ediverirsin ha?”