Edebiyatın Geleceği Veya Geleceğin Edebiyatı
Yapay zekânın sarsmadığı, tehdit etmediği ya da yeni olanaklar sunmadığı alan kalmadı sanki. Bundan birçok meslek, bilim dalı ve sanat dalı payına düşeni almaya devam ediyor. Kimi mesleklerin tamamen yok olacağı veya yapay zekâ olanaklarıyla başkalaşarak varlığını sürdüreceği tartışmaların odağında. Bu bakımdan eğitimin tüm alanları ve bileşenleri kendini tartışmaya açmalı, olanaklar ve olasılıklar çerçevesinde kendilerini yeniden konumlandırmaya çalışmalı. Üniversitelerimiz acaba bu tartışmaların neresinde? Eğitim fakülteleri bağlamında bu soruya rahatlatıcı bir yanıt veremiyorum ne yazık ki. Elbette birçok eğitim fakültesinde bireysel olarak birçok şey yapılıyor. Ancak yeterince kapsayıcı kurumsal bir çabadan söz etmek zor gibi. Ben de 2 Haziran’da İçel Sanat Kulübünde etkin bir katılımla gerçekleştirdiğimiz bir etkinlikten ve düşündürdüklerinden söz edeceğim bu yazımda. Edebiyat üzerine yaptığımız söyleşi, “Edebiyat: Dille, dilde, dilden” başlığını taşıyor. Başlığından anlaşılacağı gibi söyleşi, edebiyat ile dil arasındaki karşılıklı, özel ve özgün ilişkiye odaklandı, ama edebiyatın geleceğine ilişkin tartışmayı da ihmal etmedi. Söyleşide edebiyat ile dil arasındaki ilişki yeterince belirginleştirildi, ama edebiyatın geleceğine ilişkin tartışmaya pek zaman kalmadı. Bu eksikliği Mersin Kitap Fuarı Etkinlikleri çerçevesinde “Edebiyatın Geleceği-Geleceğin Edebiyatı” söyleşisiyle gidermek istedim, ancak programdaki sıkışıklık nedeniyle söyleşi iptal edildi. Yaptığım ve tasarladığım iki söyleşide öne çıkan saptamalar ışığında, edebiyatın geleceğini veya geleceğin edebiyatını tartışmaya açmak ve bunları kayıt altına almak, bu yazının temel hedefidir. Elbette edebiyatın geleceğini veya geleceğin edebiyatını bütünüyle kestirmek bu yazının haddini aşar, bu yüzden buradaki vurguları edebiyata ve geleceğine ilişkin kafa yormalar olarak nitelendirmek daha uygun olur. Yazının kapsamı gereği saptamalarımı 10 maddeyle sınırlandıracağım. Her saptamayı birkaç cümleyle açımlayarak yazıyı sonlandıracağım:
• Edebiyatın gücü, gerçekle sınırlı olmamasındadır.
Edebiyatın gerçekle sınırlı olmaması, gerçekleri irdelemeyeceği anlamına gelmez. Her türlü gerçeklik de edebiyatta yansımasını bulur. Nitekim edebiyat tarihinde gerçekliği öne çıkaran akımlar da olmuştur. Ancak hiçbir zaman gerçeklik edebiyatın temel ölçütü olmamıştır. Belki burada edebi eserin kendi iç gerçekliğinden veya anlatım gerçekliğinden söz edilebilir. Berna Moran’a (1991, S.161) göre, “Eserdeki her öğenin ve bağıntının eserin değeri için gerekli olması; gereksiz hiçbir öğenin ve bağıntının bulunmaması ve bunlardan her birinin yalnız kendi hesabına rol oynamakla kalmayıp diğerlerini de etkilemesiyle sağlanan düzene” Biçimcilik Kuramında organik birlik deniyor. Dolayısıyla burada ancak organik birlikteki gerçeklikten söz etmek olanaklıdır.
• Edebiyatın gücü, ahlakla sınırlı olmamasındadır.
Edebiyatın ahlakla sınırlı olmaması, ahlaksal sorunları konulaştırmadığını göstermez. Ahlakı önceleyen yüzlerce edebiyat yapıtı vardır edebiyat tarihinde. Hatta yaşamının tümünü ahlakı gözeten eserler üretmekle geçiren yazarlar var. Mahallenin namusunu korumayı kendine görev edinen kahramanların süslediği öykülerin ve/veya romanların sayısı küçümsenemez. Bu eserlerin sinemaya uyarlananlarında, kötü karakterleri canlandırılanların kimileri tarafından saldırıya uğraması da pek nadir değildir. Örneğin, filmlerde Ferdi Tayfur’a iftira ve haksızlık eden, sevdiği kıza kavuşmasını engelleyen Coşkun Göğen, Adana’da rahatlıkla gezemediğini ve birçok yerde tepki gördüğünü aktardı geçenlerde. Yine de ahlaksallık, edebiyatın ölçütü olamamıştır hiçbir zaman.
• Edebiyatın gücü, konularının sınırsızlığındadır.
Bilim, Felsefe ve tarihin konuları edebiyata göre sınırlıdır. Felsefe mantığı ve tutarlığı; bilim de kanıtlanabilirliği gözetmek zorunda. Nitekim Uluğ Nutku, Felsefeyi bilim ile sanat arsında bir yere konumlandırır. Ona göre Felsefe; ne bilim kadar katı ne de sanat kadar özgürdür. Tarih ise sadece önemli olaylara ve kişiliklere yer verir. Bu bakımdan Kemal Karpat, “Türkiye’nin sosyal tarihini yazacak olanların ilk sağlam kaynağı şüphesiz ki edebiyat olacaktır” vurgusunu yapar. Başka bir anlatımla, Türkiye’yi en iyi anlatan ve tanıtan tarihi değil, edebiyatıdır. Edebiyat her türlü kişi, olay ve olguyu konulaştırmakla hayata ilişkin bütüncül bir resim sunabilir, çünkü edebiyat sadece olanı değil, olası olanı ve olmayanı da anlatabilir. Konu sınırsızlığı edebiyatın temel belirleyenlerindendir.
• Edebiyatın gücü, özgürlükten beslenmesi ve özgürlüğü beslemesindedir.
Sanatın her türlüsü özgürlükten beslenir ve özgürlüğü besler. Elbette buradaki özgürlük fiziksel özgürlükle sınırlı değildir; daha çok düşünsel özgürlüktür. Düşünülenin sanat yoluyla ifade edilmesi özgürlüğüdür. Özgürce dile gelen her düşünce, sadece düşüneni ve üreteni değil, onu dinleyeni ve okuyanı da özgürleştirir. Bu yönüyle sanat veya edebiyat, özgürlüğün bulaştırıcısıdır. Kişiye kendi olanaklarının ötesinde bir özgürlüğü yaşantılama olanağı sunar. Adorno’nun söylemiyle “denetim altına alınmış dünya”da sanat, toplumdaki bireylerin nefes alma delikleridir. Yapay zekânın belirleyici olduğu bu dünyada, daha fazla nefes darlığı çekilebileceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok sanırım. Belki de özgürlük sanatın ve edebiyatın tek ve en önemli vaadi olacaktır.
• Edebiyatın gücü, dilin sonsuz anlatım olanaklarından beslenmesi ve dili beslemesidir.
Edebiyat; dille, dilde, dilden gerçekleşen zihinsel bir etkinliktir. Bu bağlamda dil, edebiyatın hem zemini, hem aracı hem de kaynağıdır. Burada Heidegger’in “dil düşünmenin evidir” saptamasını, “dil edebiyatın evidir” diye değiştirmek, pek sırıtmaz her halde. Her dilin potansiyel olarak sonsuz anlatım olanaklarına sahip olması, edebiyatın sonsuz anlatım olanaklarını güvenceler. Bu yüzden her defasında yeni şiirler, öyküler, romanlar, senaryolar, denemeler yazabiliyoruz. Sürekli yeni filmlerin, dizilerin ve tiyatro oyunlarının üretilebilmesi de, dilin sonsuz anlatım olanakları sayesinde gerçekleşiyor. Dilin ve edebiyatın tüketilemezliği, olanaklar varlığı olan insanın tüketilemezliğine dayanır. Dil ile edebiyat arasındaki her mücadele, hem dili hem de edebiyatı geliştirir ve uzlaşmayla sonuçlanmaya mahkûmdur. Et tırnaktan ayrılmaz kültürel vurgusu, dil ile edebiyat ilişkisi için iyi bir örnek oluşturur.
• Edebiyatın gücü, zamanlar arasılığında ve zamanlar üstülüğündedir.
Edebiyat, zamanlar arası yolculuğun en çok gerçekleştiği zemindir. Burada zaman çoğu kez kronolojik olarak değil, ileri ve geri gidişler, yani sıçramalar biçiminde gerçekleşir. Edebiyat eserleri ve onları üreten yazarlar, kronolojik okunmaya direnir. Ayrıca zaman; doğa betimlemeleriyle, renklerle, olay, yer ve olgu göndermeleriyle okura sezdirilir. Bu yüzden, her eser yazıldığı dönemin izlerini taşır, ama başka zamanlara da taşar. Bu bağlamda edebiyatın esnek zamanlılığı, edebi eserlerin farklı zaman dilimlerinde yeniden okunmasına ve değerlendirilmesine olanak sunar. Bu da yazarı, okuru ve eseri devingen kılar.
* Edebiyatın gücü, iddiasızlıktaki iddiasıdır.
Edebiyat kendi amacını dolaysız söyleyip mutlaklaştırdığında, güdümleme (manipülasyon) veya didaktiğe dönüşür. Böylesi bir yaklaşım, sadece edebiyatı yoksullaştırmakla kalmaz; yazarın, okurun ve eserin hareket alanını da daraltır. Edebiyatın özellikle iddiadan uzaklaşması, onun özgünlüğünü, bir kezliğini ve tekrarlanamazlığını güvenceler. Ayrıca her okurun kendi iddiasını inşa etmesini özendirir. İşte yazar ve okurun hesapsızca esere dalışını, “çıkar gözetmezlik ilkesi” diye adlandırır Kant. Ona göre, yazar ve özellikle okurun beklentisizliği, çağrışımsal anlamın her dönemde yeniden üretilmesine ve ondan haz duyulmasına olanak tanır. Edebiyatın bitimsiz güzelliği de buradan gelir.
• Edebiyatın gücü, vaatsizliğindedir.
Edebiyat bir şeyi vaat ederse kendini bağlar ve normatif bir özelliğe bürünür. Oysa edebiyat normlara bir başkaldırıdır bir yönüyle. Ele avuca sığmamak, edebiyatın belirleyici özelliklerindendir. Edebiyat bir şeyi vaat etme tuzağına düşerse; eğitim, ahlak ile hukuk arasına sıkışır ve bu alanlardaki beklentileri karşılamayarak kendini tüketir, çünkü bu alanların hiçbiri edebiyatın ölçütü olamaz. Böylesi bir yaklaşım edebiyattaki ufuk çeşitliliğini de zehirleyebilir.
• Edebiyatın gücü, anlamının bütünüyle yazar tarafından öngörülemezliğinde ve okur tarafından tüketilemezliğindedir.
Hiçbir yazar ürettiği edebi metnin olası bütün anlamlarını öngöremez; hiçbir okur da okuduğu edebi metnin olası bütün anlamlarını tüketemez. Anlamın tüketilemezliğini ve her dönemde yeniden üretilmesi gerektiğini önceleyen söz konusu ilke, hem yazarın hem de okurun özerkliğini ve yetmezliğini anlatmakla kalmaz; metnin yazarına karşı özerkleştiğini de ilan eder. Özerk bir varlığa dönüşen metne artık yazar müdahale edemez. Ayrıca söz konusu ilke, hem yazarın, hem okurun hem de metnin mükemmel olmadığını, eksik varlıklar olduğunu vurgular. Edebiyatı oluşturan üçlünün eksikliği, tamamlanmamışlığı, hatta kusuru ve birbiriyle sürekli etkileşimi; edebiyatın bitimsiz estetik kaynağını oluşturur. Belki de edebiyatın geleceği burada saklıdır.
• Edebiyatın gücü, hızı değil, dinginliğidir.
Hız çağında dinginlik, edebiyatın hem gücü hem de zayıflığıdır. Artık hızın hayatımızın hemen hemen her alanında belirleyici olduğu yadsınamaz. Dayatılan yapay gereksinimlerin ardından hızla koşuyoruz. Gereksinimler öylesine çok ve çeşitlidir ki, onların gerekliliği üzerine düşünecek zamanımız bile yok! Oysa hız bir yaşama biçimine dönüşemez, dönüşmemeli, çünkü dinginliğe erişmek için hızlanılır. Bu bağlamda, hızın nedeni de hedefi de dinginliktir. Hız ve dinginlik bu çağın temel çatışkısıdır sanki. Dinginliğin hız karşısındaki şansı/şanssızlığı, edebiyatın geleceğini veya geleceğin edebiyatını belirleyeceğe benziyor.
Edebiyatın geleceğini veya geleceğin edebiyatını, yukarıdaki saptamaları yapay zekânın ne kadar ve nasıl karşılayacağı belirleyecek gibi görünüyor. Ne dersiniz?
KAYNAKÇA
Adorno, Theodor W. (1997). Negative Dialektik. Jargon der Eigentlichkeit. Gesammelte Schriften 6, Suhrkamp Taschenbuch Wissenschaft, Frankkfurt am Main
Moran, Berna (2006). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İletişim Yayınları, İstanbul.