Ayna

Edebiyat - Asu Pala

Uyandın. Nasıl olduğunu anlamadın ama uykunun beden ve zihninden amansızca çekildiğini hissettin.

Gözlerini açmadın. Açamadın. Açarsan yine sen olacaktın. Sen olmaktan bıkmıştın.

Belki de sen olmayacaktın. Merakına yenik düştün ve göz kapaklarına içeride dönüp duran göz bebeklerinin üstünden gölgesini çekmesini istedin.

Tavanı, kapalı perdelerin ne kadar çabalasalar da birkaç gün ışığının odana girmesini engelleyemediklerini gördün.

Sanki bir şeyleri değiştirmek istiyorlardı. Seni sen yapmamak, yaşamını temelden değiştirmek için can atıyorlardı. Bir çember oluşturacak şekilde dönüyorlardı bomboş tavan üstünde.

Bir süre hareket etmedin. Bedeninde hareketsizliğe karşı çıkmayı göze alacak kadar inatçı olan kısım ise gözlerindi.

Bu çember seni içine çekiyordu. Aynı uzayda bir kara delik, çölde bir hortum, içine on yıl önce düştüğünde korktuğun bir çukur, kokusundan nefret etsen de bırakamadığın bir sigaranın ucu, alkolün günahı ile dolu bir bardağın etrafı gibi.

Göz kapakların göz bebeklerinin etkisiyle bir inip bir kalkıyordu. Çemberin kölesi olmuş gibi.

Gözlerin kapandı.

Gözlerin ağrımaya başladığından durmaları için sessizce yalvardın. Göz kapaklarının gölgelerini bir kez daha göz bebeklerinin üstüne çekmelerini istedin.

Gözlerin hala kapalıydı.

Elini sağında duran kutunun üstüne attın.

Bu çemberin gözlüğün olduğunu anladığında gözlerin hala kapalıydı.

Bir çembere dokunduğunu hissettin. Aynı uzayda bir güneş, çölde bir gezginin farkında olmadan kumda oluşturduğu rota, beş yıl önce içine girdiğinde heyecanlandığın bir opera salonu, içine sigaranın izmaritlerini attığın bir küllük, sütün masumiyetiyle dolu bir bardağın etrafı gibi.

Gözlüğünü sağ elinle tuttun, sol elinin ve yer çekiminin yardımıyla göz çukuru ve burnunun üstüne koydun.

Gözlerini açmak istedin. Gözlüklerin sayesinde başka şeyler görebileceğini hissettin. Uçan bir kuş, idam edilen bir günahkâr, sevdiğinden ayrılan bir kadın, annesinin karnında ölen bir bebek gibi.

Gözlerin açıldı.

Göz kapaklarına içeride dönüp duran göz bebeklerinin üstünden bir kez daha gölgesini çekmesini istedin.

Ne uçan ne de kanadı kırılmış bir kuş, ne idam edilen ne de yaşayan bir günahkâr, ne sevdiğinin yanında olan ne de sevdiğinden ayrılan bir kadın, ne annesinin karnında ölen ne de annesi ölen bir bebek görüyordun.

Yamuk bir çember çerçeve.

Şimdi tavanı, kapalı perdeleri ve odaya süzen ışıkları bir çember çerçeve içinde görüyordun.

Yamukluğunu ellerinle düzeltmeye çalıştın çember çerçevenin, başaramadın. Baskıya dayanamayan çember çerçeven iyice yamuldu.

Onlar da yamuktu.

Bu yamukluk ellerinin baskı uyguladığını, bu da ellerinin varlığını gösterdi. Ellerin vardı. Onları yamuk çember çerçevenin alanına soktun. Onları inceledin. Parmak uçlarında çemberler gördün.

Onları düzeltmeye bile uğraşmadın, çünkü daha önce denediğini ve başarısız olduğunu hatırladın.

Ellerini sert yatağının üstüne koydun. Gücünü parmak uçlarındaki yamuk çemberlere aktarmayı denedin. Ayaklarının da yardımıyla oturur pozisyona geçtin.

Dinlemediler.

Yorulmuştun. Korkuyordun. Saate baktığında geri uyuman gerekeceğini görmekten korkuyordun. Gözlerine, çember çerçevene saatin olduğu yöne bakmamaları gerektiğini tembihledin.

Saat de çemberdi. Akrep henüz yelkovana yetişememişti, çemberin izinde peşinden koşuyordu. Yelkovan ise ondan bir tavşanın bir kaplumbağadan hızlı olduğu kadar hızlıydı. Bugünkü beşinci turunun bitirmişti bile yelkovan. Akrep ise ilk turunun yarısına bile gelememişti.

Oysa akrebin hiç acelesi yoktu.

Korktuğun başına gelmişti. Yeniden uyumalıydın. Akrep yelkovana yetişene kadar uykunun kollarında kalmalıydın.

Akrebi izlemeyi bıraktın. Onun yavaşlığını, kaplumbağanın tavşanı geçemeyeceğini kabullendin. Çember çerçeveni ışığın geldiği yöne çevirdin.

Oysa akrebin hiç acelesi yoktu.

Ayaklarını yataktan dışarı sallandırdın. Sağ ayağını yelkovanın gittiği yönde, sol ayağını tam tersi yönde sallamaya başladın. Sanki zamanın geçmesi için bir büyü yapıyor gibi.

Ayağa kalktın. Kapalı perdelere inat odana süzülen ışığa doğru yürüdün. Tam bir ışık hüzmesine dokunabilecekken ayakların ve sonra bedenin yana doğru döndü.

Çok geçmeden bir çember çizmeye başladın.

Ne olacağını merak ettiğin için ayakların nereye gidiyorsa oraya gittin.

Bir çember oluşturmuşlardı.

Birbirine dik duvarların; kapalı perdelerin olduğu duvarın, kıyısında kitaplarının biriktiği duvarın, yatağının yanındaki duvarın, kapının bulunduğu duvarın iç içe geçmesini izledin. Artık birbirlerine dik değillerdi.

Bir çember oluşturmuşlardı.

Her an infilak edecek gibi atan kalbin sana durman gerektiğini söylüyordu. Oysa sen hapsolmuştun adımlarının sana yazdığı kadere. Belki kalbin infilak etseydi durabilirdin.

Dört duvar, artık kesinlikle bir çemberdi. Buna emindin. Artık yelkovanın peşinde koşan akrep sendin. Ya da yelkovandın akrebi peşinden koşturan.

Durma vakti gelmişti.

Belki de infilak etmişti ve sen duymamıştın.

Kalbini duyamıyordun, onu hissedemiyordun.

Adımların yavaşladı. Artık sadece başın bir çember çiziyordu ayaklarının tepesinde. Dengeni kaybetmemiştin.

Uyumana gerek kalmamıştı.

Saate koştun. Bıraktığın gibi duruyordu. Tek fark, artık akrep yarım turunu tamamlamış, yelkovan ise altıncı turuna başlamıştı.

Ayaklarının kaderini yine sen yazmaya başlamıştın. Aynaya bakmak istedin. Senin sen olmadığını görmek istedin.

Kapıyı ittin. Normalde dört adımda ulaşabileceğin banyo kapısı şimdi yirmi dört adım uzağında gibi gözüküyordu.

Yamuk bir çember.

Arkana döndün. Odan çember çerçevelerinin alanına girdi. Gördün ki dört dik duvarın hala çemberdi.

Belki de duvarların en başından beri birbirlerine dik değildi, sen fark etmemiştin.

Kalbini dinledin. Bu durumdan korkmamıştı. Senin de korkmaman gerekiyordu.

Belki de koridorun en başından beri yirmi dört adım uzunluktaydı, sen fark etmemiştin.

Çember çerçevelerini tekrar koridora yönelttin. Hala yirmi dört adım uzunluğundaydı.

İlk adımını attın.

Tek yapman gereken şey aynaya bakmaktı.

İkinci adımını attın.

Bunun seni korkutmaması gerekiyordu.

Üçüncü adımını attın.

Aynada göreceğin şey sen olmadığın sürece mutlu olacağını hissediyordun.

Dördüncü adımını attın.

Aynada uçan bir kuş, idam edilen bir günahkâr, sevdiğinden ayrılan bir kadın, annesinin karnında ölen bir bebek görebilirdin.

Beşinci adımını attın.

Bunlar seni mutlu ederdi.

Altıncı adımını attın.

Aynada kanadı kırılmış bir kuş, yaşayan bir günahkâr, sevdiğinin yanında olan bir kadın, annesi ölen bir bebek görebilirdin.

Yedinci adımını attın.

Bunlar da seni mutlu ederdi.

Sekizinci adımını attın.

Aynada göreceğin şey sen olmadığın sürece mutlu olacaktın.

Dokuzuncu adımını attın.

Yeter ki sen olma aynadaki.

Onuncu adımını attın.

Yeter ki sen olma aynadaki.

On birinci adımını attın.

Çünkü sen yaşamayı becerememiştin.

On ikinci adımını attın.

Çünkü sen ölmeyi bile becerememiştin.

On üçüncü adımını attın.

Kendi hayatına gözlemciydin.

On dördüncü adımını attın.

Kendi hayatın umurunda olmamıştı hiçbir zaman.

On beşinci adımını attın.

Sana söylenilenler, inandıkların, inanmadıkların vardı ama bu değerler senin değildi.

On altıncı adımını attın.

Senin dışındakiler vardı, kendilerine karşı bir şey hissetmediğin insanlar.

On yedinci adımını attın.

Sen vardın, kendine karşı bir şey hissetmiyordun.

On sekizinci adımını attın.

Sen kimdin ki?

On dokuzuncu adımını attın.

Sen hiçbir şeydin. Sen doğumundan itibaren bir yalancı olarak var oldun. Sevmediğin şeyleri sevdin, nefret ettiklerine aşık oldun, sevdiğin şeyleri görmezden geldi, aşık olduklarından nefret ettin.

Yirminci adımını attın.

Yalancı, oyuncu, iki -hatta daha fazla- yüzlü, iğrenç bir insandın.

Yirmi birinci adımını attın.

İnsanlar seni bu yüzden sevdi.

Yirmi ikinci adımını attın.

Sen olmak istedi hepsi.

Yirmi üçüncü adımını attın.

Ama bilmiyorlardı ki sen diye biri yoktu, çünkü sen sen olarak yaşamamıştın.

Yirmi dördüncü adımını attın.

Kapıyı açtın.

Ayna bir çemberdi. Yamuk bir çember.

Aynanın karşısında durdun.

Aynada gördüğün, sendin.