YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ

Edebiyat - Ali Gençli

YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ

Neredeyim? Ne zamandan beri buradayım? Buraya nasıl geldim? Hiçbir şey anımsamıyorum.Kendime geldiğimde ilaç, küf, kan, yara ve acı kokan bir hastane odasındaydım...
Bilincim bir gidiyor, bir geliyor. Gözlerim açıkken bile kâbuslar görüyorum.
Evimi, kızımı, karımı özlüyorum. Kimse beni dinlemiyor... Şu karşı yatakta hiç kıpırdamadan hasta... Yanında her yeri sargılanmış bir diğeri... Hemşireler... Doktorlar... Sorularım havada asılı kalıyor... İnliyorum... Sızlıyorum... Sorularım yanıtsız kaldıkça saldırganlaşıyorum. Devinimlerime engel olmakta güçlük çekiyorlar. Yatağa bağlı olmak beni daha da çıldırtıyor.
Yaptıkları iğnelerin etkisi geçtikçe bedenimi saran asi duygular ikinci bir ben yaratıyordu bende...
Hele geceler, bitmek tükenmek bilmiyordu. ”Hani sevdiklerim, nerede beni sevenler?”
Yüreğimdeki dayanılmaz kavuşma isteğiyle bir gece hastaneden kaçıyorum...
Bu bilmediğim kentin parkları, sokakları benimdi şimdi. Ardıma hiç bakmadan yürüdüm yürüdüm... Duygularım yoktu artık, yalnızca acıkıyor, susuyor ve gecenin ayazında üşüyordum.
Sabah olduğunda bir deniz kıyısındaydım. Üzerimdeki giysiler hastane kokuyordu. Yanımdan geçen onlarca kişi beni fark etmiyordu... Limanda büyük gemiler yüklerini boşaltıyorlardı... Denizi arkama alıp, anayoldan hızla geçen taşıtlara aldırmadan yolun karşısına geçiyorum. Benim bu aldırmazlığıma taşıt sürücülerinin savurduğu küfürler havada uçuşuyor. Yolun karşısında çöp tenekelerini karıştıran sıska köpek, ona doğru yürüdüğümü anlayınca, hırlayarak uzaklaştı. Havlaması beni korkutamamıştı. Çünkü ben de açtım. Çöpte bulduğum yemek artıkları, tost parçaları karnımı doyurdu. Atıkların içinde bulduğum paçaları yırtık eski bir kot pantolonu gelişigüzel geçiriyorum üzerime. Ben bunları yaparken sarışın bir çocuk beni izliyordu şaşkınlıkla. Göz göze gelince korkup kaçıyor... Fermuarı bozuk, eski pantolonu bir iple bağlıyorum belime.
Saçım başım darmadağın, az ilerideki kalabalığa dalıyorum. Çevresinde, insanların telâşla koşuşturdukları koca yapının duvarında “Bandırma Otobüs Garajı” yazıyor. Yapının içine dalıyorum. İnsanların deviniminden başım dönüyor kapının iç yanında yere çöküyorum. Gelen geçenlerden bazıları kucağıma madeni paralar atıyorlar. Hemen yanı başımda bayramlaşan insanlar görüyorum. Sarılıp öpüşüyorlar. Birbirlerinin bayramlarını kutluyorlar. Beni dilenci sanıp acıyan insanlar çoğaldıkça, kucağımdaki paralar da artıyor... Bir süre sonra, yapının arkasına geçiyorum. Otobüslerin biri gidiyor, biri geliyor.
Otogarı çevreleyen dükkânların, büfelerin önünden geçiyorum. Kapısında “çorbacı” yazan birine giriyorum. İçim ısınıyor. Garsonlardan birisi beni hemen kapı dışarı ediyor. Elimdeki paraları göstermem bir anlam ifade etmiyor, onun için. Müşterileri rahatsız olacak diye korkuyor besbelli... Garsona direnirken camda asılı bir resim görüyorum.
Bu benim fotoğrafım... Evet evet fotoğraftaki benim. Camda yansıyan perişan yüz, o günlerin mutlu yüzüyle üst üste çakışıyor. Aradan sanki yüzlerce yıl geçmiş gibi. İki yüz, birbirine acı acı gülümsüyor. Fotoğrafın altında:
“...... .....1957 doğumlu ........ Deprem... kaybol.....Gören... ya da tanıyan......... .......numaralı telefon.... bildir........ rica.....”
Gözlerden kaçıyorum. Ayaklarım beni küçük bir çam ormanına getiriyor. Hayır! Hayır, burası bir mezarlık. İçerilere doğru yürüyorum. Bir kalabalık acele ile bir ölüyü gömüyor. Küreklerle hızlı hızlı toprak atıyorlar. Belli ki bir aceleleri var. Hoca son duasını okuyor. Çevresindekiler eşlik ediyorlar ona.
Kimse kimseyi görmüyor, daha doğrusu beni kimse görmüyor. Mezarlık hızla boşalınca, ölü ve ben yalnız kalıyoruz. İnsanlar yarıda kalan bayramlarını kutlamaya gidiyor. Yeni mezara yaklaşıyorum. Mezarın başına bırakılan ibrikten su içiyorum. Mezar üstünde bulduğum oyalı yazmayı okşuyorum. Ölen, bir kadın olmalı. Ellerimin kirli olduğu ilişiyor gözüme... Umursamıyorum. Üşüyorum. Oyalı yazmayı boynuma doluyorum. Bir sıcaklık sarıyor boğazımı. (Devamı var)