Sessizlik Fenomeni Üzerine
Sessizlik hâli çok boyutlu bir fenomendir. Öncelikle sessizlik sadece bildiğimiz ilk anlamıyla -fiziki açıdan- sesin olmadığı bir durumu ifade etmekten ibaret değildir. Öte yandan mutlak sessizlik diye bir şey yoktur. Zira ortamın fiziki açıdan çok sessiz olması pek tercih edilir bir durum da değildir ama yine de sessizlik hâlinin gürültülü ortama göre daha çok tercih edildiği açıktır.
Sessizlik hâli aynı zamanda psikolojik açıdan bir çeşit “depresyon belirtisi” olarak kabul edilebilir. “İçe kapanık” insanlar için “neden sessizsin, çıt çıkmıyor senden” deriz ve bir anlamda karşımızdaki kişinin durumunu anlamaya çalışırız ve muhtemelen ona yardım etme ihtiyacı duyarız. Kişi "tükenmişlik" duygusu içinde olabilir.
-hey, senin neyin var meleğim? hadi gel, yanıma uzanıver. bana duymak istediğim güzel şeylerden söz et. o eski, asil, kâhin yaradılışlı kadınlardan söz et hadi. küçükken bize masallar anlatan o iyi insanlardan söz et...
Kimileri de “huzur bulmak için” sessizliği, sessiz mekânları tercih ederler.
Sözsüz iletişim bağlamında bazen insan, sessiz kalarak karşıdakiyle bir çeşit dolaylı konuşma içine girebilir. Kişi susmuştur ama aslında o bununla bir şeyi ifade etmeye çalışıyordur. Çoğu kez sadece gözlerin bile konuştuğundan söz edilebilir ve bu durumda sessizlik süre giden gizemli bir diyalog biçimini alır gider...
Felsefi-düşünsel boyutuyla ele alırsak, herkeste görülmese de, en azından bilge insanların, bilim insanlarının kritik düşünme seanslarının sessizlik içinde gerçekleştiği açıktır. Dahası insan, bazen yapıp etmeleri üzerine derin derin düşünmek için sessizliğin olduğu bir anı seçer ve bu an muhtemelen varoluşsal bir bunalımın, varoluşsal bir kaygının tezahürü olarak yorumlanabilir. Evin herhangi bir köşesinde, bir köşebaşında, bir barda, kafede ve yalnız...
Mafios kültür ve suç organizasyonlarında “omerta” denilen suskunluk yasasının gereği olarak kişiden “çenesini tutması” öğütlenir. Sosyo-kültürel ve tarihsel bir gerçek şu ki Sicilya toplumu neredeyse yüzyıllar boyunca sessizliğin hüküm sürdüğü gizemli bir diyar olmuştur. Öte yandan sessizlik, organize suç ortaklığının en temel bileşkesini oluşturur. Bu durumda hiç kimse hiçbir şeyi bilmez...
Sessizlik hâli bazen de yadırganan bir durumdur. Sözgelimi türlü adaletsizliklerin ve kötülüklerin yaşandığı bir dünyada insanların sessiz kalmaları istenmeyen bir durumdur. Hatta bunun üzerine dinsel motifli deyişler bile kullanılır: “Haksızlığın karşısında susan, dilsiz şeytandır” gibi... Haksızlığın olduğu yerde "sessizlik ihlali" adeta kutsal bir görev, kutsal bir yemin, çarmıha gerilmiş bir ayin gibidir.
-Tanrım! Beni neden terk ettin?
Şu halde mevcut kötülükler karşısında insanlardan sessiz kalmamaları, susmamaları istenir. Böylece sessizlik, diyalektik olarak bir çeşit kendi karşıtı olan çok sesliliği, yüksek sesliliği doğurur diyebiliriz.
Sessizliğin hem bir gerçek hem de ironik bir metafor olarak edebi yorumlarına da rastlamak mümkündür. Örneğin sessizliğin belki de en çarpıcı, edebi yorumlardan biri Jack London’ın bazı eserlerinde karşımıza çıkar. Jack London özellikle doğanın insan karşısındaki belirleyici gücünü ifade etmede sessizlik sözcüğünü sıkça kullanır. Mesela onun “Beyaz Sessizlik” adlı bir kısa öyküsü bile vardır. London bu kısa öyküsünde her şeye kudretinin yetebileceğine inanan insanın, bir anda insanı iliklerine kadar donduran buz gibi bir havanın, bembeyaz karın ortasında ve sessizliğin hüküm sürdüğü diyarlarda nasıl da korkunç bir duyguya kapıldığını betimler. London’a göre sessizlik ezici bir güçtür. Bu, onun natüralist yaklaşımının en çarpıcı yorumudur. Sessizlik, soğuğun hüküm sürdüğü diyarlarda insanı ezen bir güçtür. Demek ki sessizliğin hem kişisel, hem sosyolojik hem de doğal bir yönü söz konusudur. Gerçek şu ki her halukarda sessizliğin insan yaşamını, dolaylı veya doğrudan, mecaz ya da gerçek anlamında derinden etkilediğidir.
Karı-koca, evde çocukların uyuduğunu bilir ve mümkün olduğunca gece geç saatlerde sessiz davranmaları gerektiği bilinciyle hareket ederler. Aynı şekilde çocuklar da sessiz olmaları gereken yerde sessiz davranmaya özen gösterirler, evde ya da okulda. Böylece bazı işler sessizlik içinde yapılır.
Öte yandan herkes uyurken hırsızlar da son derece sessizce iş yaparlar. Hatta sessiz olanlar içinde hırsızlar belki de “en dikkatli sessizler” olarak nitelendirilebilir. Bir sabah uyandığınızda sessiz sedasız soyulduğunuz gerçeğiyle uyanmak kadar kötü bir şey olmasa gerektir.
Savaş esnasında “ses disiplini”ni sağlamaya çalışan asker de sessizliğin ne denli hayati öneme sahip olduğunu bilir ve hedefine sessizce ilerlemeye gayret eder. Gereken tüm hazırlıklar özenle yerine getirilir. Benzer biçimde avına yani hedefine ulaşmak için geyiğe sessizce sokulmaya çalışan kaplanlar da öyledir. Şu halde sessizlik hâli Darwinist-Spencercı anlamda “en uygun olanın hayatta kalması” ilkesiyle doğrudan bağlantılı bir ilke olarak karşımıza çıkar...
Hamit Ölçer, Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sosyoloji, Doktora Öğrencisi