MEĞER METRE KELİMESİNE MASUM BİR HARF EKLEYİNCE METRES OLURMUŞ

Edebiyat - Meğer Metre Kelimesine Masum Bir Harf Ekleyince Metres Olurmuş

MEĞER METRE KELİMESİNE

MASUM BİR HARF EKLEYİNCE METRES OLURMUŞ

İlkokulda, öğretmenimizin okuttuğu bir hikayede 'metres' kelimesi geçiyordu ve ben, onu; zihnimde babamın marangoz oluşuyla disiplinlerarası ve metinlerarası bağlantı kurarak 'metre' sanıyordum. Eee.. babamıza marangoz çıraklığı yaptığımız için hayatta bir tek 'metreyi' tanıyorduk o zaman, biz metresi bilmem kaç kuruş olan 'metres'i nereden bilelim.

Fevkaladenin fevkinde Bülent Ersoy'un kırk tilkilik kürkü gibi bir durum daha var ki 'metres' kelime-i şerifi acar sözlüklerde 'ilkokul öğretmeni' anlamına da geliyormuş. Tövbe yarabbi!..

Tövbe ya Rabbî hatâ râhına gittiklerime

Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime

Bu arada eve babama "baba bana da metres al" diye eve koştuğumda, babam da benim gibi cahilin biriydi gitmiş bana pazardan ahşap marangoz metresi almaz mı? Ama ben yeni öğrenmişim ya 'metres' kelimesini onu 'metre' kelimesinin moderni, daha doğrusu gavurcası sanıyorum.

İşte benim modernleşmem bu 'metres' kelimesiyle başladı ve ondan sonra metreye hep 'metresim' diye hayatımda esaslı ve yüksek iltifatlı bir parantez açtım.

Sınıfta okuduğumuz hikaye de yanlış olmasın, Milli Edebiyatçı ve aynı zamanda sağlam İttihatçı ve dahi Resneli Niyazi Bey'e ithafen de şiir yazmış olan Ömer Seyfettin Hazretlerine aitti. Eğer yanlışsa, Ömer Seyfettin Hazretlerinin ruhundan, Süleyman Demirel'i de anarak behemehal özür dilerim.

Hikaye kahramanının adı Ahter miydi neydi bilmiyorum, ama evet.. evet.. Ahter olacak. Öğretmenimiz açıklamıştı, hatırlıyorum, ben de sevinmiştim ve 'ne güzel, yıldızları ölçecek kadın demek buymuş' diye içimden şöyle incesaz heyetiyle geçerek ortalığı nağmelendirdim.

Bu arada Tanzimat sonrası dönemde dört metres bulundurma modası vardı ve bu metreslerin ya isimleri aynı harflerle başlar; ayşe, aysel, ayfer, arzu gibi ya da isimlerinin sonunda mutlaka kafiye veya redif bulunurdu, tabi en makbulü redifli olmasıydı.

Bu arada derede bismillah, liseye başlarken milliyetçi oluşumun baş mimarı Ömer Seyfettin Efendi Hazretleridir. Ziya Gökalp'ı saymazsak, kendisi bize lise dönemimize kadar şeyhlik eylemiştir. Biz onun dergahında ayakçı postu hizmetinde bulunuyorduk.

Sonra lise mekteb-i musibetine giderken, bir gün, kitapçıda turşularıyla ve dantelleriyle meşhur Hüseyin Rahmi Gürpınar (isme bak, tam şair olacak isimmiş) ustanın Metres adlı kitabıyla karşılaştım.

Bu arada "şeyhlik" postuna Ziya Gökalp oturmuştur. Burada da "dar-ı hüseyin" makamına kadar yükselmişliğimiz vardır ama biz hiç kimseye faş etmemişizdir bu durumu.

Meğerse Hüseyin Rahmi amcanın kitabı bir romanmış, en natüralist cinsinden. Ben, bunu öğrendiğimde "bu amca bizim 'metre' hakkında ne romanı yazmış bir de sonuna Samipaşazade Sezai'nin baş harfini eklemiş" diye düşündüm.

Sonra aynı romandan bir bölüme lise edebiyat ders kitabında da rastlayınca ve bilinmeyen kelimeler bölümünde 'metres' kelimesinin karşısında metre kelimesinden farklı bir anlamla karşılaşınca bizde şafak attı.

Biz bu sosyal tiplere, 'kadrolu fahişe' desek ayıp kaçar mı acaba? Yahut 'kadrolu seks işçisi' nasıl olur, bilmem ki, estetiğe biraz su vermiş olur muyuz? İşi biraz inceltip müslümanlaştırarak 'dost tutmak' desek ne dersiniz?

Bunların şişmanlarına da 'metre' meselesini dışlamadan ve üstelik biraz da hatır koyarak 'kilometres' denilebilir belki.

Metresin var mı, derdin var. Eğer bir bağ eviniz yoksa yandınız. Adam olan insana 'ey iman edenler, madem bağ eviniz yoktu, metres sizin neyinize, size metre yetmiyor muydu?' diyecek olanlar çıkabilir.

Özgürlükler genişleyince kadın metresler kadar erkek metresler de çoğalmıştır. Ama üzüntüm şu ki, Hüseyin Rahmi'nin bu erkek metresleri yazmaya ömrünün yetmemesidir.

Tanzimat’tan sonra bu 'metres tutma' işi pek modaymış. Ne yalan söyleyeyim, ben de 'gençliğim eyvah' demeden, o yaşta metres tutma hayalleri kurdum. Sevgilimiz olsaydı, hiç metres tutma hayalleri kurar mıydım? Vallahi kurmazdım.

Lisede Leyla isimli bir kıza tutulduk, uzaktan uzağa, o da Platon'a olan aşırı saygımız ve muhabbetimiz yüzünden Platon makamında kaldı ve bir türlü Aristoteles makamına yükselemedi. Baktım bende Leyla'ya Mecnun olacak kapasite yok, bıraktım Leyla'nın peşini. Ama çöl eksikliği yüzünden başımda kuşlar yuva fırsatı bulamadılar.

Evet bir metresim olmalıydı, atalarımızın yolundan giden bir milliyetçi olarak. Metresim olmalıydı ve metresimin yanında bir de babamın ahşap marangozluk metresi olmalıydı. Metresin yanında metre ne iş, diye düşünecekler olabilir. Ne olacak, metresimin boyunu metreyle ölçeceğim. İnsan, metresinin boyunun kaç metre olduğunu merak etmez mi? Eder, ben de ettim işte.

Sonra bu metres meselesi bende bayağı bir takıntı oldu, hatta bir ara Hüseyin Rahmi ustamıza uyarak Metresler Mektebi açmayı bile düşündüm. Hani o da Kokotlar Mektebi diyordu ya, işte öyle, gerçi bizim projemiz onunki gibi natüralist değil elbet, ama daha estet, daha zekice ve daha mürence. Kokotlar Mektebi neymiş, bak, Metresler Mektebi, ne de güzel bir estetik bahşediyor kulaklara, tıpkı Servet-i Fünun piyanolarından kalma son armoni gibi.

Burada nefes alıp bir dal sigara içebilirsiniz. Sigara Harman olursa daha isabetli olur. Zira bu yazıdan sonra harman kaldırmak size de nasip olabilir. Ben çocukluğumda, kutulu Harman sigarası bulamadığımdan ya Köylü ya da Birinci sigarası içtim en birincisinden. Neyse siz içmeyin, 'sigara sağlığa zararlıdır' derler ve böyle buyurmuştur, leşinde kuzgun olmayan, başında devlet bulunan devlet.

Bu metres kelimesi bize Fransızcadan geçmiştir. Sonra dünyaca ünlü Fransız yazar Victor Hugo'nun da Juliette adında bir metresi varmış. Juliette'in, ilk vuslat gecesinde giydiği altın işlemeli mor ipek elbise Royal meydanındaki Victor Hugo Müzesi'nde kutsal emanet gibi muhafaza ve teşhir edilir. Hatta yüce Fransız halkı, vitrinin etrafını tavaf ederek hacılık unvanını alır.

Victor Hugo'nun olur da bizim Tanzimat Efendileri'nin olmaz mı? Onlar da yavaş yavaş, Fransızca yapmak, etmek anlamlarına gelen 'etre' fiilini kullanana kullanana metres piyasasına açıldılar.

Mesela bu konuda Hüseyin Rahmi gibi hatta ondan daha natüralist olan Beşerî Fuad Efendi Hazretleri elini çabuk tutar ve kendi şanına yakışır bir biçimde, kendisini Natüralizmin akışına bırakarak bir metres edinir. Yakışır ağama, bence metreslik iş en çok ona yakışır. Gerçi metresleri bir tane değildir, inanmadığı şeriata uygun bir biçimde dörttür.

Onun için dört metres; dört kapı, kırk makam demektir. Yani dünyada erişilebilecek bütün makamlara erişilmiş ve seyr ü süluk tamamlanarak cennetin bütün lezzetleri dünyada tadılmıştır, artık öbür tarafa bir şey kalmamıştır.

Biri kanatlı, diğeri gizli iki kapılı evlerde vergisiz ve vesikasız sivil avratların peşine düşen Beşir Fuad, onlardan birini kurtarmanın sevdasıyla Celile adında bir metres edinir. Onu bir süre gözlerden ırak tutmak için Paris’e uçurur. Sonra Paris’ten geri çağırır ve ona Kuzguncuk’ta bir ev tutar.

Parisotürko Fransız Celile Hanım, karnında Beşir Fuad’ın çocuğunu taşıyordur. Doğacak kızın adı ileride Feride olacaktır ve bu kız, İstanbul'u işgal eden İngiliz Savaş gemisindeki İngiliz askerleriyle birlikte Türkiye'ye akrabalarını görmeye gelecektir. Savaş ve Aşk diye işte ben buna derim. Tam yazılmalık ve okunmalık bir roman konusu!..

Beşir Fuad, metresi ile metre (karısı) arasında kalmış ve bir eylül günü bilek damarlarını keserek ve damarlarından akan kanla şiir yazarak hayata veda etmiştir. Acaba Beşir Fuad'ı örnek alan ve onun gibi bilek damarlarını keserek intihar eden ve akan kanla da şiir yazan Rus şairi Sergey Yesenin ile Mayakovski'nin de metresi var mıydı?

Bir Beşir Fuad Müzesi yok ki Beşir Fuad'ın ve metreslerinin mumdan heykellerini orada temaşa edelim. Acaba niçin bir Metresler Tarihi yok? Metres edebiyatı var ama metres tarihi yok. Çok yazık!... Bunca kültür heba oluyor.