Kahve fincanı masada hâlâ duruyordu. Soğumuştu. Kendi gibi... Cihan, pencerenin kenarında asılı duran perdeyi parmaklarının arasından kaydırıp dışarıyı izliyordu. Sokaktan geçen insanlara baktı. O insanlar, hep bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. O ise, bir yere yetişmek istemiyordu. Belki de bir yere yetişecek bir amacı yoktu.
Saat öğleden sonrayı gösterirken, Cihan sokağa çıkmaya karar verdi. Ayakkabılarını giydi. Bağcıklarını bağlamadı. Neden bağlasın ki? Sokaklarda dolaşmanın bağcıksız hali, belki de daha özgürdü. Adımlarını yere sürterek yürümeye başladı. Bir sigara yaktı. Dumanda kayboldu.
Bir vitrin camında kendi yansımasını gördü. O an çocukluğu gözlerinde canlandı. Duygu… Sarışın, parlak gözlü, zengin bir askerin kızı. O ise kara kuru, eski paltosuyla sıradan bir çocuktu. Beslenme çantasında çoğu zaman bir şey olmazdı. Duygu'nun ise çantası hep doluydu.
Bir keresinde okul bahçesinde Duygu, Cihan’a sandviçinin yarısını uzatmıştı. Cihan önce çekinmiş, sonra almıştı. O sandviç, o gün Cihan için dünyanın en büyük hediyesiydi.
Cihan bir an durdu. Keşke o gün Duygu'ya bir şeyler söyleyebilseydi. "Seninle yürümek isterim" diyebilseydi. Ama diyemedi. Şimdi içi içini yiyordu. Yıllar boyunca bu cümleyi kurmadığı için pişmandı. Vitrin camındaki yansımasına baktı ve fısıldadı: "Keşke söyleseydim..."
Keşkeler zamanına giriş yaptı her zaman olduğu gibi. Keşkelerin koynuna uzandı. 'söyleseydim, yapsaydım, konuşsaydım, cevap verseydim, gülümseseydim.' bir sürü geçmiş zaman ekiyle yoldaş oldu Cihan, yapmak isteyipte yapamadığı her şeyi sırasıyla aklından geçirdi.
Hayatının büyük bir çoğunluğunu yapmak isteyipte yapamadığı her anı zihninde yaşarayarak geçirmeye devam ediyordu. Ne geçmişten ders alabildi, ne de geleceğe umutla bakabildi. Geçmişte yaşamak onun için en büyük kaçış noktasıydı. Gelecekteki fırsatları görmezden geliyor ve hayattan kaçıyordu.
Ruhunun derinliklerine yolculuk ederken umudu dışarıda bırakmıştı...
Hayatı geçmiş zamanda yaşamak onun için yaşamak sayılıyor ve ne şimdiki zamanla ne de gelecek zamanla ilgilenmiyordu... Onun için yaşamak nefes alıp vermekti... Onun için yaşamak geçmişte yaşadıklarını tekrar tekrar yaşamaktı...
Geçmiş geçmişte kalmalıydı ama onun içi an gibi sıcaktı... Söyleyemediklerini söylüyor gibi hayal etmek, yapamadıklarını yapıyor gibi yapmak onun için tek anlamlı zamanlardı...
Onu yakından tanıyanlar amaçsızca hayatı için endişe ediyorlardı. Onu eleştirenler de geleceklerinin kölesiydiler ama hiç biri farkında değildi. 4 Ay sonra senelik izne çıkıp tatile gidecek Ömer, 15 seneoturmayacağı evin kredisini ödemeye çalışan Dizdar, bir şeyler yapabilmek için ay başını bekleyen, yada kredi kartını kullanan insanlar... Sürekli yeni bir şeyler olmasını beklerken hayatlarını tüketenler...
Bir tarafta beklentiler ve beklemeye alışkın olanlar, diğer tarafta geçmişi hayal ederek mutlu olmaya çalışanlar...
Hayat ne yarın, ne önümüzdeki ay, nede bir sonraki yıl...
Hayat şimdi ve şu an...
Hayat belki de, yarının bugünden daha güzel olacağına olan inancın umudu...
Hayat belki de, dünün bugünden daha güzel olduğuna olan inancın umutsuzluğu...
Peki ya sen....
Geçmişinin mi? Geleceğinin mi Kölesisin?
Yoksa şimdiki zamanı yaşayan azınlık mısın?