Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, 23 Aralık 1930’da Cumhuriyet karşıtı gericler tarafınfandan öldürüldü; tıpkı Halide Edip’in Vurun Kahpeye adlı romanının Öğretmen Aliye’si gibi. Her iki ölüm de Cumhuriyet içindi ve gerçek kadar kurgu, kurgu kadar gerçekti!
Kurucu Edebiyat
Oysa derdi aydınlanma olan “kurucu sanat”ımız, “kurtuluştan kuruluşa” eğitime gereken önemi vermiş; şiiriyle, romanıyla, sinemasıyla okulu, öğretmeni, öğrenciyi toplumun temel dinamikleri olarak ele almış; eğitimi bir bütün olarak ülkenin kaderiyle sımsıkı ilişkilendirmiştir.
Kurtuluş mücadelesinde önemli görevler üstlenmiş Halide Edip’in Vurun Kahpeye adlı romanı, işte bu kurucu edebiyatımızın temel eserlerinden biridir. Vatansever Cumhuriyetçilerle gerici vatan hainlerinin mücadelesini ana çatışma ekseni olarak alan roman, Cumhuriyetin kurulduğu yıl Akşam gazetesinde tefrika edilmiş ve 1926’da kitap olarak basılmış. Dinci gericilikle emperyalizmin kaçınılmaz birlikteliğinin ve bağımsızlığın kazanılmasında eğitimin önemini çarpıcı tanıklıklarla anlatan romana, halk ilgi göstermiş; bu nedenle sinemamız da bigâne kalmamış, roman 1949’da Lütfi Akad, 1964’te Orhan Aksoy ve 1973’te Halit Refiğ tarafından üç kez sinemaya uyarlanmıştır.
Yazar, siyasetçi, öğretmen Halide Edip 1884’te doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde okudu. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgâl edilmesini protesto etmek için Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen mitingde etkili konuşmasıyla tanındı. Millî mücadelede onbaşı ve başçavuş rütbesiyle çeşitli cephelerde bulundu. Mütareke Türkiye’sinin çaresizliği içinde Amerikan mandasını bir çıkış olarak gördü. Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra çok partili rejim konusunda Mustafa Kemal’le görüş ayrılığına düştü. 1908’de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazarak edebiyata başladı. Romanlarında, o döneme kadar ikinci planda kalan kadınları güçlü birer karakter olarak idealize etti. 1964’te İstanbul’da öldüğünde Türk tarihinde ve edebiyatında mücadeleci ve onurlu yerini çoktan almıştı.
Vurun Kahpeye’nin Aliye’siyle benzer özellikler gösteren Halide Edip, bu romanında bir Anadolu kasabası mekânında güçlü gözlemlere dayanan milli mücadele koşullarını, Kuvayı Milliyecilerle işbirlikçilerin mücadelesini Öğretmen Aliye üzerinden yalın bir dil ve gerçekçi bir anlatımla aktarır. Dinsel inanca saygılı, milliyetçi ve devrimci bir siyasi duruşun nüfuz ettiği Vurun Kahpeye romanının, Cumhuriyet’in modernleşmeyi temel alan resmî ideolojisiyle uyumlu olduğunu söylemek bile gereksiz.
Olay Örgüsü
Vurun Kahpeye, Türk sineması için erken bir tarihte beyaz perdeye uyarlandı. 1949’da yapılan ilk uyarlama, “Türk sinemasının Koca Çınarı” olarak anılan ve sinemamızın Muhsin Ertuğrul önderliğindeki “Tiyatrocular”ın egemenliğinden bağımsızlaşmasını sağlayan, “Sinemacılar Kuşağı”nın öncülerinden olan “Gelin, Düğün, Diyet” üçlemesinin ünlü yönetmeni Lütfi Ömer Akad’ın yönetmen koltuğuna oturduğu ilk filmdi. Senaryosunu da yazdığı bu ilk filminde romandaki aksiyon ögelerinden ustaca yararlanan Akad, geliştirdiği hareketli sinema diliyle büyük beğeni topladı.
Sinemaya uyarlanmaya oldukça elverişli Vurun Kahpeye romanının olay halkalarını kısa kısa eklediğimizde ortay çıkan kurgunun örgüsü şudur: Annesi veremden ölmüş, babası savaşta şehit olmuş idealist Öğretmen Aliye bir Anadolu kasabasına atanır. Kaybettikleri kızlarının acısını henüz küllendirememiş Ömer Efendi ile Gülsüm Hala’nın evine yerleşir. Eşraftan bir öğrencinin terbiyesizliğini cezalandırıp eşrafın şimşeklerini üstüne çeker. Osmanlı hükümetine bağlı Hacı Fettah ve etrafındakiler, Aliye’nin modern görünüşünden ve çocuklara Kuvayı Milliye’yi ve yeni bilgileri öğretmesinden rahatsız olup halkı Aliye öğretmene karşı kışkırtır. Kuvvacı Tosun Bey, Aliye ile yakınlaşır ve nişanlanırlar. Aliye’de gönlü olan eşraftan Uzun Hüseyin ile Hacı Fettah, çıkarları için düşman karargahına gidip Yunan askerini davet ederler ve kasaba işgal edilir. Yunan komutanı Damyanos Aliye’ye âşık olur ve onunla evlenmek ister. Komutan, Aliye’nin direncini kırmak için Ömer Efendi’yi tutuklatır. Tosun Bey Ömer Efendi’nin evine gizlice girer, ama Uzun Hüseyin’in ihbarıyla ev kuşatılır. Aliye kuşatmayı kaldırması ve Tosun Bey’in evden çıkıp düşman cephaneliğini havaya uçurması için Yunan komutanın evlenme teklifini kabul eder. Hacı Fettah ile Hüseyin Efendi’in kışkırtmaları ve önayak olmalarıyla Aliye kasabanın yobazları tarafından linç edilerek öldürülür. Kurtuluştan sonra İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan Hacı Fettah ve Uzun Hüseyin idam edilir. Cephaneliği ateşlerken ağır yaralanan Tosun Bey, kasabaya gelir ve Aliye’nin mezarını ziyaret eder.
BİR ROMAN ÜÇ FİLM
Akad, bu siyah-beyaz uyarlamasında millî referansları güçlü bir metin olan romanın bu özelliğine bağlı kaldı. Giriş jeneriğinde“Bu film İstiklal Harbi’nde şehit düşen Türk kadınının ruhuna ithaf edilmiştir.”cümlesiyle Halide Edip’in kadına verdiği değerin altını çizer. Aliye’nin“Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!”biçimindeki andının filmin başında, ortasında ve sonunda tekrarlanması, Cumhuriyet öğretmeninin ülkücü ve mücadeleci özelliğine güçlü bir vurgudur.
Sinema tarihinden bakıldığında, sinema estetiğinin henüz kurulmadığı bir zamanda, Akad’ın kişisel donanımının hiç de küçümsenmeyecek bir düzeyde olduğunu ve bunun ilk denemesine yansıdığını söylemek mümkündür. Gerçekçiliği temel alan yaklaşımı, ayrıntılardaki titizlik, görüntü tekniğindeki yetkinlik ve yer yer arka plana yerleştirilen milli mücadele görüntüleriyle kazandırılan belgesel nitelik önemlidir. Filmde kullanılan didaktik dil, hem ana metnin temel teziyle hem de dönem sinemasının aydınlanma mücadelesine adanmışlığıyla ilgilidir. Görüntü üzerine yapıştırılmış seslerdeki uyumsuzluk, akış ritmini sık sık aksatan zamansal boşluklar, teatral mekân ve konumlama gibi sinema dilinin henüz kendine ait anlatım araçlarına sahip olmamasından kaynaklanan kusurlarına karşın bu “geçiş filmi”nin Türk sinema tarihinde yol açıcı işlevini belirtmek, bir hakkı teslim etmektir.
“Tiyatrocular” döneminin oyuncuları, örneğin Cahide Sonku, tiyatrocu; Lütfi Akad’la başlayan “Sinemacılar” döneminin oyuncularıysa, örneğin Vurun Kahpeye’deki Aliye rolüyle yıldızlaşan Sezer Sezin artisttiler. Hacı Fettah’ta Settar Körmükçü ve Uzun Hüseyin’de Vedat Örfi Bengü’nün de yabana atılır bir performans sergilemedikleri kolaylıkla söylenebilir.
Yedi Fark!
Vurun Kahpeye romanının ikinci uyarlaması,1964 yapımı ve senaryosu da kendisine ait olan Orhan Aksoy’undur. Şıpsevdi, Hayat Bayram Olsa, Ah Nerede, Tatlı Nigar gibi melodramlarıyla tanınan yönetmen, “Sinemacılar” döneminden Yeşilçam’a geçiş sürecinde çektiği bu siyah-beyaz uyarlamada Yeşilçam’ın ögelerini öne çıkarır. Melodram ustası Aksoy, trajedi ve dramın karikatürize edildiği sinemanın bu türüne özgü anlatımıyla tarihsel olayları ve kişileri iyiler-kötüler ekseninde ele alınır.
Şöhret basamaklarının başındaki Hülya Koçyiğit, ona eşlik eden Ahmet Mekin ve biraz daha öne çıkarılan aşk teması, filmi ilk uyarlamadan farklı kılar. Bir başka farklılık da Aliye’nin iç sesinin, “melodramatik” yapıyı güçlendirircesine filme anlatıcı olarak katılmasıdır. Üç uyarlamada da Aliye Öğretmen derste öğrencilere bir şiir yazdırır. Ancak bu ikincisindeki, Orhan Şaik Gökyay’ın 1937’de yazdığı ve 1938’de yayımlanmış Bu Vatan Kimin adlı şiiridir ki millî mücadelenin başladığı yıllarda yaşanan olayları konu edinen bir filmde yer alması, affedilmez bir anakronizmdir.
Son uyarlama 1973’te yapılır ve film renkli çekilir. Bu kez yönetmen koltuğuna senaryoyu Orhan Aksoy’la birlikte imzalamış olan Halit Refiğ oturur. Toplum gerçeklerine yöneldiği ilk filmlerinden sonra “ulusal sinema”ya yoğunlaşan Refiğ, bu uyarlamasında detaylarla fazla oyalanmadan daha dinamik bir akış ortaya koyar. Yönetmen, Aliye Öğretmen’in ana yadigârı yüzüğünü vererek bayrak için kumaş alması gibi millî heyecanı tetikleyen detayları önemsemez; ama Aliye öldürülünce avcuna Kuran-ı Kerim koymayı da ihmal etmez! Oysa Akad ve Aksoy yobaz işbirlikçilerce öldürülen Aliye Öğretmen’in avucuna Tosun Bey’in ana yadigârı kolyesini koymuşlardır!
Öte yandan Akad, linç sekansını genel planda çekerek olayın toplumsal boyutuna vurgu yapar, Aliye’nin ölü bedenini bayrakla örter. Refiğ ise kanlı bedeni ve Hacı Fettah ile Uzun Hüseyin’i yakın plana alarak dikkatleri radikal dinciliğe yöneltir. Bu farklı yaklaşımlar, kuşkusuz yönetmenlerin üslupları ve duruşlarıyla ilgilidir.
Cumhuriyet Bağımsızlık ve Çağdaşlıktır
Dinci gericiliğin, emperyalist işbirlikçiliğin ve halk üzerindeki eşraf baskısının eleştirildiği, ulusun henüz doğmamış Cumhuriyet’le ve idealist öğretmenlerle ayağa kalkışının yüceltildiği Vurun Kahpeye romanını mutlaka okumalı, hiç değilse Lütfi Ömer Akad‘ın sinema uyarlamasını izlemeliyiz. İzlemeliyiz ve bugün “masal” dedikleri Türk aydınlanmasının masal değil, nasıl bir “destan” olduğunu cümle âleme göstermeliyiz!
Çünkü “Cumhuriyeti biz böyle kazandık!”