ATATÜRK DÖNEMİ VE GÜNÜMÜZ ÖĞRETMENLERİ
Bugünlerde 87 yaşında olan Köy Enstitülü öğretmen Mustafa Alpat’ın anı ve şiirlerinden oluşan kitabına editörlük yapıyorum. Doğrusu, Mustafa Amcanın kitabının heyecanı, Kasım sonunda yayınlanacak kendi kitabım “ATATÜRK VE AYASOFYA (Safsatalara Yanıt)”ın önüne geçti. Mustafa Amca kitabı Aralık’ta çıkacak. Mustafa Amca, fakir bir ailenin çocuğu olarak Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’nde 1947’de başlamış. Mustafa Amcanın anılarını okuyunca Atatürk dönemi ve hemen sonrasındaki Köy Enstitülü öğretmenlerle bugünün öğretmenlerini ele almak istedim.
Çağımız, emperyalizm yani emperyalist devletler ve ezilen milletler çağı. Ezen ve ezilen milletler olarak saflaşmış bir dünyada ezilen milletlerin bağımsız yaşamasının zorunlu koşulu milli bir devlete sahip olmaktı. Bu hedefe ulaşmak için eğitimin her alanında oluşturulan programların temelini, yüzyıllardır toplumsal yaşamın ihtiyaçlarını karşılamayan, sorunlara çözümler üretmeyen hurafelerden, dogmalardan arındıracak olan pozitif bilimler, sanat, milli tarih, milli kültür oluşturdu. Eğitimin milli olması noktasında Atatürk şunu belirtir:
“Bir milli terbiye programından söz ederken, yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelen tüm etkilerden tamamen uzak, milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür kastediyorum.”
Cumhuriyetin devrimci halkçı eğitim hamlesine baktığımızda Atatürk’ün 27 Ekim 1922 tarihinde Bursa’da öğretmenlere hitaben yaptığı konuşma, cumhuriyet devriminin bir eğitim manifestosu, uygulanacak eğitim programının esasıdır:
“Belirli bir eğitim programı üzerinde çalışmamız gerekir. Bence bu programından istenen ve beklenen iki şey vardır:
1-Toplum yaşayışımızın ihtiyaçlarına uygun düşmesi.
2-Çağımızın getirdiği ve gerektirdiği gerçeklere uygun düşmesi.”
Eğitimde şu esaslar gözetiliyordu:
a) Soran, sorgulayan, inceleyen, araştıran, eleştiren, sentez yapan, vatan, millet sevgisiyle dolu nesiller yetiştirmek temel amaçtı.
b) “Birey” olabilmek ve kamucu düşünmek esastı. Bağımsızlık esas, komşu ülkelerle ilişkiler “Yurtta sulh, dünyada sulh” tanımlamasıyla özgünleştirilmişti.
c) Öncelikle “kendimize yeterli olmak” amacıyla uygulamaya dayalı üretim esaslıydı. Hatta Atatürk bunla ilgili “üretim ve imalatı artırıcı unsurları yetiştirmek Türk eğitiminin temel ödevi olmalıdır” demiştir.
d) Kız ve erkekler, yetenekleri geliştirilmesi gereken eşit bireyler olarak görülüyordu.
e) Okul ile yaşam arasında bağ kuruluyordu.
Köy Enstitülü Mustafa Amcanın yaşamı, Atatürk ve sonrasındaki dönemin öğretmenlik anlayışını bizlere yansıtıyor. Bir kere devletin Mustafa Amca gibi öğrencilere ideal aşıladığını görürüz. Mustafa Amca, okula gelme amaçlarının öğrencilerin hepsi için “Öğretmen olacağız, köylere güneş gibi doğacağız” cümlesiyle ifade edildiğini belirtir. Öyle ki “Ağaların etrafa yaydığı ışık gazyağı ile yanan lamba ise, bizim 100 Wattlık ampül olmamız icap eder” diyecektir.
Ona normal çalışma zamanı yetmez. Öğretmenlik yaptığı Gürsu Köyü’nde 1960 yılında, 10 yıl içinde sınavları kazanıp okumaya giden sadece bir öğrencinin olmasını “vahim” bulur ve zeki öğrencileri çok iyi hazırlayıp yurdun her tarafına okumaya göndermek için her dönem sonu okulda kurs açar. Yaz tatillerinde hiçbir yere gitmez, arkadaşlarıyla sürekli mektuplaşarak dönemin yardımcı kitaplarını, yeni yayınlarını takip eder, satın alır ve öğrencilerine dağıtır. Çok zeki öğrencilerine geceleri bile kendi evinde ders verir. Eşinin vakti geceleri bile Mustafa Amcanın öğrencilerine yemek yapmakla geçer.
Atatürk’ün belirttiği gibi toplumun ihtiyaçlarına uygun, uygulamalı eğitim alırlar. Ortak ilke “iş için, iş içinde eğitim”dir. Okulun kendisine ait tarlası, bahçesi, hayvanları, marangozhanesi, terzi atölyesi, nalbant yeri, ipek böceği yetiştirme alanı, müzik dershanesi vardır. Kendi giysilerini dikmiş, sebze ve meyve yetiştirmiş, besledikleri ineklerin sütlerini içip tereyağı, peynir ve yoğurt yapmışlar. Bina da yapmışlar, marangozhanede çalışmışlar, elbise dikmişler. Üstelik kültürel, sanatsal yönlerini geliştirmişler.
Eğitim bütünseldir. Hayatın her alanı, ihtiyacın her türlüsü düşünülmüştür. Tarım, kültür, mobilya, yapı, sağlık gibi her dala ilişkin eğitim söz konusudur. Klasik müzik enstrümanlarını, geleneksel müzik aletlerini çalmasını öğrenmişler. Hastalığının sebebiyle ilgili “guatr olabilirim” diyen Mustafa Amcaya gülen doktorlar, tahlil ve filmlerden sonra guatr ölçen yeni bir aletin gelmesiyle guatr teşhisi koymuşlar ve bunun üzerine nasıl tahmin ettiğini sormuşlar. Mustafa Amca Enstitü’de bilinen tüm hastalıklar ve belirtileri hakkında kitaplar sayesinde olduğunu belirtmiş. Hastalığını doktorlardan bile önce tahmin eden eğitime bakar mısınız!
Mustafa Amca, Köy Enstitüleri’nden mezun olan ve dönemin öğretmenlerine nasıl bir meslek anlayışı verildiğini şöyle anlatıyor:
“Sohbet ederken taraf tutmaz, doğru olarak neyi algılıyorsa onu savunur, geri adım atmaz, fikirleri tartışmaktan çekinmezdi. Kim ne derse desin bir öğretmene ticari gözle bakılmamalı. Hiçbirimiz dalkavuk değiliz, yağcılık bilmeyiz. Çıkarcı değil, milli hisleriyle hareket eden milliyetçileriz. Ne gerekirse onu söyleriz korkmadan, çekinmeden. Başkalarının iyiliğini düşünürüz. Bizleri böyle öğretip yetiştirdiler. Kin tutmayız, memleketin her tür sorunuyla ilgileniriz.”
Mustafa Amca korkmadan, çekinmeden doğru bildiklerini ağanın karşısında söylemiş ve köylünün hakkını savunmuştur. Karayakup Köyü’nde genç bir öğretmenken arkadaşlık kurduğu yaşlı ağayla olan konuşmaları, meslektaşlarını ve köy halkını “ağaya nasıl böyle aklından geçeni söylüyor!” şeklinde şaşkınlığa uğratır. Bir tartışmada ağaya “eğer bir bakanın, milletvekilinin, valinin, doktorun, paşanın, bir çiftlik ağasının çocuğu olsaydım zaten yatılı okula gidip bin bir zahmetle öğretmen olmazdım. Ben de onlar gibi olurdum. Saydıklarımın çocukları bu köye gelip hizmet etmez, sen de dahil hepinize tepeden bakardı” diyecektir.
Dönemin öğretmenleri arkalarında devletin olduğunu bilir. Mustafa Amca devletle gurur duyarak eğitim aldıklarını ve ölünceye kadar öğrendiklerini halkımıza öğreteceğimize, faydalı olacaklarına, ant içtiklerini belirtiyor.
Devlet, etnik, dinsel, mezhepsel kökeni değil milli birliği pekiştiren, akılcı, milletini düşünen bir eğitim vermekteydi. Mustafa Amca “Sizin siyasi görüşünüz nedir?” şeklindeki soruya yanıtı şöyledir:
“Biz ezelden Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkan, sosyal adalet ve eşitlikten taviz vermeyen, din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapmayan, köylüyü, işçiyi, çalışanı, emeği, üretimi savunan, cumhuriyetçi, demokrat, laik ve milliyetçi insanlarız. Kısaca devir adamı olmayız, kimseye yardakçılık yapmayız, menfaatimiz için eğilmeyiz ve asla geri adım atmayız.”
Mustafa Amca ödünsüz bir Atatürkçüdür. İsmet Paşa’ya saygı duymayan öğretmen arkadaşına tepki gösterir.
1950 sonrasında adım adım laik ulusçuluğa dayanan eğitim ve tarih anlayışından uzaklaşılarak emperyalizmin etkisinde dinsel eğitim anlayışına doğru yol alınmaya başlandı. Devlet “etnik, dinsel, mezhepsel kökeni değil milli birliği pekiştiren, akılcı (sorgulayan, analiz yapan) bir nesiller yetiştirme” idealinden uzaklaştı. Emperyalizmin güdümünde tarikat, cemaatler toplumu ve siyaseti yönlendirince eğitim de Atatürk döneminin milli birliği pekiştiren, ihtiyaca uygun, uygulamalı, milleti düşünme idealinden uzaklaştı. “Gemisini kurtaran kaptandır” anlayışın getirdiği bencillik pompalandı.
Devlet, ideal birliğini vermekten uzaklaşınca öğretmenlerde de ideal birliği olamadı. “”Küçük Amerika olacağız” heyecanıyla tüketimi baş tacı etmiş, hurafeleri “din” diye anlatanlar, Türk milliyetçiliğini ırkçılığa varan şekilde öğretenler, saltanat, hilafet yanlıları, Atatürk’ün cumhuriyeti kurmakla yanlış yaptığına dair düşüncelerini sunanlar var.
Bunlar devletin eğitim politikasındaki değişiklikten kaynaklanan hususlar. Bir de öğretmenden kaynaklı hususlar var. Öğretmen, öğrenciyi düşünmeye sevk etmiyor. Düşündürmek özel bir anlatımı, bunun için nasıl düşündüreceğiyle, sorgulatacağıyla ilgili özel çabayı gerektirir. Bu yöntem eziyetli olduğundan ezber bilgileri sunmak öğretmenin kolayına geliyor. Tabi şunu belirtelim ki kendisi de ezberci sistemden gelen öğretmenin öğrencisini düşündürmesi pek olanaklı değil. Fakat yılların deneyimi öğretmene,, eğitimin ezber olmadığını, çocuğu hayata hazırlaması, kendisi olması gerektiğini kavratması gerekir. Yani öğretmen yıllar içinde kabuğunu kırmaya yönelmelidir. Bugün öğrenciyi bilgi yığını haline getirmek, müfredatın tamamını vermek meziyet sayılıyor ama gerçekçi bakıldığında şunlar sorulmalıdır:
Bilginin ne kadarı öğrencide kalıyor? Bilginin ne kadarı sınavların dışında hayatına gerekli? Bilgi kendisinin ve toplumun ihtiyaçlarına uygun mu?
Örneğin liseye gelmiş, çarpım tablosunu bilmeyen öğrenciye, bunu kavratana kadar öğretmek yerine, “zaman geçiyor” diye diğer konuları yetiştirmek için acele etmek doğru mu?
Annesinin 6 ekmek için ne kadar para vermesi gerektiğini bilmesi için çarpım tablosunu öğrenmesini sağlamak, hayatın ihtiyaçlarına uygun değil mi?
Lisede okuduğu halde, bırakalım bilgi gerektiren bir konuyu, hafta sonu neler yaptığını tahtada arkadaşlarına hitaben anlatamayan (heyecanlandığını, utandığını, kalbinin çaptığını belirten, kekeleyen) öğrenci üzerinde durmak gerekmez mi?
Düzgün bir cümle kuramayıp iki üç kelimeyle konuşan öğrenciyi ele almadan müfredatı mı yetiştirmeye çalışalım?
Öğretmenlik bir sanatsa, öğretmenlerin bunun üzerinde düşünmesi gerekir. “Bunlar hiçbir öğretmence düşünülmüyor” demiyorum. Sadece Atatürk ve hemen sonrasındaki dönemle karşılaştırma yapıyoruz. Her öğretmence ve yeterince düşünülmüyor.
Bir başka husus öğretmenin Türkiye’deki, dünyadaki gelişmeleri takip etmesi. Öğretmen, mesleğiyle ilgili, toplumsal konuları içeren haberleri, kitapları pek takip etmiyor. Herkes gibi sebebi malum; Toplumsal konuları okumak farkındalık sağlıyor, düşündürüyor ve sorunlarla mücadele görevine yöneltiyor. Bu yola girmemenin yolu da okumamak veya en fazla kişisel gelişim, roman türü kitaplar okumak. Devlet milli birliği pekiştirecek şekilde ideal veremiyor ama okumakla, düşünmekle, tartışmakla pekala bu ideali öğretmenler arasında geliştirebiliriz. 15 Temmuz darbe girişimi ideal birliği yönünde zihinleri dönüştürüyor. Artık dinsel ayrılıklar, kutuplaştırmalar, Atatürk’e, devrime, cumhuriyete dinsel eleştiriler azalmaya, Atatürk’ün “milli birlik, akılcı düşünme” ideali giderek fazla kavranıyor.
Mustafa Amca öğretmen yürüyüşlerine katılır, Gürsu Köyü Kalkınma ve Güzelleştirme Derneği’ni kurur, kooperatif başkanlığı yapar. Köylünün sorunlarında onlara rehberlik eder, vali gibi yöneticileriyle görüşür. Kısaca toplumsal mücadelenin içinde ve önlerindedir. Bugünse öğretmen, genel olarak toplumsal mücadeleden uzak. Bu, ekonomik durumla açıklanamaz. Mustafa Amca tek maaşlıdır ve öğretmen görece iyi maaş almaktadır. Bugünün öğretmenleri ise geçinemediklerinden e. iler ama mücadeleden uzak. Demek ki ekonomik olarak tersi durum geçerli. Eğitim sendikalarının etkinliklerine bakın, aynı kişiler. Hele ki iktidarın politikalarına karşı basın açıklamaları, yürüyüş gibi etkinliklerde sayı iki elin parmakları kadar olabiliyor. Buna karşın talep fazla.
Özetle ezberci, bireyci sistemin inden gelen öğretmen, meslek yaşamında eksiklerinin farkına varacak. Bunun için de okuyacak, güncel gelişmeleri takip edecek, sorgulayacak, tartışacak, tavır alacak. Meslek örgütlerinden başlayarak toplumsal (eğitim de içinde) mücadele veren kurumların aktif üyesi olacak. Eğitimin hem toplumsal ihtiyaçlara hem de öğrencinin meslek bulma yönündeki gayesine uygun şekilde olmasına çabalamalıdır.
Kendisi sorguladığı ölçüde öğrencilerini de sorgulamaya, bireysel yeteneklerini geliştirmeye yöneltebilir.
MUSTAFA SOLAK
& quot;