Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
DİN SOSYOLOJİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

DİN SOSYOLOJİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yaşam Bilimleri 26 Ekim 2020 19:13 - Okunma sayısı: 3.059

KADİR BAYŞU

DİN SOSYOLOJİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

KADİR BAYŞU: Sayın Hocam görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederiz. Sizleri tanımak isteriz. Kendinizden kısaca bahseder misiniz?
PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT:1959 Samsun doğumluyum. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 1982’deki mezuniyetimden sonra yaklaşık üç yıl kadar Balıkesir’de ortaöğretim kurumlarında öğretmen olarak çalıştım. 1985 yılında Din Sosyoloji Anabilim Dalı araştırma görevlisi olarak adım attığım Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği görevimi sürdürmekteyim.
KADİR BAYŞU: Düşünce tarihini incelediğimizde sosyolojinin doğuşunu nelere bağlıyorsunuz?

PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT:18. yüzyılın sonlarında Saint Simon ve Le play gibi düşünürlerle birlikte sosyolojinin ayak izleri görülse bile bu yeni bilimin 19. yüzyılın ortalarından itibaren, Auguste Comte ve daha sonra özellikle Emile Durkheim ve Max Weber’le birlikte sistematik ve sınırları belirli bir bilim olarak ortaya çıktığı söylenebilir.
Sosyoloji, haddizatında modernleşmenin bir ürünüdür. Modernleşme, aydınlanma, pozitivizm, sosyalizm gibi çok farklı fikir akımlarının ve toplumsal hareketlerin ortaya çıktığı bir döneme de işaret eder.
Kuşkusuz modern dönem, aynı zamanda sanayileşme, teknoloji, bilim, kentleşme ve nüfus artışı gibi olgulara ve bunların yol açtığı toplumsal sorunlara da işaret eder. Kısacası sosyoloji tüm bu etmenlere bağlı olarak toplumu anlamak ve özellikle toplumsal sorunları tanımlamak ve bunlara çözüm bulmak amacıyla ortaya çıkan bir modern bir bilimdir, denilebilir.
Sosyolojinin ortaya çıkışında toplumsal sorunların yoğunluğu ve karmaşıklığının belirleyici olduğu aşikârdır. Batı Avrupa’da 16. yüzyılın ortalarından itibaren Protestanlıkla birlikte artışa geçen sosyo-politik sorunlar 18. yüzyılın sonlarına doğru zirveye ulaşmıştır. Söz konusu sorunlar yumağının merkezinde Fransa ve Paris’in olduğu söylenebilir. Başta toplumsal yapıyı altüst eden 1789 devrimini yaşamış olması, din-laiklik çatışmalarına en üst düzeyde tanıklık etmesi gibi nedenlerle Fransa, sosyolojinin doğuşunda adeta merkezi bir rol üstlenmiştir. Modernleşmenin sancılarını iliklerine kadar hissetmiş olan Fransa tecrübesi, onun merkezi rolünü neredeyse kaçınılmaz hale getirmiştir.
Görkemli tarihi binaların, sarayların, müzelerin arasında geniş caddelerindeki insan kalabalıklarıyla, Sen nehrinin iki yakasında konumlanmış Paris’in bugünkü hali bile sosyoloğa ilham kaynağı olabilir. Sosyolojideki fail-yapı dikotomisinin nasıl iç içe olduğunun, nasıl birlikte işlediğinin tipik bir örneği olarak karşımıza çıkar Paris. Sosyolojik bir çerçeveden bakıldığında Paris, bireyi nesneleştiren devasa fiziksel yapının ortasında çeşitli sosyal örüntülerle bir araya gelerek özneleşmek ya da birey olarak gücünü göstermek isteyen bir şehir görünümündedir. Birey bu görkemli fiziksel yapılar arasında ya bir karınca misali küçücük ve zayıf bir varlık olarak kalacak ya da gönüllü olarak dâhil olduğu bir “kollektif bilinç” etrafında gücünü ortaya koyacaktır. Kanımca, Durkheim’ın incelediği intiharların çoğu (bencil ve anomik intiharlar), bu kollektif bilinci yaşamadıkları için hayatlarına son veren ve kendilerini nesneleşmeden kurtaramamış zayıf bireylerdir. Dolayısıyla Paris’teki sosyolojiyi tahayyül edebilen bir gözlemci, ‘Paris, sosyolog olabilmek için adeta biçilmiş bir kaftan!’ demekten kendini alamaz.
Daha öncesinde Marks’ın bir belgesel niteliğindeki Kapital’inde anlattığı İngiltere’deki gözlemleri de oldukça önemlidir. Onun yaşadığı dönemde Batı Avrupa, Hıristiyan kapitalistlerin yol açtığı sosyal facialarla doludur. Kapital’de işveren Hıristiyanların, dini kendi çıkarları için nasıl kullandıkları yaşanmış örneklerle uzun uzun anlatılır. Kapital, yer yer hâlihazırdaki Hıristiyanlığı da araçsallaştırarak vahşi kapitalizmin Batı Avrupa’da neden olduğu sosyal faciaları dile getiren bir belgesel eser niteliğindedir.
Tabii bunları söylerken 14. Yüzyılın sonlarında Endülüs, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki sosyo-politik çalkantılara ilişkin İbn Haldun’un gözlemlerini bir kenara atamayız. Ne var ki, İbn Haldun her ne kadar “İlmu’l-Umran” adıyla sosyolojiyi çağrıştıran yeni bir bilim kurduğunu söylese de o, sistematik bir kurucu olmaktan ziyade kendinden dört-beş asır sonra ortaya çıkacak kimi sosyologları etkileyen bir öncü konumundaydı.
Görüldüğü üzere, sosyolojinin doğuşu, büyük ölçüde toplumsal sorunların yoğunluğuyla paralellik gösteren bir toplumsal yapıyla ilintilidir.
PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT:KADİR BAYŞU: Sizce sosyolojinin konusu nedir?

PROF. DR. ABDURRAHMAN KURTSosyolojinin konusunun ne olduğu sorusunu size kısaca “insan ilişkileri” kavramıyla yanıtlayabilirim. Tabii bu çok öz bir karşılık olur. Gerçekte biz sosyolojiyi, toplum içinde insanı, toplumsal kurumları, grupları, sorunları ve dolayısıyla bir bütün olarak toplumsal yapıyı inceleyen bir bilim olarak tanımlamaktayız. Çeşitli kurum ve grupların içinde çok farklı sosyal ağlar içinde varlığını sürdüren insan, hem toplumsal yapı ağlarını şekillendirmekte de hem de bu ağlardan şu veya bu şekilde etkilenmektedir. Ancak gerek toplumsal yapıyı, gerekse onun temelini oluşturan sosyal kurum ve grupları belirleyen gerçekte anlamlı sosyal ilişkilerdir. Bu yüzden sosyolojinin odağında sosyal ilişkiler kavramının bulunduğu söyleyebiliriz.

KADİR BAYŞU: Din Sosyolojisi isimli kitabınızda “sosyolojik düşünme” konulu bir bölüm var. Nedir bu sosyolojik düşünme?
PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT: Sosyolojik düşünme kavramı hakkında Bauman’ın Sosyolojik Düşünmek adlı kitabına bakılabilir. Sosyolojik düşünmeyi size burada birkaç paragraf halinde özetlemek kolay bir iş değil ama sosyolojik düşünmenin özünün, toplumsal olayların seyri karşısında daha fazla duyarlılık ve önsezi yeteneği kazanmak olduğunu söyleyebilirim. Kuşkusuz sosyolojik düşünce bizi verili sosyal ilişkiler ağının sonuçları hakkında daha duyarlı kılabilir ve böylelikle toplumsal yapının yönelimi hakkında ön kestirimde bulunmamızı sağlayabilir.
Sosyolojik düşünme sanatında ustalaşan bireyler toplumsal olayların seyri konusunda öngörü sahibi olabilirler. Bireysel hastalıkların önüne mikropların varlığını tespit etmek ve insan anatomisini bilip tedbir almakla geçilebilir. Toplumsal sorunlar da ancak sosyal ilişkilerin yöneliminin anlaşılmasıyla aşılabilir. Bize bunu sağlayacak kimseler hiç kuşkusuz sosyolojik düşünme sanatında ustalaşan bireylerdir. Sözgelimi, Emile Durkheim’ın İntihar’ı engin bir sosyolojik düşüncenin ürünüdür; bu eser intiharın nedenleri ve sonuçları hakkında bizi aydınlatmakta ve bundan ders çıkarıp tedbir almamıza yol açmaktadır.

KADİR BAYŞU: Din sosyolojisinin alanı ve konusu nedir?
PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT: Din sosyolojisi genel anlamda karşılıklı olarak din-toplum etkileşimini, daha özel anlamda bireylerin, tüm toplumsal kurum, grup ve olguların dinle olan mesafelerini, ilişkilerini; din ve inançların toplumsal boyutunu, sosyal bağlamını ele alan bir bilimdir. Kısacası din ve inançların insan davranışına, kültüre ve toplumsal yaşama yansıyan etkileri din sosyolojisinin konusunu oluşturabilir.
İlk din sosyologlarının araştırma konuları bize bu bilimin konusu ve alanı hakkında bir fikir verebilir:
• Dinlerin ortaya çıkışının sosyal nedenlerini araştıranlar,
• İçeriden bakarak dinlerin sosyal ve dünyevi görünümlerini araştıranlar,
• Din ile dünyevi (profan) toplum arasındaki karşılıklı etkileşimi konu edinenler,
• Dine kollektif yanılgı, sınıfları sömürme aracı, dünyadan kaçma çabası, acıları rahatlatmaya yarayacak telâfi mekanizması olarak bakanlar.

Günümüzün başlıca araştırma konularının ise; din-toplumsal değişme, din-aile, din-siyaset, din-eğitim, din-sağlık, din-intihar, din-madde kullanımı, din-suç, din-toplumsal cinsiyet, din-kimlik ve etnisite, din-göç, din-ekonomi, dindarlık-sekülerleşme vb. konulardan oluştuğunu söyleyebiliriz.
Bu konularda uzmanlaşabilmek için hiç kuşkusuz sadece sosyolog olmak yetmez, aynı zamanda din gibi oldukça kompleks bir olguyu doğru anlayabilmek için din eğitim ve öğretimi de elzem olabilir. Nitekim başta Durkheim ve Weber olmak üzere birçok din sosyoloğunun çocukluk ve gençlik dönemlerinde dini eğitimi aldıkları da bilinmektedir.

KADİR BAYŞU: Sosyolojik açıdan din kavramını açıklar mısınız?
PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT: Hiç kuşkusuz dinin sosyal bir boyutu vardır, ama din sadece sosyal bir olgudan ibaret değildir. Din ve inançlar öznel bir şekilde sadece bireyin iç dünyasında, derununda bulunup dış dünyada nesnelleşmeseydi dinin sosyolojik boyutundan söz edemeyebilirdik. Fakat din şu veya bu şekilde insanın tutum ve davranışlarını şekillendirmekte ve dış dünyada, ailede, ekonomide, siyasette, mimari tarzlarda, sanat eserlerinde objektif bir gerçeklik olarak yansımakta ve toplumsal habitusu bir şekilde etkilemektedir.
Dolayısıyla din, başlangıçta bir inanç objesi olmakla birlikte sosyal bağlamı ve boyutu olan bir olgudur. Sosyolojik açıdan bakıldığında, dinin her şeyden önce toplumda bir düzen ve istikrar unsuru olduğu anlaşılır. Şayet din olmasaydı toplumsal hayat bütünüyle anlamsız ve kaotik bir durumda kalacaktı. Din insan davranışlarını ve toplumu kaotik bir yapıdan kurtarıp belirli ilkelerle düzenli hale getirmektedir. İstismar edilmediği sürece din, her mekân ve zamanda birey ve toplum için bir huzur, düzen ve barış kaynağıdır. Din, belirgin normlarla insan davranışını düzenlemekte; bireyler arası ilişkileri sınırlamakta; sınırları aşan, başkasının hakkına ve özel alanına tecavüze yeltenen sapkın bireylere karşı müeyyideler getirmektedir.
Dinin önemli sosyolojik işlevlerinden birisi de toplumsal birlik ve entegrasyona katkı sağlamasıdır. Her ne kadar bazen ayrışmalara, uluslararası ilişkilerde çatışmalara yol açsa da toplumun üyelerini bir arada tutan güçlü bir harçtır.
Diğer taraftan din, dezavantajlı konumda bulunan mazlumlar, ezilmişler ve çaresizler için bir sığınak; onlar için koşulların iyileşmesini sağlayan bir uyarıcıdır. Din, getirdiği ilkelerle, sosyo-ekonomik hayatın aşırılıklarını törpüleyip dengeleyen ve bir toplumun temel direği orta sınıfların güçlenmesini sağlayan en önemli dinamik unsurlardan birisidir.
Keza din, başta aile kurumu olma üzere tüm sosyal alanlarda davranışlarımızı meşrulaştırıcı bir işleve sahiptir. Dinin meşrulaştırıcı işlevi sayesinde evlenir, aile kurarız; erkek çocuklarımızı sünnet ederiz ve çoğunlukla kız olsun erkek olsun tüm çocuklarımızın dini kültürle uyumlu bir şekilde sosyalleşmeleri için çaba gösteririz.
Dinin birey yaşamındaki sosyalizasyon işlevinin doğumdan ölüme kadar devam ettiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, öldüklerinde bile insanlar yine çoğunlukla dini inançlarına göre uğurlanır ve kendi dindaşlarının bulunduğu mezarlığa defnedilirler.

KADİR BAYŞU: Gerçekte sosyolojinin, din sosyolojisi olarak ortaya çıktığını ifade ediyorsunuz, neden?
PROF. DR. ABDURRAHMAN KURT: Görüldüğü üzere din, başlangıçtan günümüze gelinceye kadar tüm toplumlarda varlığını sadece bireysel değil aynı zamanda kurumsal düzeyde sürdüren bir olgudur. Gerçeklik böyle olunca özellikle kurucu sosyologların teorilerinde din ağırlıklı bir yer edinmiştir.
Onları burada özetle örneklendirebiliriz: Comte, her ne kadar pozitif bir döneme girildiğini iddia etse de temel eserine Pozitivizmin İlmihali demekten kendini alamamış ve açıkça bir insanlık dininden söz etmiştir. İlmihal (Fr. cathesizme) kavramının temel dini bilgiler anlamında olduğunu bilmeyen neredeyse hiç kimse yoktur sanırım. Neyse ki “Pozitivizmin Âmentüsü” dememiş!
Dini ve tüm değerleri bir üst yapı kurumu olarak gören Marks’ın bir eserinin adı Din Üzerine’dir. Din Hayatının İlk Şekilleri Durkheim’ın, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu ise Weber’in temel eserleri arasındadır. Din ve toplum her daim iç içe iki olgu olması sebebiyle dini içermeyen herhangi bir sosyolojik yapıtın eksik kalacağı ileri sürülebilir. Bu nedenle çağdaş sosyoloji kaynaklarının da nerdeyse tamamında din bölümleri yer almaktadır.
Dolayısıyla özellikle adı zikredilen ‘kurucu sosyologlar aynı zamanda din sosyolojisi de yapmışlardır’ demek, haddini aşan bir ifade değildir sanırım.

KADİR BAYŞU:Sayın Hocam sorularımıza verdiğiniz cevaplardan dolayı teşekkür ediyoruz.

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Yaşam Bilimleri
Dijital Bağımlılığın Gölgesinde Yeni Bir Dönem

Yaşam Bilimleri06 Eylül 2024 21:52

Dijital Bağımlılığın Gölgesinde Yeni Bir Dönem

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE SOSYAL İŞLEVİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yaşam Bilimleri12 Mayıs 2024 16:39

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE SOSYAL İŞLEVİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKÂNIN GELİŞİMİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yaşam Bilimleri05 Nisan 2024 09:15

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKÂNIN GELİŞİMİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE SOSYAL YAŞAM” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yaşam Bilimleri11 Mart 2024 22:59

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE SOSYAL YAŞAM” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE EĞİTİM” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yaşam Bilimleri19 Şubat 2024 18:22

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE EĞİTİM” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE ETKİLERİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Yaşam Bilimleri18 Ocak 2024 10:17

PROF.DR. TUNCAY DİLCİ İLE ‘’ YAPAY ZEKA VE ETKİLERİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

YOKLUĞUN ÇIĞ DÜŞÜREN SESSİZLİĞİ

Yaşam Bilimleri21 Ağustos 2021 20:31

YOKLUĞUN ÇIĞ DÜŞÜREN SESSİZLİĞİ

Kontrolsüz Göçler ve bedeli ! Afganlılar Türkiye’ ye uyum sağlar mı?

Yaşam Bilimleri26 Temmuz 2021 19:14

Kontrolsüz Göçler ve bedeli ! Afganlılar Türkiye’ ye uyum sağlar mı?

ARI DİLİM DURU DİLİM TÜRKÇEM – 2

Yaşam Bilimleri30 Mayıs 2021 12:39

ARI DİLİM DURU DİLİM TÜRKÇEM – 2

EĞİTİMDE KELEBEK ETKİSİ

Yaşam Bilimleri27 Mayıs 2021 07:29

EĞİTİMDE KELEBEK ETKİSİ