ÜLKEMİN İNSAN YÜZLERİ TARIK AKAN
16 Eylül 2016’da yitirdiğimiz, Tarık Akan’ın anısına…
Yeşilçam günlerimin en önemli anlarından birisini de “ÖYLE OLSUN” filminin Hürriyet Gazetesi basım tesislerindeki çekimlerinde yaşadım. Yeşilçam Günleri ajandama 21 Mart 1976 Pazar günü, Orhan Aksoy’un yönettiği filmde matbaa işçisini oynadığım ve çekimler sonunda yaşadığım serüven, yaşam dağarcığıma ilginçlikleri eklemeyi sürdürüyordu. Notunu düşmüşüm.
21 Mart 1976/Beyoğlu
Pazar sabahı Necdet’in figürasyonunda sekiz on kişi kadar çekim haberi beklerken Arzu Film görevlisi benimde aralarında bulunduğum dokuz yardımcı oyuncuyu seçti. Nereye gittiğimizi bilmeden görevlinin ardına düştük. İki sokak ötede Kostümcü Niyazi Er’in apartmanında işçi tulumları bölümünde lacivert işçi tulumlarımızı giydik. Dokuz ‘tulumlu işçi’ firmanın minibüsüne bindik. İstiklal caddesi henüz güne uyanıyordu, çöpler, gecenin yenmiş içilmişliğini cadde boyunca gözler önüne seriyor ve kediler sabah ziyafetlerini çekiyordu. Tophane yokuşundan sahil yoluna indik. Karaköy, Galata köprüsü. Sirkeci garı önünden, Gülhane parkı. Cağaloğlu’nda Hürriyet Gazetesi basım tesislerine geldik. Pazar sessizliği burada da sürüyordu, zemin kata indik. Matbaa, bodrum kokusu, mazot, boya ve taze gazete kokusu havasızlıkla birlikte nefeslerimize karıştı. Bilge Zobu, İhsan Yüce, Tarık Akan bir köşede sohbetteydiler. Basım makineleri çalıştırıldı. Yönetmen Orhan Aksoy ve diğer set görevlileri son hazırlıkları yaptıktan sonra gazete patronu Bilge Zobu ve İhsan babanın konuşmaları çekildi. Ardından İhsan babayla Tarık Akan’ın diyaloglarını çektiler. Biz arka fonda trafik yaptık. Usta oyuncular oldukları için iki provadan sonra çekime geçildi. İlk ‘motor’ da İhsan Yüce’nin dili sürçmüştü. Gülüşmelerle çekim yenilendi. Kameranın açıları değişti. Işıklar yerleştirildi. Öğlen arasında ekmek arası köftelerimiz geldi. Oyuncu sayısı az olunca, bir de sanırım Pazar günü olduğu için öğle yemeğimiz kaliteliydi. Setlerde pek nadirdi bu tür kumanyalar. Yemek arasında İhsan baba biz figüranlarla yedi yemeğini sevecenliği ve esprileriyle sevdik onu. Öğleden sonraki çekim için hazırlıklar tamamlandı, rotatifler çalışmaya başladı. Ben arka taraflarda kaldım. Kameradan bugün de uzak kaldığım için üzüldüm.
Aldığım yevmiye önemliydi elbette ama ben asıl işin görüntüsünde takılıyordum. Geçen Perşembe Çakıl gazinosunda çekilen “İKİ KIZGIN ADAM” filminde Kadir İnanır ve Perihan Savaşla aynı karelerde olmak güzeldi. Bir provadan sonra, çekim Orhan Aksoy’un motor sesiyle çekim başladı ama çok geçmeden yönetmenin ‘Stop!’ sesi duyuldu. Tarık Akan çalışan işçilerin yanına geliyor sözlerini söylüyordu. Kadrajdaki rotatiflerin yanında işçinin birisi eğilip kalkıyor makineyle ilgileniyordu. Figüranlardan Naci’yi fırçaladı yönetmen. “Oğlum önündeki işine bakacaksın, kameraya değil !” Oyuncuların kameraya bakması çekimin ciddiyetini zedeliyordu ve çekim yineleniyordu. Kameraya bakmamak önemli bir kuraldı. Asistanına “Değiştirin bu salağı!” uyarısında bulundu Orhan Aksoy. O arada Tarık Akan parmağıyla işaret ederek beni çağırdı giden ‘Kırık Naci’nin yerine. Bir provadan sonra o sahne çekildi. Kırık Naci başka bir çekim sırasında dansa eşiyle kalkması gerekirken kadını masada bırakmış sahneye fırlamıştı. Yönetmen Remzi Jöntürk setten kovmuştu onu. “Boyu çok kısa, onun için kaldırmadım.” yanıtına sinirlenmişti. Bu ilk vukuatı değildi Kırık Naci’nin.
Bizim içinde olmadığımız sekiz-on detay çekimin ardından yardımcı oyuncuları tesislerin yemekhanesine topladılar. Görevlililerin demledikleri çaydan tiryakiler bol bol içtiler, ben bir çayla yetindim, çayı pek sevmiyorum. Ailemizde çay geleneği olmadığından belki de. Ofis, büro çekimleri akşam saat altıya kadar sürdü. Günler uzuyor artık. Hava yeni yeni kararmaya başlamıştı. Ben alt kattaki lavaboya indim. İşim biraz uzun sürmüş olmalı yemekhaneye geldiğimde ortalık sessizdi ve kimse yoktu. Panikledim ve binanın dışına yol alan merdivenlerden inip caddeye indim. Hürriyet gazetesi tesisleri önünde kimse yoktu. Biraz da terk edilmişlik duygusuyla bir korku kapladı işimi. Kapıda ki koruma görevlisinin "Minibüs az önce gitti." sözleri beni yeni dönüş arayışları düşüncelerine yöneltti. Yürüyerek iki saatten fazla yolum vardı Sultanahmet neresi, Beyoğlu neresi? Gündüz olsaydı neyse. Birkaç kez Beyoğlu'ndan , Tünel'den Eminönü'ne, Kapalıçarşı'ya inmiştim. Ben tedirginlik, korku, şaşkınlıkla ne yapacağımı düşünürken İhsan Yüce'yle Tarık Akan binanın çıkış kapısında göründüler. Tarık Akan beni neredeyse ağlayacak halde panik içinde görünce "Genç ne oldu, seni unuttular mı?" o kadar içtendi ki şaşırmıştım ve heyecanlanırken tüm kaygılarım yok olmuştu? "Hadi gel bizimle, Taksime kadar." İhsan Yüce de işte böyle kardeşim, bunların gözünde insanın değeri yok!" Karşı kaldırımda park etmiş siyah BMW ye yöneldik hepimiz, İhsan abi arkaya geçti ben de yanına yönelince "Sen öne geç delikanlı, gençler önemlidir bizim için." Kapısını açan Tarık Akan'a baktım göz göze geldiğimizde göz kırparak başıyla "Haydi geç." uyarısını aldım ve BMW'nin ön koltuğuna geçtim. "Allahım bu ne ya? İyi ki beni unutmuşlar." diye geçirdim içimden. Tarık Akan'ın arabasında yan yanaydık. Öğrencilik yıllarımda hayranlıkla filmlerini izlediğim, sakızlardan çıkan resimlerini biriktirdiğim, kartpostallarını anket defterlerime yapıştırdığım yakışıklı, genç kızların sevgilisi şimdi bir karış ötemdeydi. Onlar hala benim unutuluşumdaydılar. "Bu sektörde emeğin değeri yok" dedi , İhsan Yüce araba Gülhane yokuşundan Sirkeci'ye sarkarken. "Örgütlü güç abi." dedi Tarık Akan. "Örgütlenmeden hepimizin sömürülmesini önlemek mümkün değil." "Figüranların örgütlenmesi için önderlere ihtiyaç var." dedim. Nasıl dediğime de şaşırdım. Tarık Akan "Öğrenci misin sen, ne okuyosun?" dedi. Edebiyat okuduğumu, ama işgal altında olduğu için okula gidemediğimi, aslında öğretmen olduğumu, okumayı sevdiğimi, şiir yazdığımı anlattım. Sanırım o da insancılca davranarak bana yardımcı olduğu için biraz daha mutlandı. "Neler okuyosun? Nazım Hikmet?" "Evet dedim. Okulda Edebiyat hocamız bize Nazım Hikmet'i sevdirmişti." Galata köprüsü boşalıyordu ve boğazdan gemiler geçiyordu. Bu Pazar günü de böyle geçmişti. Hayatımın dağarcığına yeni tortular katarak. "Sizin gibi gençler kurtaracak geleceği sizle çoğaldıkça hayali ihracatlarla memleketi soyanlar azalacak ve yok olacak." demişti İhsan Yüce'de. Bir süredir manşetlerde "Yahya Demirel'in sunta ihracatı Süleyman Demirel'i köşeye sıkıştırdığını" yazıyor. Kıvrak zekasıyla bu işi de kıvırmaya çalışıyor... Bakalım gelecek günler ne getirecek?
Yeşilçam’a her geçen gün daha çok ısınıyorum. Bakalım günler ne getirecek? Bu gün benim için çok önemli. 21 Mart 1976
Tarık Akan bu filmin ardından bir filmde daha romantik delikanlıyı oynadıktan sonra bıyık bırakmış ve sosyal içerikli, emekten, emekçiden yana filmlerde oynamıştır.
1977 yılında Zeki Ökten'in yönetmenliğini üstlendiği başrollerini Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz ile paylaştığı Sürü adlı filmi bu filmlerin başlangıcı olmuştur. 1978 yılında Cüneyt Arkın ile beraber başrol oynadığı Maden adlı film ile artık her türlü filmde oynayabileceğini kanıtlamıştır. 1982 yılında Şerif Gören ve Yılmaz Güney'in yönettiği Altın Palmiye ödüllü Yol filmi ile çok büyük başarı elde etmiş ve dünyaya adını duyurmuştur. Film 1982 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü alan tek film olmuştur ve Akan, En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde aday olmuştur. 1990 yılında başrolünü oynadığı Karartma Geceleri adlı film Yeşilçam'ın klasikleri arasında yer almıştır. Tarık Akan, Altın Portakal Film Festivali adlı ödül yarışmasında yedi ödül alan tek erkek oyuncudur. Özlemle ve saygıyla…
& quot;
Yaşam Bilimleri12 Mayıs 2024 16:39
Yaşam Bilimleri05 Nisan 2024 09:15
Yaşam Bilimleri11 Mart 2024 22:59
Yaşam Bilimleri19 Şubat 2024 18:22
Yaşam Bilimleri18 Ocak 2024 10:17
Yaşam Bilimleri26 Temmuz 2021 19:14