Girişte yazılan, sonuçta yazılmalıydı. Ama sonda söyleyeceğimi baştan söyleyerek başlayayım: Her şeye rağmen ahlakta rasyonel bir yol bulunduğuna inanıyorum. Her kadar bu yola ilişkin arayışın bütün bir ahlak felsefesi tarihi kadar eski ve bitimsiz/çözümsüz olduğunu düşünsem de… Böyle bir arayışın filozofu olan Hare (öl. 2002)’in rüyası, bu durumu oldukça iyi tasvir eder. Hare, hayatının sonuna doğru yazdığı otobiyografisine, gördüğü tuhaf bir rüyanın anlatımı ile başlar. Filozof bir rüya yahut yarı uykulu halde bir hayal görmüştür. Bir dağın zirvesinde görür kendisini. Her yeri sis kaplamıştır. Lakin o, ahlak sorularına rasyonel bir yol bulmanın huzuru ve mutluğu içindedir. Bundan elli yıl önce, 1952 yılında yayınlanan Ahlakın Dili (The Language of Morals) adlı eserinin daha önsözünde etiği, “ahlak dilinin mantıksal incelemesi olarak” tanımlayan filozofun rüyasında da olsa yaptığı işi başarmasının haklı gururudur bu. Derken zirvedeki sis yavaş yavaş dağılır ve rüyasında başarısı ile gururu okşanan filozof, etrafının irili ufaklı mezarlarla çevrili olduğunu fark eder; aynı tutku ile başarıyı kazandığını düşünen filozof mezarlarıdır bunlar (Hare, 2002: 269-305).
Ahlak alanında rasyonelliği/irrasyonelliği ahlak felsefesi tarihinden okuduğumuzda, “Hamarat felsefi solucanların kendi sistemlerini kemirerek küçük lokmalar hâlinde yediklerini ve bu bahsi geçen başarının (da) bir yanılsama olduğunu (…) geriye sadece solucanların sindiremediği iskeletlerin kaldığı(nı) ve bu iskeletler(in) ilginç bir şekilde birbirine benz(ediğini) fark ederiz" der Hare (Aynı yer). Yine de ahlakta rasyonel bir yol arayışı devam etmelidir: “Bu yolda ne başarılabilir ne başarılamaz?” Aksi takdirde bir ömür, ya da koca bir ahlak felsefesi tarihi boşa geçmiş olacaktır. Bir yazımın başlığında olduğu gibi: “Ahlaksız Akıl, Akılsız Ahlak!”…
Erdemi akıl ile ilişkilendiren ve bu yolla insanın kendisi hakkındaki hakikate ulaşacağını düşünen Sokrates, varlık, bilgi ve değer için aynı kaynağa, iyi ideasına bizi gönderen Platon, ahlaki erdemi ruhun akıl sahibi yanı ile açıklayan Aristoteles, Spinoza ve Kant ve daha nicesi, zirvedeki mezarlarında, geriye rasyonel bir yol/iz bırakabilmenin/bırakamamanın huzuru/huzursuzluğu içinde uyuyor olmalılar. Onların ahlakı rasyonellik zemininde temellendirmeye çalışmışlarına ve bu yolun zor ve bitimsiz olmasına karşın, karşı taraf (irrasyonalistler) daha rahat görünür. Tezlerinin dile getirilmesi daha kolaydır. Hatta basittir: Ahlakta rasyonel bir yol yoktur!
İrrasyonalistler haklılıklarını farklı toplumsa/kültürel ahlak deneyimlerinin varlığı yoluyla rahatça gösterilebilirler. Ahlaki farklılıkların mevcudiyeti değer rölativizmine, bu da ahlakta akılsallığın reddine yol açacak, irrasyonalist ise bu durumu ahlakı rasyonel bir bağ ile izah edememenin kanıtı olarak sunacaktır. Çünkü rasyonel olarak üzerinde uzlaşılacak ahlaki değer yoktur, tek bir gerekçe ile açıklanamayacak farklı seçimlerle oluşmuş farklı ahlak yapıları vardır. En azından ilk görünüşte böyledir. Eğer ahlakta rasyonel bir yol olsaydı, ahlaki bir ikilemde veya çatışmada, rasyonellik devreye girer ve onun temelinde bu çatışmayı giderirdik. Oysa dünyayı daha baskıcı ve yıkıcı hale getiren, dünyayı daha yaşanılır hale getirmesi gereken ahlaki inançlarımızdır. Ahlak olgudan daha çok değer alanına aittir ve ahlaki inançlar değerlerden beslenir. Ne yazık ki, dünyayı daha yaşanılır bir yere dönüştürecek değerler, bir değer rölativizmi içinde, başkalarının dünyasını yaşanmaza dönüştürebilir. Burada da akılsal bir ölçüt bulmak çok zordur.
Ahlak kuralları keyfilik ile değil, rasyonel gerekçelerle üretilir ve ahlak sorunları üzerinde düşündüğümüzde (ahlak düşüncesinde) bu düşüncenin gerekçesini oluşturan rasyonel ölçütler vardır. Eylemimim hem kendim hem de başkaları için meşruluğu, bu ölçütlere dayanır. Ahlak bir anlamda insanın kendini gerçekleştirmesidir. Hangi ahlaki çerçeve içinde olursa olsun, o çerçevenin içinde… Bu anlamda ahlakta rasyonalite, insanın rasyonel bir varlık olması kabulüne dayanır. Ne var ki insan salt rasyonel bir varlık değil, aynı zamanda irrasyonel. Eylemini yönlendiren aklı değil sadece. Duyguları. Hatta daha çok duyguları… Aklı kuşatan bir akıl dışı var ve eylemlerimizin kaynağı daha çok irrasyonel olan bu akıl dışı. Varoluşçuları ve duygucu ahlak felsefelerini -dayandıkları psikolojik anlam kuramını- burada ilk elden zikredebiliriz: Ahlâk yargıları, kişilerin duygu dışlaştırmalarına yarayan psikolojik ikna ifadeleridir ve ahlâk alanı akıl dışı/irrasyoneldir.
Fakat bu yol, bütün basitliğine rağmen ahlak alanında gidilebilecek bir yol gibi de durmaz. En aşırı uçta meta etik bir duyguculuk (emotivizm), davranış açısından nötrdür. Bize davranış için bir ilke sunmaz (Ayer, 1954:46). Zaten eylem dünyamızı duygularımızın geçici durumları ile idare ediyor olamayız.
Nietzsche’nin ip cambazını (Böyle Buyurdu Zerdüşt) hatırlayalım ve örneği bu sahaya transfer edelim. İp cambazı gergin ipte yürüyebilmek için bir ucu akıl, bir ucu duygu olan değneği ile denge bulur. Bu iki uçlu değnekte Apollon akıl, Dionysos duyguyu temsil eder. İpten yani yaşamdan düşmemek için rasyonel olan (Apollon) ile irrasyonel (Dionysos) dengesi gerekir. Yani ne akılla, ne akılsız; hem akılla hem akılsız. Ne var ne yok, hem var hem yok!
Yukarıdaki örnekten akla fazladan bir değer vermemizi gerektirecek bir durum bulunmaktadır. Dengeyi (ölçüyü) getiren akıldır dolayısıyla değneğin dengesini de akıl sağlar. Ahlak aynı zamanda davranış için ölçü getirir. Eski erdemlerden ölçülülük (σωφροσ?νη [s?frosyn?]) tam da böyle bir akıldır. Platon Devlet’te verdiği örneği hatırlayalım: Bir delinin eline silah verilmez. Çünkü onun aklı yani fireni (φρ?ν [phr?n]) olmadığı için, deli ılımlı, ölçülü, ihtiyatlı (σ?φρων [s?phr?n]) davranamaz.
Farklı ahlakların mevcudiyetini, ahlakın rasyonelliğine karşı argüman olarak dile getirmiş ve şöyle demiştik: Ahlakta rasyonel bir yol olsaydı, ahlaki bir ikilem de bu yolla çözümlenirdi. Böyle bir yol bulmak çok zordur evet ama imkânsız değildir: Ahlak filozofu, bütün farklı ahlakın deneyimlerine karşılık ahlakın genel niteliği üzerinde bütünlüklü bir görüş elde etmek ister. Bu ise genel geçer etik bağıntılarla mümkündür. Bu bağıntılar üzerine düşünen ahlak filozofu, ahlakçıdan farklı olarak herhangi bir ahlak geliştirmez, belli bir toplumun ahlakını dikte etmeye uğraşmaz; ahlâk hakkındaki genel prensipleri bulmaya, bütün farklı ahlâk deneyimlerini ahlâk adı altında toplamamızı mümkün kılan nedir sorusunun yanıtını aramaya ve davranış için evrensel bir ilkeye ulaşmaya çalışır. Ahlakta rasyonelliği konuşmamız gereken yer burasıdır: Bütün bu farklı geleneksel ahlakların ahlak adını almasını sağlayan temel. Herhangi bir ahlak değil, ahlak. Kant’ın ifadesiyle ahlaka (nasıl yaşamamız gerektiğine) ilişkin dünya bilgeliği.
Nasıl yaşamamız gerektiği sorusu, eylemlerimiz için mantıksal ilkeler bulmaya sevk edecektir bizi. Eylemlerimiz için mantıksal gerekçeler oluşturmak, sorunlarımız için mantıksal bir yol bulmak, ahlakı mantığa indirgemek de değildir. Böyle bir mantığı inşa etmek neredeyse imkânsızdır ve bu alanda tam bir başarı sağlamak da yanılsamadır. En başa dönelim: Bununla birlikte yine de ahlak sorunlarını mantıksal, rasyonel bir şekilde çözme yolunda nelerin başarılıp nelerin başarılamayacağını düşünmekten vazgeçemeyiz.
Filozof, ahlaka rasyonel bir yol bulma gayretindedir. Başarsa da, başarmasa da… Bu gayretin pratik ihtiyaçlarla ilgisi bulunmaktadır. Ahlâkın mantıksal incelemesi yani etik bize ahlâk sorunlarımız üzerine düşünmede/anlamada yardımcı olacak ve nasıl yaşamamız gerektiğine ilişkin bir çıkış yolu verecektir. Başarı gayreti tam da bu çabayı ifade eder. İnsanın rasyonel bir varlıktır evet ve eylemlerine bu nedenle rasyonel gerekçeler üretir ama aynı zamanda hem arasyonel hem de irrasyonel yanlarından kaynaklanan arzu ve isteklerini de rasyonelleştirmeye çalışır. Bütünüyle rasyonel varlıklar olsaydık, ahlakî eylemin mantıksal çerçevesini açıklayabilirdik. Ama ne yazık ki/veya çok şükür ki öyle değiliz. Seçimlerimizde özgürüz ve seçimlerimiz (bir konuşmasında Şafak Ural’ın dediği gibi) hem rasyonel, hem arasyonel hem de irrasyonel yanlarımızın bizim üzerindeki etkisi ile gerçekleşmektedir. Üstelik rasyonel olanı seçmek her zaman rasyonel de olmayabilir. Sanatın ve aşkın kaynağını ve insan üzerindeki etkisini başka nasıl açıklayabiliriz?
Ahlak düşüncesi, ne yapmalıyım sorusuna verilen cevapları içerir. Bu lüks bir düşünme değil, davranışlara kılavuzluk edici bir yol bulma tarzıdır. Ahlakın içeriği bütünüyle mantıksallığa dayanmasa da –insanız robot değiliz-, ahlak düşüncesinin biçimsel kısmı, eylemlerimizi gerekçelendirirken kullandığımız mantıksal şemalar ile ilgilidir. Sözgelimi, açlık çeken birisine yardım etmeyi, “Açlık çekenlere yardım edilmeli” gibi bir değer öncülünden çıkartıyor, iyilik, ahlak, hak, özgürlük gibi hayati önem taşıyan kavramlara mantıksal dayanaklar, temeller bulmaya çalışıyoruz.
‘Hak’ kavramının anlamını bilmeden hak arayışı içinde bir kişinin durumunu ele alalım. Sorunlarımızı fark etmek, onları anlamayı, anlamak çözümlemeyi gerektirir. Bu anlamda ahlâk ile mantık, ahlâkî düşünce ile rasyonel düşünce arasında bir bağ vardır. Bu bağın ortaya çıkartılması, ahlâk problemleri üzerinde rasyonel bir düşünce geliştirilmesi, ahlâk filozofunun görevi olacaktır.
Başta adını zikrettiğimiz Hare’a dönerek bitirelim: Ahlâk kelimelerinin hangi anlama geldiği ve onların birbirleriyle olan mantıksal özelliklerinin ne olduğunun araştırılması, öncüller anlamında düşünebileceğimiz ahlâkî kanıtların, ahlaki sözcüklerin mantıksal özelliklerinde bulunduğunu dile getirir. Bu şekildeki bir etik, ahlâk kanıtlarının incelenmesi ve böylece mantığın bir koludur. Buna göre ahlâk mantıkçılığı ahlâkın rasyonelliğinin dilsel-mantıksal bir yapı içerisinde düşünülmesi demektir. O halde ahlâk filozofu, tıkanan boruları açan ve suyun akışını sağlayana bir muslukçu gibi, mantıksal cihazı ve kavramsal araçları ile sorunları ortaya koyan ve tıkanan soruları çözen/çözümleyendir. Bu anlamda dünyayı daha yaşanmaz ve baskıcı kılan sorunların çözümlenmesinde ilk adım, kavramların ve kanıtların incelenip aydınlatılması olmalı. Böylece ahlâk felsefesinin ilk elden konusu ahlâk kavramlarının; kavramların yanı sıra kavramlar aracılığı ile kanıtların çözümlenmesidir. İşte tam da burada ahlâk filozofunun araç ve gereçleri kavramsal ve mantıksal çözümlemedir. Kavram çözümlemesini bir yana bırakarak gerçek hayattaki sorunların çözülebileceğini savunan filozof, bütün âletlerini ve muslukçuluk bilgisini dükkânında bırakıp, işe koşan muslukçuya benzer. Böyle bir muslukçu, evdeki herhangi bir kişiden daha iyi donanmış değildir. (Magee, 1985:175.175).
Kaynakça
Ayer, A. J. “On The Analysis of Moral Judgement”. Philosophical Essays. New York; St. Martin Press Inc., 1954.
Hare, R. M. “A Philosophical Autobiography”. Utilitas. Cilt 14, Sayı: 3, 2002
Magee, B. Yeni Düşün Adamları. Haz. Mete Tunçay. İstanbul: Birey Toplum Yay., İstanbul 1985