Birinci Bölüm
“Doğa”nın bize en büyük armağanı beş duyu organımız. Tüm algılarımızın, duyu organlarımızla başlayan yolculuğu beynimizde “Hipokampus”ta son bulur. Bunca karmaşıklığına karşın, bu beyin parçası algılanan her şeyi sınıflandırarak bilincimize ya da bilinçaltımıza yönlendirir. İşte bu süreç, ruhsal ve bedensel varlığımızın oluşmasını sağlar. Algısal etkileşim düşüncelerimizi, düşüncelerimiz de tercih ve seçimlerimizi belirler. Hayatımız seçimlerimizden ve tercihlerimizden ibarettir. Yaşamımızın kalitesi, algılarımızın bizi yönlendirmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Dr. Bora Küçüçkyazıcı yaşadıklarımızı; “ Eğer eğitim ile beyin korteksinde nötron iletimini yeterli sayıda artırılmazsa devreye, beynin hayatta kalmayı ve yaşamını devam ettirmeye programlı bölgesi olan amigdala girer, amigdala tahmin edebileceğiniz gibi oku, öğren, müzeye git, müzik dinle, sinemaya git, işe gir, çalış, üret diyen bir bölge değildir. Amigdala beynin sana tehlikeli olabilecek canlıyı yok et, senden olmayanı yok et diyen bölgesidir. Eğitim ile beyin korteks bölgesini geliştirmezsen devreye amigdala bölümü girer.” diye açıklıyor.”
Bu değerlendirmeler ışığında; beynin algıladığı bilgi, hayatın akışını belirler. Bize verilen bilgiler beynimizde yargı ve kanılara dönüşür. Yargı ve kanılar davranışlarımızı yöneten işleyişin birer parçasıdır, bilgi aktarımı eğitimle gerçekleştirilir. Eğitim genellikle okullarda yapılsa da aile bireyleri, internet, televizyon, kitaplar, gözlem ve deneyimler de insanın eğitilmesinde önemli yer tutar. Kişinin kendini fark etmeye başladığı andan yaşama atıldığı, meslek sahibi olduğu yaşa kadar okul, hayatın bir parçasıdır.
Eğitim, insan yaşamı boyunca üzerinde durulan en önemli konulardan olmuştur.
Yazar E.A. Rauter; Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur? kitabında “Okulda insanlar imal edilir. İnsan yapma olayına eğitim denir.” der ve ekler, “ İnsan yapımında kullanılan bilgiler yapmak istediğimiz insan türüne uygun olmak zorundadır bizi yapan bilgileri, en önemli uğraşmaları, mal üretmek, satmak olan kişiler seçer. Kısaca, roket üreten ve satan insan, okullarda roketin korkunç bir silah olarak tanıtılmasından bir çıkarı olabilir mi?”
Tüm bu açıklamalar ışığında, ülkemizdeki eğitimi dönem dönem irdelediğimizde;
OSMANLI DÖNEMİ:
Osmanlı Devleti kendine özgü yapısıyla bir eğitim sistemine sahipti. Kuruluşundan önce yaşanan göçebe yaşam tarzı, kuruluşla birlikte terk edilmiş, yerleşik bir hayat düzenine geçilerek kentleşme süreci başlamıştır. Kentleşme sürecinde eğitim sistemi de zaman içerisinde değişerek, gelişerek, uzun yıllar kendine özgü bir süreci devam ettirmiştir. Bu süreçte, Medreseler ile Enderun Okulları gibi örgün eğitim kurumları olarak faaliyet göstermiştir. On altıncı yüzyılın sonlarında başlayan gerileme ile birlikte, İmparatorluğun, diğer birçok kurumunda olduğu gibi tüm eğitim kurumları, başta da medreseler olmak üzere bir çökme ve gerileme sürecine girmiştir. Osmanlı'nın geri kalması ve çöküşünün, siyasi, sosyal ve ekonomik nedenleri yanında, bozuk eğitim sistemi, en etkili olanıdır. Eğitimde yalnızca din öğretisi olarak uygulandığından kalkınma geri kalınmıştı. Tanzimat dönemine gelinceye kadar, kızlar sıbyan okulundan sonra eğitim görmezlerdi. Eğitimin ikinci kademesi olan, medreseler yalnızca müslüman erkeklere açıktı. Medreseler, padişah yakınları, sadrazamlar ve vezirler ile devlet adamları tarafından kurulurdu. Fatih Dönemi'nde kurumlaşan Enderun, "Sadece Hristiyan tebaanın yetenekli çocuklarına açıktı; amacı padişaha kulluk derecesinde sadık, güvenilir devlet adamı, asker ve genel olarak saray hizmetlerini yürütecek görevlileri yetiştirmekti.” Osmanlı Padişahları yakın çalışma grubunu Türk ve İslam olmayanlardan seçiyordu. Babıali Mektebi de, Babıali'de çalışan memurları yetiştirirdi. Maliyecileri Babıdefterdari yetiştirirdi.
Medreselerde okutulan dersler çoğunlukla fıkıh, hadis, kelam, tefsir dersleriydi. Osmanlı'nın çöküşünün, temel neden, eğitimde ve bilimde geri kalmasıdır. Avrupa devletleri, 15. ve 16. yüzyıllarda, rönesans ve reform yaşarken, Osmanlı'da gerileme akli ve müspet bilimlerin eğitim programlarından çıkarılışı ile başlamıştır.
Eğitim kurumlarının Tanzimatla birlikte ilk kez bir sistem içerisine toplanması için adımlar atılmıştır. Bu toparlanma hareketinin en önemli nedeni, İmparatorluğun birçok alanda Avrupa’nın gerisinde kalmış olduğunun ortaya çıkmasıdır. Eğitim sisteminin, modernleştirme çalışmalarıyla ilerleme hedeflenmiştir. Aradaki açığı kapatmak için bu dönemde sosyal, siyasi, ekonomik alanda ve eğitim alanında bir çok yenileşme gerçekleştirilmiştir. Eğitim işlerini kolaylaştırmak ve düzene sokmak için Eğitim Bakanlığı kurulmuş, eğitim-öğretimde kademeli bir sisteme geçiş bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu dönemlerde eğitim konusunda yenileşme adımları atılması ve ilerlemeler sağlanmasına karşın, yeteri kadar okul açılamamış, öğretmen, araç-gereç sağlanması konusunda sıkıntılar yaşanmıştır. İlköğrenim zorunlu hale getirildiği halde bu konuda başarı elde edilememiştir.
Islahat döneminden sonra , Osmanlı Devleti’nde örgün eğitim veren Medreselerde , din bilgini, kadı ve imam yanında öğretmen, tıp doktoru, matematikçi, yetiştirilmeye başlanmıştı. Ders geçme sisteminin uygulandığı bu okullarda dini bilgilerle birlikte; dilbilgisi, mantık, matematik, metafizik, astronomi, tıp konuları ders programlarında yer almaya başlamıştı. Anadolu’nun birçok köy, kasaba ve şehrinde, Mahalle Mektebi, Mektebhane, Taş Mekteb ve 5–6 yaşlarında küçük çocukların okutulduğu Sıbyan Mektebi adı verilen okullarda eğitim verilmekteydi. Hayırsever kişiler ve dini cemaatler tarafından kurulan mahalle mektepleri ve sıbyan mektepleri şeyhülislama bağlıydı. Bu okulların amacı Kur'an öğretmekti, eğitim dili ise Arapça idi.
Çöküş döneminde askeri alandaki gerilemeler yüzünden ihtiyaç duyulan yenileşme gereği üzerine, batılı anlamda askeri okulların açılması on yedinci yüzyılın ortalarında gerçekleştirilmiştir. İlk askeri okul 1734’te Üsküdar’da kurulan “Hendeshane” de subay yetiştirilmiştir. Daha sonra deniz subayı yetiştirmek için “Mühendishane-i Bahri-i Hümayun”, kara subayı yetiştirmek için de “Mühendishane-i Berri-i Hümayun” okulları açılmıştır. Bu okullar için Avrupa’dan öğretmenler getirilmiş, batılı yazarlardan pozitif bilimlere ait bilimsel kitaplar çevrilip basılmıştır. Açılan bu okullar sayesinde farklı diller öğrenmeye başlayan Osmanlı aydınlarının farklı bakış açıları kazanmaya başladığı görüldü. II. Mahmut zamanında öğrenciler Avrupa’ya gönderildi. Askeri alanda yapılan yenileşme sürecinde orduya hekim yetiştirmek için, “Mekteb-i Tıbbiye” , “Cerrahhane”, “Mekteb-i Şahane-i Tıbbiye” okulları kurulmuştur. “Muzıka-ı Humayun”, “Mekteb-i Harbiye” Aynı dönemlerde açılan askeri okullardır.
Tanzimat’ın ilan edilmesinin ardından eğitim alanında yapılan çalışmalar, Maarif Nezareti’nin kuruluşuna da zemin hazırlamıştır. Bu dönemde halkın eğitilmesinin bir ülkenin gelişmesi için en temel ihtiyaçlardan biri olduğu anlaşılmıştır. Gelinen noktada eğitimin topluma olumlu yön verdiği fark edilmiştir. Ülkenin bazı yerleşim yerlerinde, Rüştiye mektepleri açılmıştır. Çöküşün getirdiği olumsuzluklara, Avrupa devletlerinin baskıları da eklenmişti. Bu baskılarla ilan edilen Islahat Fermanı gayrimüslimlere, eğitim alanlarında bir takım yeni haklar sağlamış, gayrimüslimlerin kendilerine özel mektepler yapma izni verilmişti. Onlar da özel mektepler kurarak ve buralarda kendi dil, milliyet ve kültürleri doğrultusunda öğretim yapmışlardır. Bu ayrıcalıkların geniş boyutlara ulaşmasından rahatsızlık duyan Osmanlı Devleti, eğitimi devlet politikası haline getirmek ve eğitim işlerini tek bir elden yürütmek için adımlar atılmıştır. Bu durumun yaratacağı zararları önlemek adına da Maarif-i Umumiye Nezareti’ni kurmuştur. Böylece eğitimin çağdaşlaşması çalışmaları devinim kazanmıştır. Fransa’ya eğitim için öğrenciler yollanmış, “Tercüme Heyeti” çalışmaları ile yabancı dilde yazılmış bilimsel eserleri tercüme ettirilmiştir
Tanzimat döneminde eğitim alanında yapılan reformlarda genellikle, Fransa model alınmıştı. Bu dönemde Fransız Eğitim Bakanı Jean Victor Duruy, eğitim konusunda fikir vermek için İstanbul’a gelmiştir. Ayrıca Maarif teşkilatında önemli değişikler sağlayan Maarif-i Umumiye Nizamnamesine göre okullar önce “umumi” ve “hususi” olarak ikiye ayrılıyordu. Umumi okulların yetki ve yönetimi devlete aitti. Hususi okulların denetimi devlete ait olmakla birlikte, kurulması ve yönetimi şahıslar ya da cemaatlere bırakılmıştı. Birinci kademede Sıbyan mektepleri ve rüştiyelerden oluşan okullarda sekiz yıllık öğrenim yapılıyordu. İkinci kademede, idadi ve sultaniler, üçüncü kademede, Mekatib-i Âliye adlı yüksek okullar vardı. Bu okulların dışında, Darulmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) ve Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu), Darülfünun ve çeşitli askeri, teknik okullar yer alıyordu.
(1.Bölüm)