Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
“ Filateli Sergisinden Öğrenilen 23 Nisan”

“ Filateli Sergisinden Öğrenilen 23 Nisan”

Eğitim Bilimleri 23 Nisan 2020 16:51 - Okunma sayısı: 1.299

Nazmiye HAZAR Yazdı

23 Nisan ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın toplumda milli değerler ve Atatürkçülük ile ilgili değerlerin kazandırılmasında oldukça önemlidir. Öncelikle tarihçeye biraz göz gezdirmek gerekirse; bilmediklerimizi bu özel günde paylaşmakta yarar var.

Ankara’da Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Türk halkının kendi iradesi ile yeni bir devlet kurmakla ilgili inancını ilan etmekte idi. Bu tarih daha sonra 23 Nisan 1921 yılında TBMM’nin aldığı kararla yeni Türk devletinin ilk bayramı olarak 23 Nisan gününde “ Milli Bayram” olarak kabul edilmiştir (TBMM Zabıt Ceridesi, 1337, Özçelik, 2011). Himaye-i Eftal Cemiyeti Milli Egemenlik Bayramı’nı fırsat olarak değerlendirip kimsesiz çocuklar ve şehit çocuklarına yardımlar toplamaya başlayınca 23 Nisan gününün ilk defa çocuklarla anılmaya başlanmasına neden olmuştur (Hâkimiyet-i Milliye, 1923, Akt.Özçelik, 2011).

Peki, Himayet-i Eftal Cemiyeti kimdi? Neye hizmet ediyordu?

İstanbul’da 6 Mart 1917 yılında kurulan Himaye-i Eftal Cemiyeti Birinci Dünya Savaşı Dönemi’nde kimsesiz çocuklara ve şehit çocuklarına çok ciddi yardımlarda bulunmuştur. Daha sonra TBMM üyelerinin girişimiyle 30 Haziran 1921 tarihinde Ankara’da yetim ve öksüz kalan çocukların korunmasının yanı sıra yetiştirilmesini de amaçlayarak faaliyetlerine yeniden başlamıştır ( Özçelik, 2011).

Yeni Türk devletinin sosyal bir devlet olmasıyla ilgili kamusal yükümlülüklere de sahip olduğunun bir göstergesi olan Ankara Himaye-i Eftal Cemiyeti ( Çocuk Esirgeme Kurumu) (Sarıkaya, 2007, Akt. Özçelik, 2011) kurulduğu andan itibaren TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün desteğini almıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara değer vermesi ile ilgili Çocuk Hakları ile ilgili ilk evrensel bildiri olan “ Cenevre Bildirisi’ni hatırlamakta fayda var. Türkiye Devleti adına Mustafa Kemal Atatürk’ün İmzalamış olduğunu “Cenevre Bildirisi” ni hatırlayacak olur isek; onun çocuklara olan sevgisi ve çocuk meselesine bakış şeklini çok daha iyi anlamış olabiliriz ( Özçelik, 2011).

1922 yılında 23 Nisan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı’nın Ankara’da yapılmakta olan kutlamalara küçük yaşta okul öğrencilerinin katılması bayrama farklı bir hava katmanın yanı sıra bu kutlamalarda geçit töreni yapan askerler ve talebelerin ön plana çıkması ile çevreye yansımıştır.
Hâkimiyet-i Milliye Bayramında çocukların ön plana çıkması ile Mustafa Kemal’in de desteğini alan Himaye-i Eftal Cemiyeti’nin yöneticileri 23 Nisan 1923’te Cemiyet adına yardım toplamaya başlar. Bu süreçte cemiyetin yardım toplama ve yardım toplama sürecinde çocukların cemiyetin rozetlerini satması o yıl çocukları daha da ön plana çıkarmıştır. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk’ün bu faaliyetlere destek olması ile 23 Nisan 1925 tarihinde “ Çocuk Günü” olarak kutlanır. 1926’lardan itibaren ise; “Çocuk Bayramı” olarak görülmeye başlanınca “Hâkimiyet-i Milliye Bayramı”nın yanında “Çocuk Bayramı” tabiri de kullanılmaya başlanmıştır( Milliyet, 1926, s.1, Akt. Özçelik, 2011).

Yıllar geçtikçe 23 Nisan coşkusu toplum gözünde daha büyük coşku ve heyecanlarla kutlanmaktaydı. 1923 Yılından İtibaren 23 Nisan çocuk günü kutlamalarının bir haftaya çıkarılmıştı ( Özçelik, 2011). Ayrıca Himaye-i Eftal Cemiyeti’nin Çocuk Haftası hazırlıklarında kimsesiz ve yetim kalmış çocukların bakımı ve bu çocukların topluma kazandırılması toplumda çocuk değeri ile ilgili büyük bir gurur olarak nitelendirilebilir. Ancak bu yük tek başına bir cemiyete yüklenince pek tabi ki zordu.

1929 yılına kadar büyük Türk Devleti’nin tarihi bayramlarından biri olan ve Türklerin çocuk günü olan 23 Nisan başlangıçta Himaye-i Eftal Cemiyeti adında bir çocuk esirgeme kurumunun toplum yüreğinde şefkatin ve rahmetin taşmasına bir etkenken; artık Ankara dışında farklı illerde de bu coşku kutlanmaktaydı. Kimsesi olmayan çocuklara merhamet eden ve imdatlarına yetişmeye çalışan Himaye-i Eftal Cemiyeti’ne 1929 yılında kutlamaların da uzun süreli olması nedeniyle genel organizasyon Türk Ocakları’na verilir. Türk Ocakları’nın da dâhil edilmesi ile çocuk haftası müsamereler, balolar, sinema eğlencesi, konferanslarla gerçekleşirken gazetelerde çocuk şiirleri de yayınlanmıştır ( İkdam, 1929, Sonsaat, 1929, Cumhuriyet, 1929, Akt. Özçelik, 2011).

Bu süreçler içinde yeni kurulmuş bir devletin çocuk sorunları farklı kitleler tarafından tartışılmaya ve çocuk varlığı ile ilgili değerler ortaya konmakta idi. Bir taraftan nüfusun artması ile ilgili planlamalar yapılmaktayken, diğer taraftan doğacak nüfusa doğru bakabilecek insan yetiştirme, doğru gıdanın üretimi, doğan çocukların sağlıklı olmasına yönelik doktorların görüşleri, onları eğitecek olan öğretmenlerin görüşleri de her geçen gün çoğalarak ortaya konmaktaydı ( Özçelik, 2011).

Esasında 1922 Yılında Başlayan bu süreç resmi olarak Hâkimiyet-i
Milliye Bayramı olarak bilinse de Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Çocuk Bayramı olarak kutlanırken 1929 yılında resmi bir bayram olmamasına rağmen Türk toplumu tarafından benimsenmiş bir çocuk bayramıydı. 1929 yılından sonra kesintisiz olarak kutlanılmaya devam edilen 23 Nisan Çocuk Bayramı 1981 yılında Milli Güvenlik Konseyi’nin Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun Hükmü ile “ 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır” Kararında resmi bir isim ve statüye ulaştırılmıştır (Akın, 1997, s.92, Akt. Özçelik, 2011).

Yukarıda anlatılmakta olan tarihi bilgiler doğrultusunda hepimiz Cumhuriyet sonrası doğan nesiller olarak biraz tarihi anımsamış olmaktayız. Her kurum kendi kurum kültürü ve değerleri ile birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlin ve Çocuk Bayramı ile ilgili çalışmalar yapmaktadır. Ancak bu günün asıl başrol oyuncuları çocuklarımızdır. Eğitim kurumları çeşitli planlama ve projeler kapsamında bu gün ile ilgili tören ve organizasyonlarını planlamaktadır. KKTC’de Türkiye ile olan bağlılığı ve Türk olmaya ilişkin milli değerlerinde Atatürk’üne her zaman sahip çıkan bir toplum yapısı mevcuttur. Bu yapı okullarda sadece 23 Nisan ile sınırlı olmamakla birlikte pek çok özel gün için de okullarımızda yapılmakta olan faaliyetlerle canlılığını sergilemektedir.

İlk defa Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Tük Cumhuriyeti’nde Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” farklı bir biçimde okullarda çocukların bir araya gelemeyeceği şekilde, farklı ülkelerden ülkelerimize kültür değerleri ile gelen çocukları karşılamadan girmiş bulunmaktayız. Televizyon ve radyo programlarında çocukların söyleşi ve şiir sesleri meydanlarda kalabalık olmadan sosyal medyaya evlerden yansımakta iken; meclis ziyaretleri, askeri birlikleri ziyaretler olmadan, hatta törenlerde askeri yürüyüşler olmadan farklı bir bayram yaşamaktayız. Oysa hepimiz 23 Nisan’ları okullarla tadan çocuklardık.

Neydi 23 Nisan bir çocuğun gözünde? Rengârenk giysilerde eğlencenin, müziğin ve sporun içinde Kurtuluş Savaşı’nın başkahramanı olan Mustafa Kemal’i tanıyordu her Türk çocuğu. Hatta ülkelerimize gelen konuklar da Atatürk’ü tanırken; milletimizi de tanımaktaydılar. Mustafa Kemal Atatürk’ün evlatları olan Türk çocukları farklı ırk, din ve ülkelerden geliyor olsalar da toplumsal değerlerimizde var olan hoşgörü kültürümüzü ve misafirperver toplum değerlerimizi onlara yansıtmaktaydık. Bu güzellikler gelen misafirleri mutlu ederken; onlara kendimize karşı hayranlık da uyandırıyorduk.

Şu günlerde öğretmen niteliğimizin takdiri hak ettiren özellikleri toplum olarak hepimizi sevindirmektedir. 23 Nisan yaklaşınca “Corona Virüsü” nedeniyle okullara gidemeyen öğrenci ve öğretmenler yine hazırlıklar yapmış bulunmaktadırlar. Her ne kadar bu bulaşıcı hastalık bizleri toplum olarak birbirimize temas ve yakınlaşma ile ilgili uzaklaştırsa da teknoloji bir şekilde çocukları ve öğretmenleri birleştirmeye yardımcı bir araç olarak kendini dünyaya göstermektedir. Çeşitli okullar kurumsal değerlerde öğrencilerin okumakta oldukları şiirleri, şarkıları, müzikleri ve gösterileri ekranlarda sergilerken çocuk bayramı coşkusu ve Atatürk sevdası izleyenleri memnun etmektedir.

Herkesin bildiği gibi çocuk hakları ile ilgili her geçen gün dünyada bilinçlenme ve çocuk haklarının hareketliliğine ilişkin eylem planlamaları artarken pek çok ülkede çocuk istismarı, çocuk evlilikleri, çocuk cinayetleri, çocuk organ mafyaları ve çocuk eğitim hakları ile ilgili duymakta olduklarımız bizler de içinde bulunduğumuz çevremizde bu konulara tanıklık etmekteyiz. Gerek Türkiye’de ya da KKTC’de çocuk cinayetlerinin olabildiğini, çocuk hırsızlığı ve çocuk tecavüz ve öldürme haberlerinin medyaya yansımakta olduğunu görebilmekteyiz. Kısa bir süre de olsa İngiltere’de görev yapma olanağı yakalayabilme fırsatı olan bir öğretmenim. Oradaki eğitim yapısı ve sosyal devlet sisteminin varlığını oranın vatandaşı olmayan biri olarak yaşayarak öğrenme fırsatı yakalayabilmiştik. Bugün İngiltere’de çocuklara her ne niyetle olursa olsun dokunmak suç olarak sayılabilmektedir. Gerek okullarda gerekse sosyal her alanda çocukları koruyan yasa varlığını size hissettiren bir sistemden bahsediyorum. Peki, biz okullarda akran zorbalığı ve istismar sorunları ile nasıl baş etmekteyiz? Bu tür sorunlara nasıl çözümler üretebileceğimiz sorununu doğru çözebildik mi? Bu konuya yönelik koruyucu ve önleyici yasal çerçevemizi tam olarak sağlayabildik mi? Türkiye bir şekilde bir takım tedbir ve önlem çalışmaları yürütüyor olsa da; adanın kuzeyinde kaç çocuğun ailesi tarafından şiddete maruz kaldığını bilinmekte miyiz? Peki, çevresi tarafından istismara uğradığını araştırabilecek ya da bu tür durumları sosyal sorumluluk sayabilecek yapılaşmalar tam olarak bilinmekte midir?
Kameralar önünde kurumsal olduğumuzu düşünüp; canlı yayınlarda öğrencilerimizle yüz yüze görüştüğümüz ekranlarda bizler öğrencilerimize ders anlatabiliyoruz. Ancak öğretmenler şu soruyu kendilerine sorabilmelidirler:

“ Bizler açık ve esnek olan sanal öğrenme ortamı ile ilgili yapılacak faaliyetleri neden eğitimde güven ile ilgili yasal bir çerçeve ile bunu sağlamayalım?” Her eğitim paydaşının bugün dijital öğrenme ile ilgili 21. yy.’ın içinde olma şartlarını ve çocuk haklarını da dikkate alması gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse; İngiltere’de 11 yaşın altındaki çocuklar kamera ekranlarını ebeveynlerinden birinin onayı olmadan açabilmesi söz konusu olamazken; çocuğu koruyan yasaların varlığının kurumsal bir bütünlükte olabildiğini bu örnekte görebilmekteyiz. Bizler ise; çocuklarımızı gözümüz gibi sakınıyor olduğumuzu söylerken okullara yaya gitmesini istemediğimiz çocuklarımızın videolarını, fotoğraflarını tüm dünyaya açık bir biçimde gerek aileler, gerekse öğretmenler tarafından paylaşılabilmekteyiz.

Kadın cinayetleri ve kadın terörleri ile ilgili evlerinde risk ve tehlike altında olan kadınlar çaresiz oldukları anlarda bir şekilde bir kurumdan yardım talep edebilmekte iken; ne yazık ebeveynleri tarafından taciz edilen ya da istismara uğrayan çocukların yetişkin olamamaları çocukları bu kadar çaresiz kılabilmektedir. İhmal ve istismar vakalarının her geçen gün bizlere gerek ebeveynler olarak; gerekse eğitimciler olarak stres verebilmektedir. Çocuklarının güvenli bir çevrede eğitim alabilmesine önem veren ebeveynler bu kapsamda çocukları için güvenli bir çevrede eğitim görmesine de önem verebilmektedirler. Ebeveynler çocuklarının oyun oynamakta oldukları çevre ile birlikte çocukların sosyalleşme sürecinde vakit geçirdikleri arkadaş gruplarına, ekranlarda izlemekte oldukları görüntülere, dijital oyun kanallarının seçiminde bile çocuklarını korumaya önem vermektedirler. Anne ve babaların korku duyarak tedbir aldıkları çevre unsurlarına toplumsal değer ve normların yanı sıra inançlar da etkili olabilmektedir. Nitekim öğrenme ortamına girecek olan çocuğun nasıl bir öğretmenle öğrenme sürecini yaşayacağı, nasıl bir fiziki ve sosyal ortamda eğitim göreceği de anne ve babaların önemsediği konular arasında yer almaktadır. Öğretmen seçimi, arkadaş seçimi, komşu seçimi ve çevre seçiminde sağlıklı bir ebeveynin çocuğu düşünmemesi mümkün olamamaktadır. Çocuk olmak pek çok şeyi algılayamamaya bir sebep olabilirken; kimi zaman pek çok kötü şeye de maruz kalmaya da sebep olabilmektedir. Çocuk toplumsal değerler bütünlüğünde kendi değerlerine değer katma süreci geliştikçe olgunlaşmaktadır. Sosyalizasyon süreçlerinde hem birey olarak hem de bir grup içinde varlığını göstermekte olan çocuk; toplumsal aidiyet temellerini yaşadığı ülke şartlarındaki yasalar, normlar ve kültür değerleri ile zenginleştirir.

Dünyanın hareketliliğini bir anda alt üst eden Covid 19’un neden olduğu bulaşıcı hastalığın sebep olduğu durumları bizler de diğer dünya ülkeleri gibi yaşamaktayız. Hastalığın insandan insana bulaşması nedeniyle insan yaşamı tehdit altında olurken; sosyal alalardan uzaklaşma sürecini herkes farklı ortamlarda farklı ev koşuları ve farklı aile insanları ile aynı etken nedeni ile yaşamaktadır. Bu günlerde 23 Nisan gösterileri için tüm çocuklar sosyal medya ortamlarında aktif roller içerisinde ekran görüntülerinde şiirler okumakta iken; oğlum bu görüntüleri görüp biraz eleştirel bir biçimde şiirlerin amacını sorgulamaktaydı. Bu sorgulama sürecinde bir yıl önce bir filateli sergisinde gördüğü pulları hikâyeleştirerek Kurtuluş savaşında kimsesiz kalmış onlarca şehidin evladından bahsetmeye başladı. Peki, bu edindiği bilgileri nereden öğrenmişti oğlum?

Evet! Yukarıda anlatılan kimsesiz çocuklarla başlayan serüvenimizin kaynağı geçtiğimiz yıl KKTC’de Lefkoşa’da düzenlenen “Milli Pul Sergisi” ne katılmakla sağlandı. Pek çok filatelistin emek vererek sergiye koyduğu bazı pullar 23 Nisan’ın anlatımında en güzel öğretim araç gereci olabilecek değerdeydiler. Şimdi sizlere o gün sebebiyle oğlumun bana ifade ettirdiği şeyleri aktarmak istiyorum:

Kurtuluş Savaşı’ndan bahsederken tarihi olayları örüntü yapabilen oğlum İbrahim’i dinlerken çok şaşkındım ve sessizdim. Sessizliğimden ötürü bana pul sergisindekileri anımsatmak amacıyla dolaptan o gün oradan aldığı birkaç zarf ve filateli kataloğunu getirdi. Onun anlattığı konuyla ilgili olan o pullar ve zarfların görüntüleri aklıma hayal meyal gelmekteydi. Bir anda 23 Nisan pullarının hangi zarflara yakın olduğunu tarif ederken; bisiklet üretiminin yapıldığı döneme ait pullardan bahsediverdi. O anlatırken; hafızasına hayran kalıyordum. Bir öğretmen olarak yeniden bir öğrenci gibi oğlumdan bir şeyler öğrenmekteydim.

Geçtiğimiz yıl 3. Sınıf olan İbrahim o döneme kadar bu bayramın tarihte ne anlama geldiğini sanıyorum ilk kez, o gün, o ortamda öğrenmeyi başarmıştı. Öğrenmenin informal olarak gerçekleştiği bu sergi salonu okul ortamından daha etkiliydi kim bilir?

Kurtuluş Savaşı’nda gencinden yaşlısına sayısız şehidin kan dökmesi ile korunmuş toprakların nice evladının yetim, öksüz, aç ve bakımsız şartlarda olmasından bahsediyordu İbrahim. Türkiye Devleti topraklarının kolay kazanılmadığını, Çanakkale Şehitlerine bağlayıvermişti hemen.

Öyle ya; bugün hepimizin özellikle internet aracılığıyla basına ve medyaya yansımakta olan savaş ülkelerinde yaşanan görüntüleri biliyorduk yakın geçmişte. Özellikle savaşların ardından ağlayan öksüz Suriyeli yavruların ve kadınların feryatlarında yaşadıklarına tüm dünya tanıklık etmekteydi. Küreselleşmenin etkisi ile Neo-liberal politikalar tüm dünyayı etkisi altına alırken; yoksul ülkelerde pek çok çocuğun anasız, babasız hatta vatansız kalmasına neden olacak kadar acımasız oluşuna ne İnsan Hakları ne de Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmelerinin bir el uzatamadığı zalimliğe tanıklık etmekteydik.

Kimsesiz çocuklardan bahsederken kelimeler yüreğinden dökülür gibiydi İbrahim’in. Sonra Atatürk’ü övmeye başladı okul kitabında gördüğü bir resim ile. Şiirlerde “23 Nisan”, “Çocuk Sevgisi” ve “Atatürk” konuları ile ilgili paylaşımların hep aynı içerikte olduğunu ve birbirlerine benzer şeyler olduğunu söyledi. Sıra dışı bildiği bilgiler hakkında bir şeyleri duymamak canını sıkmıştı kim bilir? Hiçbir yerde onun bahsettiği Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Devleti’nin çocuk varlığına verdiği değerlerle ilgili asıl Kurtuluş Savaşı’nı, tüm milletin ana baba olduğu yetimlerin hikâyelerini duymak istiyordu kim bilir? Birkaç şey anlattıktan sonra zarfları alıp şiir okumak yerine kitap okumayı tercih ettiğini belirtti ve odasına doğru gitti. Daha sonra odasına gittiğimde onu çok iyi bir tarih araştırmacısının kitabını okurken buldum. Kıbrıs tarihi ile ilgili daha öncede de aynı yazar tarafından yazılmış olan kitaplardan birini okumaktaydı. Kitap uzun süredir onda olmasına rağmen; bitiremediği kitaplardan biriydi. Bazı şeyleri algılayamadığı için dönüp tekrar okuyordu diğerleri gibi. İlginç olan şu ki; filateli sergisine geçen yıl bizi davet eden kişi de o kitabın yazarı idi. O an çok duygulandım. Hele bir de; gün içinde günlerdir okuduğu Kıbrıs Tarihi kitaplarının yazarının her yıl 23 Nisan’da çocuklara kitap armağan ettiğini bana yeniden hatırlatması sanki bugünlerde o hocamızdan kitap armağanı beklentisiyle ilgili bir dilekti. Açıkçası yaşadığım en garip 23 Nisan haftası bu oldu sanıyorum. Oğlum sanki bana öğrenmeniz gerek ve öğretmeniz gerek dercesine sessizce kitabını okumaya devam etti.

Elbette öğretmen olmak öğrenen olmayı gerektiriyordu. Nitekim bu yaşadıklarım ile okullarda yaşadığımız bazı sorunların çocuk gözüyle de değerlendirilmesinin hassasiyetine vurgu yapmalıyım. İlkokullarda en büyük yaş gruplarımız olan 3-4-5 sınıf öğrencilerine her Müzik dersinde olduğu gibi gösterilerimiz için hazırlıklar yapmaktaydım. Milli tören haftalarında çocuklara öğretilecek şarkı ya da türkülerin hikâyelerini anlatmaktan haz alırken; öğrencilerim dinlemekten büyük keyif alırdı. Her zaman konunun önemine göre tarihi bilgileri aktarmayı ihmal etmeyen bir öğretmen kimliği taşımaya çaba gösterdiğimi düşünmekteyim. Çünkü tarih insanlığın varoluşunu anlatırken çocukların sistematik düşünme güçlerini de harekete geçiren bir unsurdu benim gözümde. Okullarımız eğitim ve öğretim sürecine her yıl Eylül ayında başlarken bu sürecin hemen ardından 29 Ekim tarihinde 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet Bayramı’nı her KKTC İlkokulu gibi bizler de okullarımızda kutlamaktaydık. Ardından çocukların kafasını oldukça fazla karıştıracak biçimde soyut işlemler dönemine geçmemiş o küçük zihinlere süreci ve zamanı kendi içlerinde yaşadıkları biçimi hiçe sayarcasına tarihsel bilgileri aktarmaya çabalamaktaydık. Hemen kısa bir süre sonra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin 15 Kasım 1983 yılında ilan edilmesini anlatıyorduk. Bu bilgileri aktarılırken Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilişindeki ayın Ekim olması ve KKTC’nin ilan tarihindeki ayın Kasım olması çocukların süreci sırayla yaşamalarından ötürü farklı bir deneyimdi. Çocuklara “Hangisi hangisinden daha önce/ daha sonra?” diye sorulduğunda yaşanılan ayın yılına bakmaksızın sadece süreç sırasına göre değerlendirip cevap vermekteydiler. İlerleyen aylarda bu süreç sorununu bir öğretmen olarak görmemek mümkün değildi.

23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin ilan edilmesi ve 19 Mayıs 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı’nın başlaması tarihleri ile ilgili bilgi paylaşımı yapıldığında öğrencilerin bu süreçlerde tarihi olayları sadece yaşadıkları olayların sırasına göre sıraladıklarını her yıl farklı sınıflarda bana hissettirmekteydi. Peki, ne yapmalıydık?

Öncelikle Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın okullaşma ve eğitim yapısını değiştirmeye ihtiyacı olduğunu artık dillendirmeye değil değiştirmeye ihtiyacımız vardır. Okullarda eğitim müfredatları içerisinde yer alan milli değerlerle ilgili unsurlar sadece okul çatısı ile sınırlı değildir. Ancak çocukların aileleri ile birlikte etkinlik yapabilecekleri, süreci çevre eğitiminin de dâhil olacağı biçimde yaparak yaşayarak anlayabilecekleri ortamlar ve imkânlar devlet tarafından ücretsiz olarak herkese sunulabilmelidir. Öğrencilerin tarihi olayları anlayabilmelerinde görsel araç gereçlerin oldukça önemli olduğunu ifade etmekte fayda var. Ancak eskiden afiş veya posterler öğrenme sürecinde öğrenmeyi kolaylaştıran bir unsurken bugün filmler, maketler, simülasyon merkezleri çocukların öğrenme hızına da olumlu bir etki yaratmaktadır. Okullarda gezi ve gözlem etkinliklerine her ne kadar müfredat programlarında yer verilse de; bu etkinlikleri gerçekleştirmek sadece maddi imkânlarla sınırlı değildir. Öğretmenler başta müfredatın şişkinliğini eğitim ve öğretim için ayrılmış olan kısa sürede azaltmakla ilgili ciddi mücadeleler vermektedirler. Öğretmenler konuları yetiştirebilme gailesinden ötürü en fazla tasarruf ettikleri eğitim programı gezi- gözlem ve deneyler olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bugün yaparak yaşayarak öğrenmenin önemine vurgu yapıyoruz, diğer taraftan yapılandırmaca yaklaşımlardan bahsediyoruz. Ancak; sahip olduğumuz imkânları değerlendirdiğimizde çoğu zaman öğretmenlerin yapmak istediklerine imkânsızlıklarla engel çıkartıyoruz. Eğitimde okulların eğitime başlama tarihi ve süreci, okulların tatil dönemleri bile çağın bize gerektirdiği değişim sebepleri olarak önümüze çıkabilmektedir.

Kıbrıs’ta pek çok okulun fiziksel alt yapısında oyun alanlarına ve bahçe alanlarına sahip olduğunu görebilmekteyiz. 114 tane ilkokulumuz var ve pek çok köy okulumuz tarım ve hayvancılığın devam ettiği bitki örtüsü içinde yer almaktadır. Bugün 23 Nisan’ı anarken gerek Türkiye’de gerekse KKTC’de meslek liselerinin yerli üretime sağladıkları katkıyı dikkate almamız gerekmektedir. 18. Yy. şartlarındaki toplum ve insan ihtiyaçlarının aynı olmadığını görebilmemiz gerekmektedir. Tüketimin değil de; üretimin ne olduğunu çocuklarımıza doğru ifade edebilmemiz gerekmektedir. Okulöncesi ve ilkokul döneminden başlayarak; planlı ve programlı bir biçimde çocuklara üretme duygusunun hazını atık malzemeler ve farklı malzemeleri bir araya getirerek yeni sanat eserleri ile ortaya koymaktan daha heyecan verici gerçek üretimi yaşatabilmeliyiz. Okullarda unutulmuş olan tarım kollarının toprak üretiminde tohum ve hasılatların değerlendirilmesi ile ilgili faaliyetlerin yeniden oluşturulması gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse; her okul kendi coğrafi özelliklerindeki bitki örtüsü meyveler, sebzeler üretebilmelidir. Çilek, portakal, mandarin, greyfurt, limon ve zeytin, harnup ( keçiboynuzu), hurma, incir vs. gibi meyvelerinden sağlanabilecek gıda ya da ürünleri üretebilmelidir. Bunların pazara sunulması sürecinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın anlaşacak olduğu fabrikalar ve üretim sahaları bakanlık ve okul ismi ile milli eğitime gelir de sağlayabilir. Bu şekilde olmasa bil; her okulda günümüz anne de babaların yoğun iş temposu çocukların öz bakım becerileri ve kendi ihtiyaçları karşılayabilme becerilerine olumsuz yansıyabilmektedir. Çocuklara her birinin bir birey olması ile ilgili atölyeler sağlanabilmelidir. Dikiş- nakış ve aşçılık atölyelerinin hayali bunların gerçekleşemeyeceği anlamına gelememelidir. Bu atölyelerde üretilen gıdalar yine üretim ya da toplumsal sorumluluklarda ihtiyaçlılar, yaşlı bakım evleri ya da kimsesizler için değerlendirilebilir. Bu tür durumlar yoksa çocuklar pişirdikleri yiyecekleri aileleri ile yemek için bile evlerine götürecek olsalar bu hem aileyi hem de çocuğu mutlu edebilecek bir durumdur.

Bir filateli sergisi size çocukluk dönemini atlatmış olsanız da 23 Nisan’ların her daim çocuğa değer veren okullaşma ile sağlanabileceğini anımsatması büyük mutluluk. Hatıra diye saklanan bir mektubun zarfında atalarımızı görmek 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı adına bir milletin evlatlarına ölmek pahasına onları vatansız bırakmamanın hürriyete olan aşkıdır. Çocuk esirgeme kurumu çerçevesinde kim olduğundan çok çocuk olduğuna önem veren bir başbakanın vatan şehitlerinin öksüz yavrularına Türk Milleti olarak sahip çıkmanın onurudur. Ulus egemenliği o yavruların zarf pullarına resmedildiği çizgilerde gizliymiş meğer.

Gelecek bize ait değilken; biz hep gelecekle ilgili çocuklarımıza teslim edeceğimiz bayrak ve vatandan bahsetmekteyiz. Oysa Mustafa Kemal Atatürk "Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir." deyişinde geleceğe önem vermekle ilgili bizi uyarmaktadır. Hepimiz çocukken 23 Nisan baharını birlikte tattık. Ülkenin geleceğini çocuklara armağan etmeye söz vermek yerine; geleceği ülkemiz çocuklarına armağan edebilmeyi öğrenmeliyiz.

Kaynakça:
Özçelik, M. (2011). 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın Ortaya Çıkışı ve 1922-1929 Yılları
Arasında 23 Nisan Kutlamaları. Gazi Akademik Bakış, (09), 265-284.

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Eğitim Bilimleri
EĞİTİM KAMPÜSÜ OKULLARI

Eğitim Bilimleri17 Kasım 2024 19:20

EĞİTİM KAMPÜSÜ OKULLARI

Kasım Ara Dönem Önerileri

Eğitim Bilimleri05 Kasım 2024 20:23

Kasım Ara Dönem Önerileri

Gelecekte Eğitim Sistemine Yönelik Stratejiler ve Öneriler-2

Eğitim Bilimleri01 Kasım 2024 14:01

Gelecekte Eğitim Sistemine Yönelik Stratejiler ve Öneriler-2

ÖĞRETİM SİSTEMLERİNİ YENİDEN Mİ PLANLAYALIM?

Eğitim Bilimleri31 Ekim 2024 11:46

ÖĞRETİM SİSTEMLERİNİ YENİDEN Mİ PLANLAYALIM?

OKULLARIMIZDAN ÖĞRENCİLERİ SOĞUTMA YÖNTEMİ OLARAK ÖDEVLER

Eğitim Bilimleri26 Ekim 2024 15:50

OKULLARIMIZDAN ÖĞRENCİLERİ SOĞUTMA YÖNTEMİ OLARAK ÖDEVLER

Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Eğitim Bilimleri24 Ekim 2024 13:53

Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Mesleki Ortaokulların Açılmasının Hukuki Bir Analizi

Eğitim Bilimleri22 Ekim 2024 01:48

Mesleki Ortaokulların Açılmasının Hukuki Bir Analizi

MEB, o konuda öğretmenlerin özgün fikirlerini sordu...

Eğitim Bilimleri09 Ekim 2024 10:39

MEB, o konuda öğretmenlerin özgün fikirlerini sordu...

Gelecek Eğitim Sistemine Yönelik Öneriler ve Stratejiler-1

Eğitim Bilimleri09 Ekim 2024 01:01

Gelecek Eğitim Sistemine Yönelik Öneriler ve Stratejiler-1

Ebeveynlerin Endişeleri

Eğitim Bilimleri01 Ekim 2024 22:48

Ebeveynlerin Endişeleri