Thomas Hobbes annesinin dünyaya ikiz çocuk getirdiği söylemiştir. Kendisi ve korkusu. Sosyal psikologlar çok az duygunun bizi korku kadar açıkladığını belirtirler. Ve şu tanımı yaparlar: “kişinin algıladığı tehlike karşısında sahip olduğu kendi gücüdür”. Korkularımız bizim için bir güç kaynağıdır. Çünkü öğreten bir duygudur, içinde bize yarayacak bilgiler taşır. Bu gücün bir diğer yansıması da korkunun bizi uyanık kılmasıdır. Korku sayesinde risk ve önlem alırız. Evrim psikologlarına göre çevresel tehditlerden korkmayı öğrenenler, hayatta kalma avantajına sahip olurlar. Böylece tür savaştan galip çıkar. İşte korku gücü bize bu kanaldan verir. Ve korkularımızın birçoğu biyolojik bedeninin korunması için çalışır. Köpekten korkarsınız çünkü canınızın acıma ihtimali vardır. Korku içinde yer aldığı hikayeye göre işlev gören ve buna göre rolünü ayarlayan bir duygu durumudur. Ancak bu duygunun ilkel bir yanı vardır. Dozu ve kontrol seviyesinin çok iyi ayarlanması gerekir. Aksi durumda ise korku mantığın önüne geçer ve insan o gücün altında ezilir. Bundan bir süre önce sokağa çıkma yasağı ile yaşananları bu çember içinde değerlendirmek mümkündür. Korkunun dozu kaçtı ve toparlayacak güç devreye girmedi. Bu arada korkunun bireysel ve kolektif toparlayıcıları vardır. Misal bizler yaklaşık bir aydır aldığımız önlemler ile bireysel anlamda bu duyguyu dizginledik. Kolonya kullandık, maske taktık, kamusal hayatı kontrollü bir hale getirdik. Bizler ilk vakanın açıklandığı gün aslında çok ama çok korktuk. Çok uzakta olan bir şey artık bize yaklaşmaya başladı. Başka insanların kabusu bizim kabusumuz oldu. Hatırlayınız o gece neler hissettiğinizi. Ve ilk ölüm haberinin verildiği geceyi. İnsanlar o günlerde bu tepkiyi vermedi. Çünkü korku hala bireysel önlemler ile kontrol altına alınabilecek bir düzeyde idi. Ancak gelinen son aşamada ani verilen bir karar bir anda hikayeyi başka yöne çevirdi. Çünkü kolektif bir karar sonrası insan korkuyu dizginleyemez. Hemen diğer dizginleyicilerin devreye girmesi gerekirdi. İşte bu olmadığı vakit insanlar haliyle hata yaptılar. Çünkü korku mantığa baskın geldi. İnsanlar ani bir haber karşısında riski fazla hissedince hemen çözüm ürettiler. Peki neden korku mantığı tuş etti? Şöyle düşünmek lazım. Telefonumuzun hafızası dolduğu zaman size uyarı mesajı gelir. Yer kalmadı, yedeklemen ya da boşaltman lazım şeklinde. İşte insan da biraz böyledir. Bazı mesajlar hafızanın doluluğuna göre riskli bir hal alabilirler. Telefonun kapanması gibi. Hafıza bir bilgi ile -ki bir aydır ölümcül bir durum konuşuyoruz düşünüyoruz ve yaşıyoruz- çok uzun bir zaman doldu. Tehlikeyi çok fazla hissetti. Nerden geleceği belli olmayan bir mikrop var. İnsanlarımız yaklaşık bir aydır hastalık fikri ile yaşıyor. Gün içinde filmler, haberler, sabah programları hep aynı mesajın değişik içerikleri ile karşımıza çıkıyor. Hatta bunun bir saldırı olduğu şeklinde bilgiler ile insanlarda bir savaş psikolojisi bile oluşturuldu. Unutmamak lazım korku da bir salgındır. Son olarak kötü bir dönemde bu duygu ile mücadele ediyoruz. Yaşadığımız bir içsel karmaşa var aslında. Bahar aylarındayız ve bahar canlanma demektir. Bahar dışa açılma evin dışı ile buluşmadır. Plan yapma, yeni düşünceler, kışın yorgunluğunu atmadır. “Tinin ve tenin çiçek açmasıdır” derler. Yani bahar yaşam demektir. Doğa deli gibi bize bu mesajı verirken bizler belki ocak ayından beri ölüm temelli bir ağın içindeyiz. Dışarda canlanma var ama o canlı doğa, kent bana ölümü getirebilir. İşte böylesi zamanlarda bu korkuyu sevk ve idare etmek gereklidir. Bireysel çabanın zayıf kaldığı yerde diğer bileşenler devreye girseydi korku hizaya çekilebilirdi.
Doç. Dr. Hatice KARAKUŞ ÖZTÜRK(Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü)
Sosyoloji07 Haziran 2024 12:47