Corona salgını yaşadığımız bu dönemlerde & quot;Yunus Emre’nin “Yaradılanı severim, Yaradan’dan ötürü” sözü sık sık aklıma geliyor.
Özellikle bu sözü ağızlarından düşürmeyenler gerçekten samimi ya da kalben destekliyorlar mı?
Çünkü, Tasavvuf edebiyatının en büyük şairi olan Hacı Bektaş-ı Veli Dergahından geçen, Alevi-Bektaşi inancını zenginleştiren Yunus, insan olan herkese karşı; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmadan, engin sevgiyle bağlıdır.
Ondaki insan sevgisi, insanda Allah'tan bir parça, bir cevher bulunduğu inancındandır.
Osmanlıdan günümüze kadar süregelen Kuyucu Murat Paşalar zihniyetinin bu kültürü ezmek için yaptıklarını tarih yazmaktadır.
Daha da önemlisi, Tasavvufçular şeriat kalıplarının dışına taşan dini tutumları ve anlatımlarındaki hayal, sembolizm, gerçeklik karışımı ifadelerle değişik eleştirilerin hedefi olmuşlardır.
Eleştirilerin en çarpıcı olanları ahlaki yozlaşma, müslüman din anlayışının bozulması, İslamın insana bakış açısının tasavvuf eliyle bozulması düşünceleridir.
Tasavvufçuların şeriat kalıplarının dışına taşan din tutumlarını eleştiren ve “ben şeriatçıyım” diyen bir inananın Yunus’un sözüne sarılması ne kadar gerçekçi ve inandırıcı yorumunu sizlere bırakıyorum.
* * *
Yöneten durumunda olanların samimiyetini yansıtıp yansıtmadığını tartışıyoruz.
Ve de bir iktidar döneminde şiddet gittikçe tırmanıyorsa, o iktidardakilerin sevgiden, sevmekten hele hele “Yaradan’dan dolayı sevmekten” söz etmeleri hangi oranda samimi acaba.
Bir salgın boyutlarında küresel sağlık sorunu olarak “kadına yönelik şiddetten” bahsediyorum.
Bu küresel şiddet öyle boyutlara ulaştı ki, ilk kez Hijyen ve Tropikal Tıp London School ve Güney Afrika Tıbbi Araştırma Konseyi işbirliği ile WHO (Dünya Sağlık Örgütü)’ü tarafında yayınlanan rapora göre, fiziksel veya cinsel şiddet tüm kadınları etkileyen bir halk sağlığı sorunu haline gelmiş durumdadır.
Rapor, kadınlara karşı şiddetin yaygınlığı ve sağlık üzerine etkileri konusunda ilk sistematik çalışmayı temsil etmektedir.
Çalışma dünya çapında kadınların % 30’unu etkileyen kadına yönelik şiddetin en sık rastlanan tipinin yakınları tarafından uygulandığını göstermektedir. Kadın ve kız çocuklarının beden ve ruh sağlığı üzerine etkilerinin belli başlıları, kırık kemiklerden gebelikle ilgili komplikasyonlara, ruhsal sorunlar ve sosyal ilişkilerdeki bozulmaya kadar uzanmaktadır.
Öldürülen kadınların %38’i en yakınları tarafından öldürüldü, en yakınları tarafından fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınların % 42’sinde kalıcı hasarlar ve yaralanmalar bulundu.
Şiddet yaşamış kadınların, şiddet yaşamamış kadınlara göre depresyona girme oranı nerede ise iki kat daha fazla ve şiddet, kadın ruh sağlığı sorunları için önemli bir etkendir.
Yakınları tarafından şiddete maruz kalan kadınların alkol kullanım sorunları diğer kadınlara göre iki kat artmaktadır.
Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalan kadınlarda 1,5 kat daha fazladır.
İstenmeyen gebelik ve kürtaj, fiziksel ve cinsel şiddet yaşayan kadınlar da , bu şiddeti yaşamayan kadınlara oranla iki kat daha fazla olduğu tespit ediliyor.
Şiddet yaşayan kadınların düşük ağırlıklı bebek sahibi olmaları % 16 daha fazladır.
Hijyen ve Tropikal Tıp London School’dan Profofesör Charlotte Watts “Bu yeni veri kadına yönelik şiddetin son derece yaygın olduğunu göstermektedir. Acilen bu küresel kadın sağlığı sorunu altında yatan nedenleri bulup önlemek için yatırım yapmamız gerekmektedir” demektedir.
Ruhsal hastalıklarda olduğu gibi veri eksikliği ve stigma (damgalanma korkusu) ne yazık ki bu konuda da karşımıza çıkıyor.
Veri toplama konusunda ki en önemli engel bu şiddetin en yakınlar tarafından uygulanıyor olmasıdır.
Bu engellere rağmen, küresel anlamda kadınların% 7.2 'i yakınları haricinde cinsel şiddete maruz kaldığını bildirmiştir.
Yakınları tarafından şiddete maruz kalan kadınlara göre depresyon ya da anksiyete’ye girme olasılığı 2.3, alkol bozukluklarının 2.6 kat fazla olma olasılığı vardır.
Rapor, sosyal ve kültürel faktörleri ele alarak kadına yönelik şiddetin her türünü önlemek için küresel çabaların arttırılması konusunda bir çağrı niteliğindedir.
Bölgesel verilere göre yakınları tarafından şiddete maruz kalarak en kötü etkilenen bölgelerde görülme sıklığı şöyledir; Güney-Doğu Asya %37.7, Doğu Akdeniz %37, Afrika %36.
Yakınları ya da yakını olmayan, 15 yaş ve daha yukarı kadınlara uygulanan cinsel şiddet yaygınlık oranları; Afrika % 45.6, Amerika % 36.1, Doğu Akdeniz %36.4 (Bu bölgede yakınları harici cinsel şiddet için veri yoktur- Ve bu bölge Afganistan, Bahreyn, Cibuti, Mısır, Iran, Iraq, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Libya, Fas, Umman, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Güney Sudan, Sudan, Suriye, Birleşik Arab Emirlikleri, Tunus, Yemen’i kapsamaktadır)
Avrupa %27.2, Güney Doğu Asya % 40.2, Batı Pasifik %27.9, Yüksek gelirli ülkeler % 32.7’dir.
Her ne kadar Türkiye, WHO’ü Bölgeleri içinde Avrupa’ya dahil görünse de son on yıldır kadına yönelik cinsel ve fiziksel şiddetin dozajının gittikçe artması Avrupa ortalamasının çok çok üzerinde olduğumuzu düşündürmektedir.
Bunun için veri olmasa da basına yansıyan haberler en büyük veri kaynağımızdır.
Ayrı bir yazı konusu olsa da alkol problemlerinin ruhsal hastalıklarla ilgisi ve bu son raporda da şiddet arttıkça alkol sorunlarının arttığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dolayısı ile alkol yasaklanarak sorunun çözülemeyeceği, neden-sonuç ilişkisi irdelenerek bu tür sorunların üstesinden gelebileceğimiz aşikardır. “Yaradan’dan dolayı, yaradılanı sevmek” sözle, yasaklarla değil, uygulamalarla, sorunların kökenine inerek sorunları çözmekle mümkün olabilecektir.
Sosyoloji07 Haziran 2024 12:47