“Z” KUŞAĞININ YARATTIĞI “Z” DEVLET BİLİNCİ
“Ben çocukken..” diyerek başlanan hikâyelerde kahraman olan nene ve dedeler iken; hikâyeleri dinleyen torunlar ya da gençler anlatılanları kimi zaman günümüz koşullarında gelişmiş dünya imkânları nedeniyle anlayamamaktadır. Geçmişi özlemle anan nene, dede ve ebeveynler kendi yaşanmış hikâyelerini anarken; insana verilen değerler ve toplumun sahip olduğu kültür güzelliklerini de özlemle anmaktadırlar kim bilir? Yaşlı insanlar eskiden var olan değerleri bugünkü dünyada bulamasalar da; anlattıkları hikâyelerde edindikleri deneyimler bir sonraki kuşağa öğretici ders niteliği de taşımaktadır. Anne ve babalar olarak çocukluk dönemlerinde sahip olduğumuz bilgisayarların büyüklüğü ve yazılım kasaların yanı sıra ilk cep telefonunun büyüklüğünü anımsadığımızda dünyadaki teknolojik gelişmelerin nasıl bu kadar hızlı geliştiğini anlamakta bile zorlanmaktayız değil mi? Unutulmaya yüz tutmuş kasetler, radyolar, walkman kulaklıkları, CD’ler, plaklar ve daha nicelerini tarihe gömen bir değişim ile karşı karşıyaydık kim bilir? Kimi zaman nenelerimizin ya da dedelerimizin zamanında yaşanmış hikâyeleri somutlaştıran nesneler var olsa da; o duyguları anlayabilecek hislerimiz olmadığı durumlar nedeniyle büyüklerimizin gözünde ruhsuzduk kim bilir?
Tarih boyunca kuşaklar arası çatışmalar hep vardı. Her nesil kendinden sonra gelen nesli ayıplarken, her yeni nesil de bir önceki nesli cahillik ve geri kalmışlıkla değerlendirmekteydi. Toplumlar kuşak çatışmalarına rağmen kültürel miraslar, semboller, toplumsal değer ve normlarla birbirine bağlanabilmekteydiler. Buna ilişkin Türkçe’de bilgi kavramının pek çok ifadeler içerdiğini hepimiz bilmekteyiz. Gündelik bilgiyi malumat olarak nitelendirirken, geleneğin bilgisi ya da dini bilginin bilimsel bilgiden farklı olduğunu belirtmeliyiz. Bilgi toplumunda eğitim ve okulların yapılaşmasında bilimsel süreçlere dayalı olarak üretilen belirli bir strateji ve sistemleri içinde barındıran bilgiye gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle malumatın aksine, gelişmiş ülkelerin üreterek başka ülkelere pazarlığı bilgiyi üretebilecek bir toplum oluşturmamız gerekmektedir. Geçmişte bilgi önemli bir unsurken, bugün bilginin niteliğinde bilginin ne derecede doğru olduğunu ayırt edebilmek daha çok önem arz etmektedir. Bugün bu coğrafyada yaşamakta olan her insanın yaşlısından gencine, gencinden çocuğuna kadar her bireyi toplumu bir arada tutan zincirin birer halkası olarak düşünülmelidir. Nitekim her devlet kendi zincirinin halkalarını birbirinden koparmayacak biçimde eğitim politikalarını geliştirmektedir. Hatta her ülke gelişen dünya yeniliklerine uygun, çağa uygun okullaşma ve eğitim programlamalarını örgün ve yaygın eğitimin içine serpiştirmeye çabalamaktadır.
Günümüz teknoloji getirilerinin insan üzerinde etkilerine hepimiz tanıklık etmekteyiz. Teknolojinin bilgi toplumuna yön veren dinamiklerden biri olduğunu belirtecek olur isek; teknolojinin bilgi üretimi ve paylaşımın yanı sıra öğrenme ve öğretme sürecinde de yaygın bir biçimde kullanılması söz konusudur. İnsanlar bu gelişmelerin etkisi ile evlerinde bile meslekleri ile ilgili faaliyetleri yürütebilme fırsatı yakalamış bir durumdadır. Yapılması gereken işler ya da yönetilmesi gerekenler en uzak mekânlarda olsalar bile teknoloji sayesinde adeta yakınlaştırılmış bir hale dönüşmüştür. İnsanlar ulaşması gereken kişilere ulaşabilmenin yanı sıra ekran görüntülerinde canlı yayın yaparak görüştüğü kişileri de görebilir bir durumdadırlar. Bilgi teknolojileri ile birlikte bilgisayarlar okulların yönetim süreçlerine ve öğrenme süreçlerine dâhil olurken, okul yöneticilerinin bu gelişmelerden uzak kalması okulların varlıklarını yürütebilmeleri adına olumsuzluk içeren bir durumdur. Okulların ve eğitimin gelişen bilgi teknolojileri desteği ile bilgi toplumunun gereklerine göre düzenlenmesi gerekmektedir. Nitekim konumuz bağlamında toplumlarla ilgili yapılan sınıflamaları da bilmekte yarar vardır. Toplumları 8 şekilde sınıflandırabiliriz( Şişman ve Turan 2005):
İlkel Toplum
Tarım Toplumu
Sanayi – Endüstri Toplumu
Modern Toplum
Sanayi Ötesi ( Sanayi Sonrası) Toplum
Modernlik Ötesi( Postmodern Toplum)
Bilgi Toplumu
Küresel Toplum
Okulları kitlesel eğitimin yapıldığı yerler olarak düşünecek olur isek; okulların sanayileşme süreci ile birlikte gelişmeye başlayan kurumlar olup; sanayileşme sonucu toplumların iş yaşamında uzmanlaşma ve iş bölümleri ile ilgili uzmanlık gerektiren becerilerin kazanımını sağlayabilecekleri insanı iş hayatına hazırlayan yerler olarak değerlendirildiğini görmekteyiz. Bu süreçte okullar ekonomik ve teknik özelliği ile değer kazanmıştır. Nitekim okullar sanayileşme sürecinde tıpkı sanayileşme dönemindeki fabrikalar gibi düşünülmüştür. Ancak içinde yaşadığımız çağ bilgi ve bilginin türevlerinden oluşturulan bilgi çağı, enformasyon çağı, bilişim çağı gibi isimlerle bilinmektedir. Gelişen teknoloji okullarda da diğer işletmelerde olduğu gibi eğitime de farklı boyutların getirtilmesine neden olmuştur. Bilgi teknolojileri ile ilgili bugün eğitimde tartışılan konular uzaktan ( açık) öğretim, programlı öğretim, bilgisayarlı öğretim, bilgisayar destekli eğitim (BDE), bilgisayar dayalı öğretim (BDÖ), bilgisayardan öğrenme, İnternetle Öğretim, sanal okul gibi konular tartışılmaktadır. Bugün gerek Türkiye, gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde salgın hastalıktan korunma amaçlı okullarımız kapalı bir durumdadır. Bu süreçte eğitim uzaktan eğitimle sağlanmaktadır. Bu durumu teknoloji gelişimin insan yararına olan bir özelliği olarak değerlendirilebiliriz.
Uluslar internet sayesinde birbirine bağlanmış bir biçimdeyken; internetin insan davranışlarına da etki ettiğini belirtmemizde fayda var. İnsanların iletişim kurma sürecinde birbirleri ile olan iletişim biçimleri, toplumların değer ve yargılarından tutun insanların zevk kültürüne bile yansımaktadır. Banka – finans işleyişleri sanal ortamda sağlanabilmekte, uzakta olan arkadaşlarımızla sanal sohbetlerle iletişim kurmakta, bilgi alışverişinde erişilmesi zor olan bilgilere internet aracılığıyla kolaylıkla erişebilmekte, sanal dergi ve gazetelerden çevremizde ve dünyamızdaki gelişme ve haberleri takip edebilmekte ve sanal okullarla birlikte sanal kütüphanelerin kullanımı ile hayatımızda kolaylıkları çoğaltmış durumdayız. Eğitimin yavaşça belirli yaş ve mekân sınırlamasından çıktığını, yaşamın her alanında kendi kendine sağlanabildiği bir dünyayı hissedebilmekteyiz ( Şişman ve Turan, 2005).
Her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu düşünüyor olsak da; bugün kuşaklar ile ilgili 2003 sonrası doğan çocukların doğduğu döneme alfabenin son harfi olan “Z” Harfi nedeni ile “Z kuşağı” tanımlaması insan aklına bu kuşakla ilgili dünyanın son insan nesli olarak bir mesaj vermektedir kim bilir? Oysa dünyamızda hala daha “Z” Kuşağı kategorisine girmeyen, gelişmemiş ülke çocuklarının da varlığını bilmekteyiz. “Z” Kuşağı ve sonrası ile ilgili insanoğlu çeşitli düşünceler ifade etmektedir. 20. yy. ve 21. yy.’ a göre kuşakları 7 kategoriye ayırabiliriz ( Senbir, 2004):
Depresyon Kuşağı(1930-1939)
Savaş Kuşağı ( War Babies) (1939- 1945)
Bebek patlaması ( Baby Boomers) (1945-1965)
X’ler ( Ara kuşak ) ( Baby Bust) (1965-1977)
Y’ler ( Echo Boom) ( Next) (1977-1994)
Milenyum “ Millenials”( 1994-2003)
Z’ler ( 2003-....)
İnsan çevrenin etkisiyle biyolojik olarak kromozom sayısı değişmese de şartlar ve koşulların insan davranışlarını etkilemesi insanların doğum yıllarına göre özelliklerinde farklılıklar yaratmıştır. Öncelikle “Kuşakların bu sınıflaması hangi ülkeye göre yapılmıştır ?”sorusunun cevabını sorgulamamız gerekmektedir. Nitekim Amerika’daki demografik yapıya ve Amerikalı insanlara göre tanımlanmış olan kuşaklar listesi bugün evrensel olmasa da dünyada yaygın olarak yukarıdaki biçimde kullanılmaktadır (Schroer,2020). Yani kuşakların bu sınıflaması bizden farklı coğrafya ve farklı kültürlerde olan ABD kaynaklı bir veri olup; ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyleri ve kalkınma gücünü de dikkate aldığımızda bugün 2003 sonrası Afrika’da doğan çocukların yaşadığı şartlar düşünüldüğünde oradaki çocukların “Z Kuşağı” etiketini alabilecek fırsatları olmadığını belirtmemiz gerekmektedir. Bununla birlikte Türk toplumunun gençliği ile Avrupa genliğinin toplum özelliklerinin de aynı olmadığını belirtmeliyiz. Tıpkı Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşi’ sinde belirtildiği gibi dünyada pek çok insan o basamakların sadece ilk ikisinden sonrasına hiç geçiş sağlayamamaktadır. Bu nedenle kuşakların isim ve özelliklerinden daha da önemli olan unsur toplumsal değişme sürecinde yeni nesillerin rolleri ile ilgili olmalıdır. Çağımız kültürün oldukça hızlı değişim gösterdiği bir çağdır. Dünya kültürleri sürekli olarak değişime uğrarken değişme ile ilgili bilmemiz gereken önemli bir özelliğin altını çizmekte fayda vardır. Değişim karmaşık toplumlarda ilkel toplumlara nazaran daha çoktur. Toplumların karmaşıklığı arttıkça kültürlerindeki karmaşıklık da yenileşmeyi arttırır ( Tezcan, 2006).
Kuşaklar arasında yaşanan çatışmalarla ilgili ülkeler sosyolojik anlamda araştırmalar yapmakta ve toplumsallaşma bilincine olumsuzluk getirecek unsurları ortadan kaldırmak amacıyla politik stratejiler geliştirebilmektedirler. Günümüz dünyası iletişim çağını oldukça hızlı yaşamakta olan bir süreci de beraberinde barındırmaktadır. Kitle iletişim araçlarının baş döndüren hızına insanoğlu uyum sağlama sürecinde zorluklar yaşasa da; ister istemez kendini sürecin içerisinde bulmaktadır. Nitekim bugün internetin olmadığı bir gün günümüz gençliği için çölde kaybolmak kadar çaresizlik yaratabilecek bir sorun haline dönüşebilmektedir. Televizyon olmadan ya da cep telefonumuz olmadan hayatta var olmamamız hissi insan olma özelliğimizde bile bir eksiklik hissettirmektedir. Kitle iletişim araçlarının insan psikolojisi üzerinde etkileri araştırmacıların da adeta dikkatlerini çeken bir konu unsuru olmakla birlikte sosyolojik anlamda toplum üzerinde etkilerini toplumun her kesiminde her kuşak üzerinde hissedebilmekteyiz nedense. Özellikle sosyo- ekonomik düzeyi en alt seviyeden tutun en üst seviyede olan her insanın erişebildiği televizyon programları ekonomik anlamda firmaların kar sağlamak amacıyla belirlemekte oldukları tüketim ihtiyaçlarında televizyon programlarının sürekli değişmekte olduğunu görebilmekteyiz. İnsanların televizyon ekranlarında uzun süre vakit geçirebilmelerini sağlayacak diziler, yarışmalar ve programlar neden oluşturulmaktadır? Bu süreçte insanların tüketimlerini arttırmak amacıyla reklam spotları ya da dizi filmlerinin fragmanları arasında tüketime endeksli reklamları da görmemek mümkün değil. Zaman içerisinde 7’den 70’şe hayatını televizyon programlarına göre programlamaya endekslenmiş yenidünya insanı ile yaşamaktayız. Televizyon programları toplumu farklı yönde bilinçlendiren ve toplumu farklı yönlerde etkileyen, zaman zaman olumlu sonuçların yanı sıra olumsuz sonuçların da doğmasına neden olan örgün eğitim kurumlarından daha etkili ve örgün eğitimin önüne geçmiş bir tehdit unsuru olarak da değerlendirilebilmelidir. Çünkü televizyon ya da internet aracılığıyla ya da telefonlardan izlenen ekran görüntülerinde seyredilen ya da dinlenilenlerin de birer girdi olduklarını düşündüğümüzde; çıktı olarak bir takım davranış değişiklikleri de gerçekleşecektir. Dolayısıyla eğitim politikalarında kitle iletişim araçlarının insanın insani değerleri, toplum üzerinde olumsuz etkilerinin masaya yatırılıp tartışılması da önemli bir unsurdur.
“Türkiye artık, gerçeğin; hamasi duygular, dedikodular, hakir görmeler ve metalaştırmalarla karıştığı medyatik bir büyüye kapılmıştır.” ifadesini kullanan Nilüfer Göle, teknolojinin yozlaştırdığı toplum yapımıza bir ışık vermektedir. Bugün bu ifadede bir takım olumsuzlukların etkisi altında olan gençlerimizle ilgili ve toplumsal yapımızdaki bozulmalarla ilgili sıkıntılarımız dile getirilmekte olduğunu anlamamız gerekmektedir. Değer yargılarımızda var olan tabuların yıkıldığını, mahremiyetin ve mahrem alanın bilincinin de kaybolmaya yüz tuttuğunu, hatta kendi değerlerimizden utanma ile birlikte farklı milletlerin değer ve inançlarına ilişkin bir hayranlık popülaritesinin anne ve babaların korkuları arasında yer almaya başladığını da çevremizde hissetmekteyiz. Ekranların önünde hayatın herkese açık bir pencereden paylaşıldığı, gizlilik ve özel hayatın bile ihlal edilişine kulak asmayan bir teknoloji esaretine kurban olduk kim bilir? Bir takım görsel ve işitsel uyarıcıların bizi tatmin ettiğini sansak da hayatın anlamsız büyüsünün yerine “hırs” ve “gerçekleştirilmek istenilen amaç için her duyguyu yaşama ve yaşatmayı insanlığa mubah görme” eğilimleri gittikçe çoğalmaktadır. Özellikle sosyal iletişim ağlarındaki ekranlarda tanıklık ettiğimiz, ancak engelleyebilme yönünden hiçbir çaba türetemediğimiz bu durum bile bir değere dönüştü kim bilir?
Her ülkenin toplumsal değer ve yargılarının yanı sıra inanç ve normlarının yanı sıra kültür yapısı da birbirinden farklıdır. Bu nedenle öz kalabilmek için öz değerlere sahip çıkmak sadece aile eğitimi ve okullarla sağlanabilecek bir unsur halinde olmaktan çıkmıştır. Aile eğitimini örgün ve yaygın eğitimin yanı sıra informal eğitim çerçevesinde bulunan çizgi filmler, sinemalar, televizyon programları, reklamlar ve haber programlarının da etki ettiği teknoloji kaynakları ile düşünmek zorundayız. Nitekim teknoloji kaynakları örgün olamayan eğitim kurumlarından daha hızlı bir biçimde insanın bilgiyi süzme eylemi göstermesine bile fırsat vermeyen, doğrudan bilgiyi davranış değiştirme unsuru niteliği ağır basan bir teknoloji çağı ile iç içe olduğumuzu göz önünde bulundurmak zorundayız. Televizyon ve telefon ekranlarında izlemekte olduğumuz ya da bazen görmeden; sadece dinlemekte olduğumuz bilgiler, hatta internet üzerinden araştırma yaptığımız süreçte gazete haberleri, magazin haberleri, sosyal iletişim ağlarında rastladığımız paylaşılanların takip etme süreci nedeni ile şu veya bu nedenle farkında olarak veya olmayarak zihnimizi günlerce meşgul edebiliyor olduğunu belirtebiliriz. Dolayısıyla bu durum davranışlarımızda da değişmelere neden olabilmektedir. Bu denli önemli bir durumu açık bir sistem özelliğine sahip olan okullardan muaf tutmak ya da hiçe saymak kabul edilebilir bir kaçış olmamalıdır. Çünkü bu sıkıntı daha sonra millet olma, toplum olma, bütün olma, vatandaşlık bilinci ile ilgili sıkıntıları da beraberinde getirecek olan bir belirsizliğe yol açabilecek bir soruna da neden olabilir. Çocuklarımızın ve de gençlerimizin teknolojiye esir olmamasına yönelik, geleceğe ve hayata farklı bakış açıları yükleyen, toplumun beklentilerinden ayrı, bilinçsizce formatlanmış bir bilgisayar programı gibi oluşturulacak olan nesilden farkında olmadan popüler kültür tellallığı mı umuyoruz?
Kültürlerin evrensel özelliklerine baktığımızda Robert Redfield’in görüşlerinde tüm kültürlerin şiddete ahlaksal törel koyduğunu belirtebiliriz. Tüm kültürler sadakat, bağlılık duygusunu geliştirmenin yanı sıra avlanma, imal etme, balık tutma gibi çeşitli geçim yollarına sahiptir. Bunların yanı sıra insanların iletişimlerinde sıcak ve samimi ilişkiler içerisinde olması durumu, karşılıklı bağımlılık duygusunu geliştirici olmakla birlikte, bu duyguyu sağlayabilecek olan toplumun en küçük topluluğunun olduğu ailelere de sahip olduğu görülmektedir. Her toplumun kültür yapısında da bir takım yasalar, kurallar olduğu ve tüm kültürlerin kendi varlıklarını koruyucu olan konularla yetinmeyip; mitlere, öykülere, aletlere, şarkılara, danslara, vb. tamamen pratik olmasa da yaratıcı anlamlar içeren unsurlara da ilgi gösterdikleri görülmektedir (Robert Redfield, 1959: 13-18, Akt. Aydın, 2014).
Tarihte ülkelerin yıkılıp yeni devletlerin kurulduğunu, ülkelerde var olan yasaların bile değişmekte olduğunu görebilmekteyiz. “Günümüzde değiştirilen yasaların bile mani olamadığı bilişim suçları ve suçluların yasalardan bile daha güçlü bir tehdit midir?” sorusunun cevabı ne olabilir. Peki, devletler varlıklarını yürütebilme ve devamlılık sağlayabilme adına “Z” Devlet anlayışını ortaya koymak durumunda mıdırlar? Peki, “Z Devlet ne demektir? “Z” Devlet vatandaşını sürekli gözetleyen bir devlet kavramı olarak düşünülebilir.
Teknoloji her geçen gün terör eylemleri ile ilgili devletlerin yürütmekte olduğu çalışmalarda yüz tanıma- parmak okuma gibi telefonlarda var olan programları “Z”Devlet olmakla ilgili tüm dünyanın olmazsa olmazları içerisinde var olan sistemleri oluşturmuş durumdadır. Ekonomik kayıtlarda bugün kredi kartları ile yapılan alışveriş ve ödemeler birer ekonomik kayıt olarak değerlendirilebilir. Bugün sahip olduğumuz servetin devlet tarafından sitemlerde kayıtlanmış biçimi bir “Z” Devlet yaptırımı olarak değerlendirilebilir. Dünyada ülke sınırları içinde başka ülkeleri bile kontrol eden bir yapının varlığından bahsediyoruz. Bugün İngiltere’yi örnek vermek gerekirse; İngiltere hükümetinin kendi devlet harcamalarını kredi kartları ile yapmakta olduğunu belirtebiliriz. Bu vesileyle ülkede kırtasiye masrafları azalmakta ve ekonomik harcamalar da kontrol altında tutulabilmektedir. Dünya nüfusunun bugün %80’inin kayıt dışı ekonomide olduğunu araştırmalarda belirtiliyor olsa da “Z” Devlet anlayışı “Z” Kuşağı'nın özelliklerinin bir getirisi olarak düşünülürse tek soru şu olmalı (Senbir; 2004):
Acaba “Z” Kuşağı “Z” Zamanı içinde kendi özelliklerine göre oluşturulan “Z”Devleti nasıl bulacaklar? Eleştirecekler mi? Yargılayacaklar mı? Yoksa onlara güvenlik sağladığı için sorgulamayacaklar mı?
Bugün yaşadığınız ülkede tedavi olmak için gittiğiniz hastanede hasta geçmişinizin rapor edilmesi bir avantaj mıdır? Peki, özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaygın hastalık türlerinden olan kanser hastalığı, kalp hastalığı ya diyabet ile ilgili hasta kayıtlarının bir sistemde depolanması bu hastalıklarla ilgili araştırmalara kaynak olmaz mı? Hatta bununla birlikte olumsuz durumların iyileştirilmesi için de bir fırsat olabilir mi? Bugün en basit bir iş başvurusunda sicil formunuzda temiz bir geçmişinizin olduğunu size bir belge aracılığı ile ulaştırılan polis kayıtları, kısaca aldığınız temiz belgesi de bir “Z" Devlet Felsefesi değil de nedir?
Türkiye’de yıllar önce mobese kameralarının kurulması ile birlikte mobese ekranlarına yansıyan görüntüler sadece trafik kazalarındaki suçlar üzerinden topluma fayda sağlamamıştır. Hırsızlık, tecavüz ve daha pek çok suçun ekranlarda kayıt altına alınması gerek suçluların cezalandırılması, gerekse toplumsal güvenlik açısından suça meyilli kişilere fırsat verilmemesi bakımından önemli bir değer kazanmıştır. Bugün adanı kuzeyinde mobese kameralarının oluşturulması ile ilgili bazı sivil toplum kuruluşları ya da sendikalar bu duruma tepki verebilmektedirler. Buna örnek vermek gerekirse Kıbrıs Türkünün can ve mal güvenliğine değer kazandıracak olan mobese kameraları ile ilgili bir eğitim sendikası olan KTÖS ( Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası) web sayfası haberlerinde üyeleri adına KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil’in adıyla sonlandırıldığı 15 Ocak 2020 tarihinde “Mobeseye Kaynak Var Yolara Neden Yok” Konu başlıklı haber içeriğinde adanın kuzeyinde gelişime yönelik bir takım değişiklere bir direnç tepkisi vermektedir. KKTC’de gerek ülke vatandaşlarını gerekse de ülkeye konuk olarak gelen turistlerin de güvenliğini sağlayacak olan mobese kameraları ile ilgili gelişme ve değişim kaynağının siyasi bir rant içeren açıklamalarla manipüle edilmesi eğitimciler adına ülke eğitiminin de gelişmelerden istifadesi bakımından bir direnç olarak değerlendirilebilir. Bu yönde ve toplumu huzursuz eden algılar üzerinden değerlendirme yapılması; değişim ile ilgili dirençlerde özellikle eğitim kurumlarına rehberlik eden kurum ya da kimselerin seçmekte oldukları kavram ve atıflarda bile toplumu algı yönünden olumsuz etkileyebilecek durumları göz ününde bulundurmak çağın getirdiği bir gereklilik olarak düşünülmelidir. Atılan her adımda eğitim kurumlarını temsil eden dernek ya da sivil toplum kuruluşlarının bilimsel bakış açıları ile değerlendirme yapmaları gerekmektedir. Bu anlamda eğitimde çağdaş eğitim yaklaşımlarının olması yönünde vurgulara yer veren öğretmen sendikalarının devletin “Z” Devlet oluşturma politikalarında “Z” Kuşağı ile ilgili bir yatırım olduğunu görmezden gelmek eğitim paydaşları adına üzücü bir değerlendirme olarak nitelendirilebilir ( Bknz. http://ktos.org/mobeseye-kaynak-var-yollara-yok/).
Eğitim sistemimiz içerisinde teknoloji unsurlarının kamuya açık alanda olması ve tüm bu yayınların yayın yüksek kurulları çerçevesinde “Nasıl bir toplum oluşturmak istiyoruz?” sorusuna yanıt verecek nitelikli bir kalite denetiminin yapılması nasıl sağlanabilir? Türkiye’de radyo ve televizyonları denetleyen bir kamu kuruluşu olan RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) ve adanın kuzeyinde KKTC Yayın Yüksek Kurulu’nun Milli Eğitim ile iş birliği kaçınılmaz bir ihtiyaç gibi görünmektedir. Türkiye’de toplum ahlakını korumak ve hukuk kurallarını korumaya etki eden RTÜK uygulamalarının yanı sıra internette olan olumsuz yayınları da ortadan kaldırma durumları söz konusu olabilecek mi? Eğitime olumlu bir etki sağlayacak olan bu hareket “Z” Devlet felsefesini destekleyen bir yaptırım olarak nitelendirilebilir. Kısaca kitle iletişim araçlarının resmi kurumlar tarafından denetlenmesini sağlamakla birlikte gerek ulusal gerekse uluslararası yayınların ülke hukukuna uygun yayın yapmaları yönünde de oldukça önem arz etmektedir. Her ne kadar kitle iletişim araçları resmi kurumlar tarafından denetlendiğini öne sürsek de; bugün Türkiye’de resmi olmayan televizyon kanallarının ye da yayın merkezlerinin de yaygınlaştığını hepimiz bilmekteyiz. Bu anlamda toplum huzurunu olumsuz etkileyen, var olan değerler ve kültür bilincinin yıkılmasına yönelik, milli varlığa ve milli birlik ve bütünlüğe aykırı unsurların ayıklanması ile ilgili de çabaların yetersizliği söz konusudur. Bilişim teknolojileri ile ilgili yasal bir takım hareketliliğin yaşandığı Türkiye’de bile bazı sorunlar aşılmazken; Kuzey Kıbrıs’ta bilişim suçlarına yönelik herhangi bir yasal uygulamaya geçilmediği gerçeği oldukça üzücü bir sorun olarak düşünülmelidir.
Kuşakların niteliklerine baktığımızda “Z” Devlet felsefesine karşıt olan düşünceler yeni nesli anlayamayan ya da yeni neslin ihtiyaçlarını algılayamayan kimseler tarafından kabul sürecinde bir engel olarak önümüze çıkacaktır. Ancak bu engeller günün sonunda var olabilmek adına değişime er ya da geç ayak uydurmak zorundadırlar. Öncelikle dünyada bankacılık ve işletme sektörlerindeki değişim ve gelişmeler, teknolojiyi üreten firmalar, medya ve televizyon kanalarındaki programların gelişmeleri, dijital oyunlar, üretim ve tüketimin görülmeyen ürünlere bile devasa ticaretlerin yapıldığı yeni işletmelerden bahsediyoruz. “Kurum ve markaların elinde var olan verilere hangi devlet sahiptir?” sorusuna da cevaplar verebilmeliyiz. Durağan veriyi değil de; hareket halinde olan verileri düşündüğümüzde durağan verinin vatandaşları takip eden, yani vatandaşa ait olan verilerin takip edilebilmesi yönünden bu verilerin devlet tarafından önem arz emekte olduğunu belirtebiliriz. Kısaca kamu kurumlarına ait müşteri verilerinin dışındaki verilerin asıl müşteri hareketlerini göstermekte olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Bugün kuşkulu alışveriş ve ani para hareketlerinin yanı sıra turizm işletmeciliğinde var olan turizm hareketleri devletin güvenliği adına işleme konulup değerlendirilmesi aslında “Z” Devlet anlayışını karşımıza çıkarmaktadır. Bu bağlamda elde edilen verileri tek başına bir veri olarak değerlendirdiğimizde biz bunu iyi bir durum olarak değerlendiriyor olsak da; yöneticilerin iyi analiz edilmiş verilerle hareket etmesi çok daha iyi bir durum söz konusudur. Tarihsel açıdan baktığımızda tarihte her zaman yönettikleri kitlenin düşünce ve hareketlerinin ne olduğunu bilmek gereksinimini hissetmiştirler. Bu nedenledir ki; yönetenler yönetilenleri sürekli gözetlemek durumunda kalmışlardır. Bugün özel kurum ve kuruluşlar devletlerin siyasi kurum ve kuruluşları ile ilişkilerinde menfaat içeren bir yapı ile işletmelerini çalıştırmaktadırlar. Bunlara örnek vermek gerekirse; bugün her ülkede hangi kitapların ne kadar çok okunduğundan tutun benzin istasyonlarında ne kadar aracın yakıt tükettiği verileri siyasilerin devleti yönetme felsefelerinde doğru eğilimler göstermelerine birer kaynak olarak değerlendirilebilir. Ancak bilmemiz gerekmektedir ki; ülke sınırlamasının olmadığı, küresel bir yakınlığın içinde olduğumuz günümüz şartlarında devletler rekabetçi yaklaşımlarında kendi ülkeleri ile sınırlı kalmamaktadırlar( Senbir, 2004).
Az önce belirttiğimiz gibi Türkiye’de bilişim suçları ile ilgili ciddi yatırımlar yürütülmeye devam ederken; KKTC’de henüz herhangi bir yasal uygulama ve icraata ilişkin hukuksal bir varlık söz konusu bile değildir. Bugün İngiltere’nin Menwith Hill bölgesinde dünyanın en büyük gözetleme istasyonlarından biri olan ve Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Güvenlik Ajansı’na (NSA) ait olan bir istasyon yer almaktadır. “Echelon” adlı bir sisteme bağlantılı olduğu tahmin edilmekte olan bu istasyon aracılığı ile dünya üzerindeki tüm telefon görüşmelerin ve bilgisayar görüntülerinin de analiz eden bir sistemin varlığı söz konusudur (Senbir,2004). Bilişim teknolojileri ve bilgi yönetiminde nerede olduğumuz ve çocuklarımıza devredecek olduğumuz devletçilik felsefemizde onlara ne gibi hazırlıklar yaptırabilmekte olduğumuzu hem siyasilerin hem de eğitim politikacılarının bilimsel bir biçimde değerlendirmeye alıp; eğitimde bir reform hareketine geçiş yapmak zorunluluğumuzu görmek durumundayız.
Peki, varlığımızla ilgili bizlere umut yükleyen yavrularımıza bizler ebeveynler olarak ya da eğitimciler olarak gerçek anlamda rehber olabilme yolunda doğru birer rol model olabiliyor muyuz? Günümüz ebeveynleri çocukların hızına yetişmek adına teknolojiyi bilinçli bir biçimde kullanımla ilgili yeterli bilgi ve beceriye sahip olamazken;
Ebeveynlerden çocuklarımız adına ne gibi sorumlulukları beklemeliyiz?
Eğitimciler olarak biz aileleri ne gibi sorunlara cevap verebilir kıvama getirtebiliriz?
Ailelere yönelik eğitim verebilecek kapasitede öğretmeni nasıl geliştirebiliriz?
Sorularının cevapları da oldukça önemlidir. Ebeveynlerin teknoloji esirliği çocukları ile kaliteli zaman geçirmelerine bir engel olmaktayken, eğitimde aile eğitiminin bilinç kazanma ve kazandırma durumunun önem arz ettiğini belirtmek durumundayız.
Günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kamusallaştırılmış eğitim programlarını yeniden irdeleme ihtiyacı “Z” Devlet felsefesinin bir baskı unsuru olarak değerlendirilebilir. Bu çerçevede eğitim sisteminin öğretmen, öğrenci, veli, eğitim programları, ve çevre olmak üzere pek çok girdisinin niteliklerini değerlendirmeye de ihtiyacı vardır. Çünkü bu girdilerin niteliği eğitim sisteminin çıktılarını doğrudan etkilemektedir. Eğitimde en önemli girdinin öğretmen olduğunu düşünerek, eğitim sisteminin niteliğini öğretmen niteliğinin özdeşleştirdiği gerçeğini de bilmek zorundayız. Eğitim sistemi öğretmen niteliği ile gelişecekse öğretmenlerin başta eğitim vermekte oldukları öğrencilerini iyi tanıyor olmaları ve “Z” Kuşak “ Z ” Devlet gelişimine ön ayak olmaları gerekmektedir. Mesleki gelişimde öğretmen niteliklerini arttırıcı unsurların geliştirilmesi ne yazık ki; eğitimde gerçek kaliteye ulaşmayı sağlayamamaktadır. Bu nedenle gerçek anlamda performans kriterlerinin niteliği ve öğretmenlerin başarı kriterlerinin netleştirilip başarı durumlarına göre ücretlendirilmeye tabi tutulması gelişim ve değişime bir fırsat sunabilir. Değişen toplumların değişen dünyadan etkilendiğini bilerek; gelişim ve yeniliklere imkân sağlayan bir sistem oluşturabilmek için öğretmenlere ilk rehber olacak olan liderler okul liderleri olan okul yöneticileridirler. Türkiye’de değerler eğitimi ile toplumsal yapıya bütünlük katmak amacıyla bir takım değerler aile eğitiminin dışında eğitim kurumlarında da verilmeye çalışılmaktadır. Ancak gerek aile eğitimleri gerekse kamu spotları ve TV kanallarında sübliminal anlamda verilmesi gereken film mesajlarının örgün eğitim kurumlarına rakip olduğu bir gerçekle de yüz yüzeyiz. Dahası sayısız onlarca kitabın olumsuz sübliminal içeriklerini ayıklamakla ilgili sıkıntılarımız vardır. Çocuklarımıza okumaları için verdiğimiz kitapların içeriğini ne derecede takip edebildiğimizi de sorgulamamız gerekmektedir. Bu anlamda “Z” Devlet felsefesinde her şeyin takip edilmesi gözetlenmesi ve denetlenmesi belki de toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri için büyük bir ihtiyaç niteliğindedir. Bugün kamu iş alanlarında EBS ( Elektronik Belge Sistemleri) –EBYS( Elektronik Belge Yönetim Sistemleri) toplumsal adalet, toplum iç huzuru ve bütünlüğü açısından zorunlu bir ihtiyaç denilerek çalışanla çalışmayanı bile denetleyen bir “Z” Devlet politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki; okulların hala daha klasik eğitime dayalı uygulama ve ortamlarda sağlanması “Z” Kuşağı’nın ihtiyaçlarını görmezden gelmekten başka bir çağrışım değil de nedir? “Z” Kuşağı’nın yarattığı “Z” Devlet oluşumları diğer kuşakların elinde olan ülke yönetimlerini kaybetmeleri yönünde değişime yol açacak bir korku olabilir mi? Yönetimi bile ele geçirecek olan bu kuşağın varlığının yarattığı korku; diğer kuşakları tehdit eden bir unsur olsa da; bu gelişmelerden kendimizi mahrum bırakmak kuşkusuz sadece egomuzu ortaya koyan bir kusur olarak anılmaya sebeptir.
Kaynakça:
Aydın, M. (2014). Toplum, kültür ve eğitim. Gazi Kitabevi.
Derszamani.Net Eğitim Platformu, (2020). 15 Ekim 2017 tarihinde “Derszamani.Net Eğitim Platformu” adlı web sayfasından “RTÜK Nedir Kısaca” konu başlıklı paylaşımı 3 Nisan 2020 tarihinde “ https://www.derszamani.net/rtuk-nedir-kisaca.html” adresinden alınmıştır.
Göle,Nilüfer (2000). Melez Desenler İslam ve Modernlik Üzerine, 1. Basım. İstanbul: Metis Yayınları, s. 9
KTÖS ( Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası) ,15 Ocak 2020 tarihinde “MOBESEYE KAYNAK VAR, YOLLARA NEDEN YOK?” adlı başlıklı haber 4 Nisan 2020 tarihinde “http://ktos.org/mobeseye-kaynak-var-yollara-yok/”adresinden alınmıştır.
Şişman, Mehmet ve Turan Selahattin ( Ed. Özden Yüksel ) Eğitim ve Okul Yönetimi, Pegem A Yayıcılık,ANKARA 2005, s. 115-141.
Senbir, Hakan ( 2004). “ Z Son İNSAN” Mı? Z Kuşağı ve Sonrasına Dair Düşünceler”
Schroer, William J.,2020. Wjschroer web sayfasından “Generations X,Y, Z and the Others”başlıklı metin; 2 Nisan 2020 tarihinde “
http://socialmarketing.org/archives/generations-xy-z-and-the-others/” adlı adresten alınmıştır.
Talip Küçükcan, “Medya, Şiddet ve Çocukların Ruh Sağlığı”, Diyanet Dergisi, Sayı.109, 2000, s.50.
Tezcan, Mahmut (2016). “ Kuşaklar Çatışması- Kuşaklararası İlişkiler Eğitimi”
Bilimsel Makaleler12 Ekim 2023 21:31
Bilimsel Makaleler05 Haziran 2022 16:16