Yazlık Sinemalarda Kaldı Çocukluğum
“Reformlarla yeniden düzenlenmesi olanaksız,
bırakılması ise çok zor olan yaşam karşısında
çağdaş toplumlarda insana bir tek özgürlük kalmıştır;”
düş görmek,diğer bir deyişle fantazyalar.”
JOHAN HUZİNGA
Çocukluktan kurtulup da kendimizi ve yaşadığımız kenti keşfetmeye başladığımız altmışlı yılların sonlarında evimizden, komşu evlerinden,okuldaki sınıflardan çok farklı; tahta tabanı mazot kokan, loş ışıklı büyük salonları ve içinde birbirine bağlanarak sıralanmış onlarca koltuğu dolduran insanların oluşturduğu kalabalıkları şaşkınlıkla anlamlandırmaya çalışırdık.
Duvarları Ava Gardner, Audrey Hepburn, Cary Grant, Clark Gable, Ayhan Işık, Türkan Şoray, Barbara Eden, Humphrey Bogart, Gene Kelly gibi Yeşilçam’ın ve Hollyvood’un aktör ve aktrislerinin büyük boy çerçeveli fotoğraflarıyla süslüydü. Salonu dolduran koltukların tam karşısına düşen ve üzerinde çoğunlukla, yaldızlı harflerle TC Ziraat Bankası yazan kırmızı kadife perdenin iki yana açılmasından önce gong çalar, bir süre sonra da elektrikler sönerdi. Göz gözü görmez o tılsımlı karanlıkta bir ışık demeti üzerimizden geçer, karşımızdaki perde de bambaşka bir dünya canlanırdı. Bir düş dünyası. Bize benzeyen insanlarla birlikte, günlük yaşamımızdan farklı olmayan olaylar akıp giderdi.
Bu düş dünyası salonlar zevkli saatler geçirdiğimiz ve hep orada olmak istediğimiz yerlere dönüştü zamanla. Çarşamba matinelerini beklerdik sabırsızlıkla.
Sadece bayanlara özel oynatılan filmleri biz çocuklar da izlerdik. Sinemaya götürülürdük. İşte o günlere denk düşer, Zeki Mürenleri, Cüneyt Arkınları, Hülya Koçyiğitleri, Türkan Şorayları tanımamız…
Ama o günlerin siyah-beyaz filmlerinde bir ikili vardı ki, biz çocukların vazgeçilmez dostlarıydı. Anlatılmaz bir tat alırdık onları izlemekten ve düştükleri her kötü durumda göz yaşlarımızı tutamazdık…. Ayşecikle Ömercikti bu ikili…
Televizyonların yaşamımızı tutsak almadığı günlerdi. Biraz daha büyüdük.Yazlık sinemalar girdi yaşamımıza.Bu kez tahta sandalyeler birbirine eklenmiş, yerlere ince çakıl taşları döşenmiş yazlık sinema bahçeleri. Uzun yaz geceleri Pırıl pırıl bir gökyüzü, ateşten bir topu andıran ayın ve salkım saçak yayılmış yıldızların altında, yüzümüzü okşayarak esen akşam rüzgarının eşliğinde açık havada, kışlık sinemalarda asılı ”kabuklu yemiş yasaktır” levhasının bulunmadığı, yazlık sinemalar.
Yetmişli yılların başında liseli gençler olmaya başladığımızda, kanımız kaynıyor filmlerdeki kahramanların yerine zaman zaman kendimizi koyuyorduk. Defterlerimizin arasını güzel aktris resimleri süslüyordu. Bir yandan içimizdeki şiddet dürtüsünü dışa vurmamaya çaba harcarken, öbür yandan örnek aldığımız düşsel kahramanları taklit ederek, şiddeti günlük yaşamımızın bir parçası durumuna getirebiliyorduk.
Yarattığımız düşsel hedefleri yok ettiğimiz öyküleri anlatırken, zaman zaman bunlara kendimiz bile inanıyorduk. Romantik, duygusal ve vurdulu kırdılı filmlerin yanında bir de gerçekte var olmayan, hayal gücüyle yaratılan, doğaüstü varlıklardan kurgulanarak oluşturulan filmlerin düş gücümüzü allak bullak etmeyebaşladığı günlerde, yaşadığımız kentin sinemaları kendi aralarındaki farklılıkları belirginleştiriyorlardı. Yalnız Türk filmi oynatan sinemalar ve yabancı film oynatan sinemalar.
Bazı sinemaların, kışlık salonlarına bitişik yazlık bölümleri olurdu.?Geceleri kentin yüksekçe bir yerine çıkıldığında, kulaklara yazlık sinemalardan gelen sesler yankılanarak ulaşırdı.İşte, yalnızca yabancı film oynatan o sinemada “Vampirlerin Dansı” adlı filmi izledikten sonra uzun süre etkisinden kurtulamamıştım.
Şimdilerde ise, her geçen gün biraz daha yozlaşan insan ilişkileri yüzünden ve önlenemeyen bir hızla kirlenen dünyada mutlu yaşamdan uzaklaşan insanın kavuşamadığı yaşam biçimlerini düşlemeye yönelmesi olağan gibi görünüyor. Kitlelerin kendi dışındaki gerçekliği düşsel olgularda araması fantazya endüstrisinin doğmasına ve gelişmesine neden olmuştur.
Dünya sinemasının daha ilk yıllarında, fantastik filmler üretilmeye başlanmıştır. Düşe, efsaneye, büyüye, korkuya, psikanalize, bilim - kurguya dayanarak gerçeğin sınırlarını aşan fantastik sinemanın öncülüğünü Georges Melies yapmıştır. G. Melies'in 1902 yılında yaptığı "Aya Yolculuk", F.W. Murnau'nun "Janus'un Kafası" (1920), Tod Browning'in "Dracula", Jean Cocteau'nun "Güzel ve Hayvan" (1946), Roger Vadim'in "Kan ve Gül" (1960), Stanley Kübrick'in "Dr. Strengevola" (1963), Roman Polansky'nin "Vampirlerin Dansı", Ridley Scott'un "Yaratık" (1986), Ken Russell'ın "Gothic" (1986), John Landis'in "Masum Kan" (1992), Neil Jordan'ın "Vampirle Görüşme" (1994) ve Robert Rodrigez'in "Günbatımından Şafağa" (1996) gibi filmler fantastik sinemanın önemli yapıtlarından örnekleri oluşturur.
Frankenstein Mary Shelley nin 1818 de yazdığı en ünlü romanıdır. Yaratıcısı Dr. Frankenstein, bilimsel kibrinin, Tanrı'nın yerine geçme arzusunun ve canlı bir varlık "doğurmak" istemesinin bedelini ödediği, ürkünç bir yaratık ile yaratıcısının karşı karşıya gelerek kutbun ıssız ve vahşi arazilerinde birbirini kovalamalarının karabasanın sarsıcı etkisi içinde anlatıldığı romandan sinemaya aktarılmış klasik bir yapıttır. Birçok taklidinin yapılmasına karşın hiçbiri, ilk yapılanının düzeyine ulaşamamıştır.Günümüzde bilim - kurgunun da beslediği fantastik sinema, teknolojinin gelişmesiyle birlikte olağanüstü başarıya ulaşmıştır. Konularını bazen bronz çağından, uzay çağından, uzay savaşlarından, bazen vahşi ormanlardan, dünyanın merkezinden, insan vücudunun derinliklerinden kimi zaman da galaksilerden seçen bu tür filmler beklenenin üzerinde gişe yapmıştır. Dünya sinemasında en akılda kalan bilim-kurgu denemelerinin başında, bir çok kez tekrarlanmış olan “Yıldız Savaşları” filmi sayılabilir. Yerli versiyonları için esin kaynağı da olmuş olan Yıldız Savaşları çekildiği her dönemde ve tv dizisi olarak yayınlandığında büyük ilgi görmüştür.
Değişik film arayışları içinde olan Yeşilçam yönetmenlerinden Yılmaz Atadeniz 1967 yılında bir gazetede gördüğü İtalyan foto-romanından esinlenerek tepeden tırnağa iskelet giysili KİLLİNG karakterini sinemaya aktarınca, sonradan birçok serisi ve hatta dişisi çekilecek olan “KİLİNK”le Türk izleyicilerini buluşturdu. İtalyan kökenli Kilink, dünyayı ele geçirmeye çalışan yasa dışı bir film kahramanıdır.
Öğrencilik yıllarımda figüran olarak bir ucundan beni de konuk eden Yeşilçam'da anlatılan bir öyküyü daha sonraki yıllarda arda Uskan'ın bir yazısında okumuştum. “ Yönetmen Üçüncü sınıf rollerde oyunculuk yapan, bir mesleği de akrobatlık olduğu için bazı filmlerde jönlere dublörlük de yapan Levent Çakır'a başrolde oynaması için öneri götürmüş. Buna çok sevinen Çakır, filmde Kilink rolünü yönetmenin istediği şekilde başarıyla oynamış.
Filmin jeneriğinden, son yazısına dek yüzü görünmeyen başrol oyuncusu, yaşamında ilk ve son kez başrol oynadığı filmde yüzü hiç görünmeyince düş kırıklığına uğramış. Bu kadarla kalsa iyi. Bir de filmin son sahnesinin çekildiği Galata Köprüsü'nde başına gelenleri dostlarına anlatırken ağlayası geliyormuş. Son sahnenin çekiminde, peşinde polis olan Kilink köprüden Haliç'e atlıyormuş ve kayıplara karışıyor, film son buluyormuş. Haliç'in sularına atlayan Çakır yüzerek Karaköy'e çıkmış. Köprüde kurulan film setine, insanların şaşkın bakışları arasında gelince tüm set ekibinin toparlanıp çekim yerinden ayrıldığını görmüş. Yani Haliç'te başrol oyuncusunu unutan film ekibi olarak tarihe geçmiş o günkü çekimi yapanlar. Kilink de Karaköy'den yürüyerek, Beyoğlu'nun yolunu tutmuş.
Bir çoğunun çekimi 1967 yılında gerçekleştirilen Kilink filmleri serisi, “Kilink İstanbul'da” , “Kilink Uçan Adama Karşı” , “Kilink Soy ve Öldür” , “Şaşkın Hafiye Kilink'e Karşı” , “Mandrake Kilink'e Karşı” , “ Kilink Frankeştayn'a Karşı” , Killing Caniler Kralı”, 'Killing Ölüler Konuşmaz” ve 'Dişi Killing” adlarını taşıyor.Sonraki yıllarda da iki Killing filmi çekildi: 1971'de 'Killing Ölüm Saçıyor' ve 1974'te çekilen 'Killing Kolsuz Kahramana Karşı...
Ülkemizde 1967'de tam 208 film çekildi. Günlük gazetelerde ve dergilerde yayınlanan çizgi-romanlarla foto-romanların okuyucu üzerindeki ilgisi o yıl sinemaya da yansıdı. Türk sinemasında yeni bir avantür filmler modası başladı. Killing filmlerinden başka, Baytekin, Fantoma, Mandrake, Uçan Adam gibi kahramanları yabancı kökenli bir çok film yapıldı.Birkaç yıl sonra izleyiciler Zorro türü serüven filmleriyle buluştu. Buna benzer yabancı kaynaklı çizgi roman kahramanlarına karşılık yerli bir çizgi roman kahramanı Tarkan ortaya çıkarıldı. Söz konusu dönemde Süpermenler, Süperkızlar, Karaoğlan, Malkoçoğlu, Zagor, Kızıl Maske, yeşilcam kovboyları, bilimkurgunun ilk örnekleri olarak yaratıldı. Geçtiğimiz yıllarda çekilen iki uzay filmi “G.O.R.A.” ve “Dünyayı Kurtaran Adam'ın Oğlu” filmleri Türk Sineması bilim kurgu örnekleri olarak sinema tarihimize geçmiştir. Bu filmlerden önce bir” Uzay Yolu” uyarlaması olan “Turist Ömer Uzay Yolunda” ilk bilim kurgu Türk filmi olarak kabul edilmektedir.