"Bilgi sahibi olmadan düşünce sahibi olmak.” ne kadar güzel bir özdeyiş değil mi? Herhangi bir konuda sağlam bilgiye dayanmadan düşüncenin oluşamayacağını anlatır. Oysa bakıyorum da herkes, her konuda filozof kesilmekten geri kalmıyor. Tereciye tere satacak kadar konuyu, konunun uzmanından çok daha iyi biliyor, bilmediğini biliyormuş gibi ahkâm kesmekten de geri kalmıyor bazıları. Cahil, her şeyi bilir ve hiç araştırmaya gereksinim duymaz, bilen ise bildiğinin ne kadar sınırlı olduğunun bilincinde olduğundan sürekli yenilenme çabası içerisindedir. Cahil kibirlidir de, eksikliği eleştirilip ortaya konduğunda kendini aşağılanmış, küçük düşürülmüş sanır ve daha da ısrarcı olur yanlışlarında. Hatta saldırganlaşabilir de!
Bir şiir kitabı da yayınlayan öğretmenin birisi, ünlü filozoflardan alıntı yapıp, tanık gösterdiğimizde ‘bir şiirimde bende bunu söylüyorum’ deyip başlar şiirini okumaya ve ne kadar büyük bir filozof olduğunu kanıtlamaya çalışarak, gına getirinceye kadar konuşur. Nereden duymuşsa bir şiirinde Tasavvufi bir terim olan “ ölmeden ölmek” gerek sözlerini kullanmış! Çok güzel bir ifade deyip, bu terimin ne anlama geldiğini onlarca kez sorduğum halde ‘ sen bunu bilirsin, bana neden soruyorsun?’ deyip geçiştirmeye çalışmak için birçok yol denedi ama ben işin peşini bırakmadım. Masadaki altı yedi kişiden birisi olan konservatuar müdürü ‘Fazla ısrar ediyorsun’ deyince, ‘bilmediği konularda her zaman şarlatanlık yapıyor ama!’ deyip biraz da sert çıkışmıştım.
Başka bir gün yine aynı mekânda yani Gaziantep Öğretmen Evi Bahçesi’nde asırlık çınarın altındaki bir masaya davet edildim. Yaz günü ceket giymiş, kravat takmış, cılız diyebileceğim, gözleri çukura kaçmış birisi konuştukça konuşuyor, bir şeyler dayatmaya çalışıyor masaya. Sözün arasında masaya geldiğimde önce konuyu anlamaya çalıştım. Adam çelişkiden çelişkiye düşüyor, biraz önce ak dediğine biraz sonra kara diyor. Ama güzel ve etkili konuşmasıyla masaya hâkim olmuş. O güzel retorik arasında yanlışlıklarını fark etmiyor masadakiler. Kırmadan, incitmeden ‘ Herhalde şunu demek istiyorsunuz!’ diye düzeltmeye çalıştıkça giderek kontrolü elinden kaçırdı, sorular yönelterek beni alt etmeye çalıştı. Aniden “Tasarruf hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye konuştuklarımızla hiç ilgisi olmayan anlamsız bir soru yöneltti bana. ‘’Mevlana; Yunus Emre’nin düşüncesi...” deyince Tasavvufla ilgili soru sorduğunu anladım. Platon’dan, Hindistan ve Yunanistan’da gelişen Panteizm, Vahdet-i Vücut, ölmeden ölmek, Fenafillah, Beka Billah, ney ile insan arasındaki ilişi, Tasavvufun Anadolu’ ya yayılışı konularında bir şeyler anlatınca o suskunlaştı, sigara üstüne sigarasını yaktı, bir daha da ağzını açmadı!
Bir sınıfta ‘işteş’ eylem ilgili bilgi verip, örnekler gösteriyorum. Özellikle soru-cevap yöntemini kullanarak öğrencilerin aktif olmasını ve bilgilerin kalıcı olmasını sağlamaya çalışıyorum. Ama öğrenciler ‘içteş’ deyip durmaktadır. Birkaç sınıfta aynı durum takarrür edince, acaba ben mi yanlış telaffuzda bulunuyorum diye öğrencileri tahtaya kaldırtıp sözcüğü yazmalarını istedim. Hepsi de ‘İÇTEŞ’ olarak yazdı. Onlara geometri terimi ile dilbilgisi kavramını birbirine karıştırdıklarını söyledim ama onlar defterlerini getirerek daha önceki öğretmenin tutturdukları notları gösterdiler. İşteş eylemin, bir işin birden fazla özne tarafından karşılıklı ya da birlikte ortaklaşa yapıldığını belirten eylemler olduğunu, kitaplarındaki ilgili sayfaya bakamlarının yeterli olabileceğini söyledikten sonra kitabı karıştırmak öğrencilerin aklına geldi! İlginç değil mi, ne öğretmen ne de öğrenciler zahmet edip de kitaba bakmamışlar bile! Tabi öğrencilere de eğlence gerek. Öğretmene gidip ‘siz bu güne kadar bize hep yanlış öğretmişsiniz!’ deyip hesap sormuşlar. Sonuç: Doğru söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar! Ben de bir nevi sürgün yedim, o okuldan uzaklaştırıldım!
Kısaca demem o ki, bazı kavram ve terimleri çoğu zaman anlamını bilmeden yanlış veya birbirlerinin yerine kullanıyoruz. Papağanca bir öğretim, sadece öğretim, o da verdiğim örneklerde olduğu gibi yanlışlıklar yapılarak…
Ahlak, protokol, etik sözcükleri de çoğu zaman yanlış veya birbirinin yerine kullanılan sözcüklerdir. Oysa iş ve idari çevrelerle iyi ilişkiler geliştirmek ve sürdürebilmek için bu kavramlar çok önemlidir.
Bilindiği gibi günümüz demokratik toplumlarında üç düzenleyici kural söz konusudur.
1.ÜST DÜZEY DÜZENLEYİCİ KURALLAR: Bu kurallar anayasalarda ifadesini bulur. Bu yasalara uymayanlara anayasal cezalar uygulanır. Devleti yıkmaya çalışmak, toplumu ve ülkeyi bölmek, vatana ihanet gibi suçlar bu kapsam içerisinde değerlendirilir ve sonuca bağlanır.
2.ORTA DÜZEY DÜZENLEYİCİ KURALLAR: Bunlar yasalarca belirlenen kurallardır. Uymayanlara çeşitli cezalar uygulanır. Yasa ihlali kapsamında değerlendirilerek mahkemelerce çözüme bağlanır. Hırsızlık, cinayet, rüşvet gibi suçlar bu kapsam içerisindedir.
3.ALT DÜZEY DÜZENLEYİCİ KURALLAR: Bu kurallar tüzük ve yönetmeliklerle belirlenir. Bu kurallara uymayanlar disiplinsiz davrandıkları kabul edilerek disiplin cezaları ile cezalandırılırlar. Disiplin kurullarında sonuca bağlanırlar.
Bu üç kuralın dışında ‘sosyal kuralları, protokol ve etik kurallarını da 4. Ve 5. Kural olarak ekleyebiliriz.
PROTOKOL: İlişkiler düzeninde öncelikleri gözeterek sıraya koymak olarak tanımlayabileceğimiz protokolün birçok faydası vardır. İnsan hayatını düzene sokan protokol aynı zamanda insanları yanlış yapmaktan kurtardığı gibi doğru ve düzgün yaşamaya da yardımcı olur. İnsanlar arasındaki ilişkiyi geliştirirken onların daha huzurlu ve mutlu yaşamasına yardımcı olur, yükün bölüşülüp hafiflemesini de sağlar.
AHLAK, toplum tarafından benimsenen, uyulmadığı zaman ayıplanacak davranışlar olarak tanımlanabilir. Bu davranışlar kişilere, bölgelere, toplumlara, sınıflara, insanların eğitim ve kültür düzeylerine, dini inançlarına bağlı olarak değişiklikler gösterebilir. Bazılarının ahlaksızlık olarak değerlendirdiği bir davranışı, başkaları pekâlâ normal ve ahlakî olarak görebilir.
ETİK ise, insan ve toplum için en iyi olanın araştırılmasıdır. Yani bir nevi ahlakbilimdir diyebiliriz. Genellikle insanların nasıl davranması gerektiğini açıklamaya çalışır.
Kant etiği “ Mevcut değerler yerine alternatif değerler ortaya çıkaran hayata bakış açısı, düşünme tarzı, ahlaki ilkeler” olarak tanımlar.
Pain ise “ Bireylerin karşılıklı ilişkilerini yönlendiren ilkeler standarttı. “ olarak tanımlıyor. Güvenirlik, adil olmayı bunlar arasında sayabiliriz.
Etiği daha basite indirgeyip söylemek gerekirse halkın kendi kendine oluşturduğu, her hangi yazılı bir metne dayalı olmayan ‘öz kanunlardır’. Yunanca ethos sözcüğünden türetilmiştir. Ethos ise ahlak, ahlakla ilgili anlamlarına gelir. Daha az yasal fakat daha çok erişilebilen etiğin dinler, felsefe tarihi, antropolojik, arkeolojik bulgulardan çok eski çağlardan beri var olduğu anlaşılıyor.
Yakın tarihe kadar Türkiye’de de etik kuralların, hukuk kurallarından daha üstün olduğunu biliyoruz. ‘Söz ağızdan çıkar, söz namustur, verdiğin sözü tutacaksın, borç namustur, oturduğun sofraya ihanet etmeyeceksin, emanete ihanet olmaz, herkesin namusunu kendininki bileceksin, söz senettir…’ gibi deyimler ve atasözleri etik kurallara örneklerdir.
Felsefi etik anlayışının en çok geliştiği ülkeler ise Antik Çağ Çin ve Yunanistan’dır. Daha önce isimlerini andığımız Sokrates, Platon, Aristoteles felsefi etiğin en büyük temsilcileridir.
Etiği, toplumsal gelişmelerden bağımsız olarak ele almak da olası değildir. Her çağın, her dönemin, her mesleğin… Farklı etiği olduğunu belirtmeliyim.
Üç tür etikten söz edilebilir.
Bunlardan birinci sıraya nominatif etiği oturtabiliriz. Nasıl yapmalı, nasıl yaşamalı ya da nasıl bir insan olunmalı sorularına yanıt aramaya çalışan bu etik en üste, iyiye yönlendirmede bulunur.
İkincisi, bireylerin eylem ve söylemlerinden çıkan ahlak kavramı üzerinde duran, onun doğası ve anlamını çözümlemeye çalışan meta (analitik) etiktir. Bu etik de ahlaki kavramların anlamlarıyla, ahlaki yargıları desteklemekte kullanılan yöntemlerin analizinden meydana gelir.
Meta etik, bireylerin ahlaki sorumluluklarının ne olduğunu, nasıl olduğu ile ilgilenmez. Sorumluluk kavramının ne oluğunu araştırır. Örneğin hak, hukuk, adaletin ne oluğu meta etiğin konusunu oluştururken, bu kavramları ne oluğunu ortaya koyup kavratmaya çalışırken, nominatif etik bu doğrultuda nasıl eylemde bulunmamız, nasıl bir insan olmamız konusunda yanıtlar aramaya çalışır.
Üçüncüsü de, toplumda yaşananların ahlak sorunlarıyla ilgili olan uygulamalı etiktir. Örneğin bir siyasi liderin söylediklerinin gerçeğe uygun olup olmadığı, söylemindeki nezaket ve tutarlılık, siyasi gücünü kullanarak akçeli işlere girmesi, yakın çevresine maddi çıkar sağlaması… Vs. uygulamalı bu etiğin konusunu oluşturur.
Böylece etiği bir ahlak felsefesi, ahlakı da etiğin araştırma konusu olarak formüle etmek yanlış olmaz.
Toplu yaşam için etik su ve hava kadar önemlidir. Trafik ışıklarının olmadığı yerlerde kaza yapma oranı ne kadar yüksekse, trafik işleyemez duruma gelirse, etiğin olmadığı toplumlarda ise anarşi ve keşmekeşin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Etiğin konusu oluşturan olaylar, sosyal ve hukuk kuralları kadar bağlayıcı ve düzenleyici değilse de güzelleştirici bir etkisi olduğu yadsınamaz.
Bütün bunlardan hareketle, başkasının olumsuz bir hareketini vurgulamak amacıyla sıkça kullandığımız “ Senin bu yaptığın etik değil.” Cümlesinin kendisi de doğru değil. Çünkü yapılanın kendisi ahlaki bir olaydır, etik de onu inceleyen felsefenin adıdır. Öyleyse “etik değil” demek “ahlak felsefesi” değildir anlamına gelir ki bu da doğru bir söylem sayılmaz. Ahlak, nezaket, görgü kuralları gibi kavramlar da etik ile eşanlamlı olarak kullanılıyor çoğu zaman. Bu da doğru değildir. Her ne kadar “eşanlamlı sözcükler” orta dereceli okullarda bir konu olarak okutuluyorsa da böyle bir ilişki de söz konusu değildir. Esas olarak yakın anlamlılık demek daha doğru olur. Örneğin ‘siyah’ ve ‘kara’ sözcükleri eşanlamlı gibi görünse de bunları bağlam içinde birbirlerinin yerine kullanamayız. Somutlaştırmak gerekirse “Kara bahtım, kem talihim” deriz ama “ Siyah bahtım” diyemeyiz. Ser, baş, kafa, kelle sözcükleri de öyle. “ ser verdi sır vermedi” deriz ama “baş, kafa, kelle verdi” diyemeyiz. “Al yazmalım” yerine “kırmızı yazmalım”ı kullanamadığımız gibi. Eş anlamlılık ancak farklı diller arasında aynı şeyi ifade eden sözcükler arasında söz konusu olabilir.
İnsanın temel özelliklerinin başında ‘bencillik’ gelir. Bazıları elindeki yetkiye, güce dayanarak başkalarına zarar vermeye çalışabilir. Bencillik, birlikte yaşamaya zarar verdiği gibi, bencili de olumsuz etkiler. Bundan dolayı bireyi korumak ve yetkilerin kullanılmasını belli kurallara bağlanması gerekiyordu. Bu da ancak etik düzenlemelerle olabilirdi. Eskiden din, gelenek ve göreneklerle bu görevi yerine getirirken, günümüzde yasalar, kanunlar, tüzük ve yönetmelikler etik kuralların yerini almış durumda.
EĞİTM ve ÖĞRETİMDE BAZI ETİK TARTIŞMAR
Birçok araştırmacı, yazar ve filozof eğitimin tarafsız olmadığını, ırksal, sınıfsal, mezhepsel unsurlar taşıdığını, böylesi bir eğitimin ahlaki olamayacağını ileri sürmektedir. Çözümün ise her türlü sınıfsal, ırksal, şoven duygulardan arınmış, bağımsız, seküler bir eğitimden geçtiğini savunmaktadır.
Eğitimin niteliği, insanlığın bu gününü ve geleceğini etkilemesi hem bireysel hem de toplumsal bir içerik taşır. Bundan dolayı eğitimin bireylere sunulması, başka bir değişle eğitimde fırsat eşitliği çok önemlidir. Toplumların hedef ve idealleri okullarda pratik olarak ortaya konduğuna göre, eğitim sistemlerinin hangi davranışları gösterecek yurttaşlar yetiştireceğine karar vereceği bile başlı başına etik bir sorun olarak düşünülmelidir. Başka bir deyişle eğitim yaşam boyu sürerek bireylerde davranış değişiklikleri oluşturmak gibi bir ideal olduğuna göre ahlak ve etik arasında zorunlu bir ilişkisi olmalıdır. Bu durum beraberinde birçok tartışmaları da alevlendirmektedir.
Eğitimin dört temel boyutu üzerinde durulmalıdır:
1-AMAÇ: İnsanları ne için eğittiğimiz bütün eğitim sistemlerinin temel sorunudur. Çünkü toplumu biçimlendiren, geleceğinin nasıl olacağını belirleyicisi eğitimdir. Eğitimle insancıl, sevecen, nazik; doğaya ve çevreye saygılı, hayvanların da yaşama hakkı olduğunu düşünen; hak, hukuk, adalet kavramlarına önem veren, kısaca empati yapabilen bir insan da yetiştirebilirsiniz, diğer taraftan bir cinayet makinası da kurgulayabilirsiniz.
2-KAPSAM: Amaç doğrultusunda nasıl bir müfredatın uygulanacağıyla ilgili bir sorundur. Çünkü amaçların gerçekleşmesi, eğitimin kapsamıyla ilgilidir. Öyleyse amaca uygun konuların, ünitelerin oluşturulması gerekir.
3-YÖNTEM: Amaç doğrultusunda kapsamın yani uygulanacak müfredatın hangi yöntem, araç ve gereçlerle yerine getirileceği önemli bir olaydır. Uygun yöntemler devreye sokulmazsa amaca ulaşmak kolay olamayacaktı.
4-DEĞER: Yukarıdaki üç maddenin sonucunda neler odluğunun mutlaka gözlemlenip ortaya konmasıdır.
Bunların dışında maddi kaynak tüketmesinden dolayı da eğitim önemli bir etik tartışma alanıdır. Okul binalarının yapılması, donanımını oluşturabilmek amacıyla hangi firmalar ihaleye girdiği, ihaleyi hangi şartlarda aldığı, verilen teklifler arsında gerçek bir seçim yapılıp yapılmadığı, hak edişlerin nasıl ödendiği vb gibi sorunlar ayrı bir tartışma alanıdır.
Dolayısıyla bir alanda başarılı olabilmek ve sorunları minimuma indirebilmek için, hem etik hem de protokol kurallarını iyi bilip iyi uygulamak gerekir. Bu konuda en çok da nominatif ve uygulamalı etik ilgililere yardımcı olabilir…
Sosyoloji07 Haziran 2024 12:47