Eğitimin niteliği sık sık konu edilir ve üzerinde hemen herkes tereddüt etmeksizin azımsanamayacak ölçüde yorum yapar. Öyle ki, hangi kademedeki eğitime ilişkin olduğuna bakmaksızın genel olarak yapar da yapar. Aynı kişilerden öğrencinin niteliği konusunda yorum yapmalarını istesek acaba aynı derecede çok yorum yapabilen çıkar mı? Bence çıkar da gene genel fakat birbiriyle bağdaşmayan yorumlardan oluşur. Oysa hangi öğrencinin niteliğinden söz edildiği önemlidir. Farklı açılardan yaklaşılabileceği için kimisi okul çağına başlamayı ele alır; kimisi öğrencinin sosyoekonomik durumunu öne çıkarır; kimsi de sözü öğrencinin genetik özelliklerine, yaradılıştan gelen özelliklerine bağlayarak yorumlar yapar.
Yorum yapan kişi benim gibi eğitimin içinde ve eğitim sürecinin ilk, orta, lise, yüksek gibi kademelerinden birinde yer alıyorsa o kademedeki öğrencilerin niteliklerinden söz eder doğal olarak. Öğrencinin başka durumlarını ele alabilmek için gerekli verilerimiz olmayabilir. Ben yüksek öğretimdeki öğrencilerle iç içe olduğum için ancak onların özelliklerini inceleyebilir ve yorumlayabilirim. Daha önceki kademelerde eğitim-öğretim sırasında nasıl davranış sergilediklerini gözlemleme ve yorumlama imkanım olmaz. Bunun için Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği öğrencileriyle derslerde ve sınavlarda yaşadığım bazı durumlardan bir örnek paylaşmak istiyorum.
Kimya dersinde ben klasik sınav yaparım. Dört veya beş soru sorar, bir saat cevaplama süresi veririm ki, uzun uzun düşünsün ve çözümünü yazsın. Düşünmeye gerek duymadan doğrudan çözüm yapabilirse beş soruyu on dakikada bitirebilir. Zira hesap makinesi kullanmak serbest olduğu için işlem sırasında zaman kaybetmez. Öyle ilginç çözümler ve sonuçlar alırım ki ister istemez üniversitedeki öğrencilik yıllarıma gider, hocam rahmetli Prof. Dr. Süreyya Aybar’ın sözünü anımsarım. ‘’Sınavda kimya kurallarına ve akla ters düşen bir cevap yazarsanız kağıdınızı hiç okumadan bir veririm’’ derdi. Öğrencilerimin çözümlerini görünce ben de öyle yapmak istiyorum ama yaparsam sınavı geçecek öğrenci bulamıyorum. Diyelim ki birkaç maddenin toplamından oluşan bir karışımdaki bileşenlerden birinin miktarını bulmalarını istiyorum. Örneğin ‘’Bir kaptaki toplam 16 gram A ve B madesinin % 15’i nem olduğuna göre nemden arınmış kuru A ve B maddesi kaç gramdır?’’ gibi bir soru sorduğumda öğrenci bazı işlemler yaparak 20 gram buluyor. Hatta 16 gramın % 85’ini hesaplamak üzere, yani yüzde (%) hesaplamayı bilerek 20 gram buluyor. Nasıl 20 bulduğunu sorduğumda, ‘’hesap makinesinin tuşuna bastım ve bu sayıyı buldum’’ diyor. ‘’Bu sayı doğru olabilir mi, nemiyle birlikte toplamı 16 gram olan maddeler nemi çıkarılınca 16’dan fazla olur mu diye düşündün mü?’’ deyince düşünmediğini belirtiyor. Bir başka soruda başka öğrenci kaptaki gazın miktarını -5 gram buluyor. ‘’Kap boşsa, hiç gaz yoksa sıfır olur; negatifi nasıl buldun’’ deyince ‘’formülde yerine koyunca negatif çıktı’’ diyor. Bu tür sonuçları bulan öğrenci sayısı önemsenmeyecek kadar az olmayınca ister istemez öğrencilere ilk derste verdiğim aşağıdaki örneği tekrarlamak durumunda kalıyorum.
Zamanın birinde padişah bütün ulemalar arasından her alandan en yetkin olanları seçerek huzuruna çağırıp şöyle der: ‘’Şehzadeyi size teslim ediyorum. Benden sonra bu ülkeyi o yöneteceğine göre iyi yetişmeli. Bilmesi gereken her şeyi öğreteceksiniz, hazır olunca da birlikte huzuruma geleceksiniz.’’
Epey süre sonra şehzadenin her şeyi öğrendiğine kanaat getiren ulemalar padişahın huzuruna çıkarlar. Padişah ulemaları bir yana, oğlunu karşı yana alırken göstermeden parmağındaki yüzüğü avucunun içine alıp oğluna sorar:
-Söyle bana avucumun içindeki cismin nasıl bir özelliği var?
-Şehzade aldığı bilgileri kullanarak ‘’Sert bir cisim’’ der.
-Başka nasıl bir özelliğe sahip?
-Şehzade bilgilerinin biraz daha detayına inerek ‘’Yuvarlak bir cisim’’der.
-Daha başka nasıl bir cisimdir?
-Şehzade aldığı bilgilerin tümünü kullanıp ‘’Ortası delik’’der.
-Padişah ‘’Aferin oğlum. Öyleyse söyle bana bu cisim ne olabilir’’ deyince şehzade ‘’değirmen taşı’’ der.
-Padişah hiddetle ‘’Nasıl bir yetiştirme bu’’ diye ulema başına çıkışır. Ulema başı sakince cevap verir:
- Padişahım, görüyorsunuz sert olduğunu, yuvarlak olduğunu, ortası delik olduğunu hesaplayabiliyor. Her şeyi öğrenmiş. Ama değirmen taşının avucunuzun içine sığmayacağını biz öğretemeyiz. Onu kendi düşünmesi gerekir.
Yukarıdaki alıntıyı derslerine yeni girdiğim öğrencilerime anlatıyorum. Düşünmenin önemli olduğunu, onları düşünmeye sevk edecek şekilde davranacağımı söylüyor ve onlardan öncelikle düşünmeyi bilmelerini istiyorum. Ama ne yazık ki her geçen yıl biraz daha düşünmeye ihtiyaç duymayan öğrencilerle karşılaşıyorum. Bu öğrenciler Fen Bilgisi Öğretmeni olmak üzere üniversiteye gelmiş öğrenciler. Ne dersiniz,. bu kademeye kadar düşünmeye meyletmemiş, ihtiyaç duymamış olabilirler mi? Gerek aile içindeki günlük yaşamında gerekse ilk ve orta öğretimde düşünmelerini gerektirecek eğitim almamış olabilirler mi? Ben yorum yapmayacağım, siz düşünün!