Felsefe, bugün yalnız ülkemizde değil, dünyanın başka yerlerinde de genellikle korkutucu, anlaşılmaz veya gereksiz görülen bir uğraş. Felsefeden, ya çaba harcamadan, bir bakışta bize olağanüstü açıklamalar sunmasını bekliyor, istediğimizi bulamayınca da onu gereksiz, boş konuşmalar diyerek yargılıyor, ya da felsefeye saygı duyuyor ancak onu yaşamdan kopuk, insan sorunlarından uzak bir uğraş olarak, belli bir kesimin, seçkin bir zümrenin işi kabul edip, yine kendimizden uzaklaştırıyoruz. Felsefe yapmanın, yalnız belli bir kesimin yetkisi olduğunu kabul eden insanın, böyle düşünme nedeni, felsefe tarihinde Platon’un açtığı yoldan giden kimi filozofun sözlerine bakıldığında anlaşılırdır. Üstelik bugün, tarihin seçkin zümrelerinin yerine akademinin öğretim kürsüleri bilginlerinin (!) geçtiği görüldüğünde, bu durum daha da anlaşılır olur. Ancak felsefe böyle kalmak zorunda değil ve hatta böyle devam etmemelidir.
Bu konuda Karl Jaspers bize şöyle diyor: “Felsefe, insanın düşünerek, kendi varoluşunun bilincine vardığı her yerdedir. Felsefe, bu adla anılmadan da, her yerde vardır. Çünkü düşünen insan, doğru-yanlış, sığ-derin, kısa soluklu-uzun soluklu, bir temellilik içinde, felsefe yapıyor demektir. Nerede her zaman bir dünya varsa, nerede ölçüler geçerliyse, nerede bir yargı veriliyorsa, felsefe oradadır.”[1]
Felsefe, Jaspers’in işaret ettiği gibi, yaşamdan uzak, insan sorunlarıyla ilgili hiçbir kaygı duymadan, tamamen entelektüel spekülasyonlarla sınırlı bir düşünce etkinliği değildir; insanın düşündüğü, sorguladığı, gerçekliğin bilincine varmaya çabaladığı her yerdedir. Felsefenin soruları, insanlığın sorularıdır. Varlık nedir ve oluşum nasıldır? Yaşamın ve insanın anlamı, amacı nedir? İyi olan, doğru olan, adil olan, güzel olan nedir? Sınırları ve kaynağıyla bilgi nedir? diye sorduğumuzda yaşamdan kopup, üzerine düşünülmesiyle yaşama hiçbir katkısı olmayacak şeylerden bahsetmeyiz. Üstelik bizi bu sorulara yönelten şey yaşamın kendisidir; dünya ve insan ile her gün deneyimlediğimiz ilişkide duyduğumuz, gerçekliği anlama ve daha iyi bir yaşam kaygısıdır.
Felsefe, yüzeysel bir bakışla sanıldığı gibi, anlaşılmaz, mistik bir derinlik de amaçlamaz; bütün bir varlığa, yaşamın tüm olanaklarına dair sorular sorar; şeylerin nedenini anlamaya çalışarak, varlığın ve yaşamın bütünlüklü bir bakışını yakalamaya çabalar. Biz bilme arzumuzu bu şekilde kullanmakla, düşüncemizin bağlarını kırabilir ve her bir düşünce ile eylem kapsamımızı genişletebiliriz. Bu, bize özgürlüğü sağlar. Çünkü bir insanın özgürlüğü dışarıdan garanti edilemez, bu bir bilinç halidir.
Felsefe, yalnız büyük düşünürlerin araştırılması da değildir. Elbette filozofların incelenmesi, metinlerinin analiz edilmesi ve bu yolda işimizi kolaylaştıracak uzmanların desteği yararlıdır. Çünkü böyle bir çalışma, düşüncelerimiz, yaşamlarımız ve sorunlarımızla açık bir şekilde yüzleşmemize yardımcı olur. Ancak insanlık için yararlı ve gerekli olan, eski düşünürlerin araştırılması düzeyinde kalınmayıp, aynı zamanda buradaki felsefi tutumu kavramaktır. Bu bize bağımsız düşünmeyi, kendimizi ve potansiyellerimizi tanımayı, genel normlara değil akla dayalı bir yaşamda ortak duyumuzu geliştirmeyi, böylece dayanışma içinde insanlığın sorunları için adım atabilmemizi sağlar. Çünkü bilinç düzeyindeki özgürlük, dünyada da var olmak, devam etmek ister. Daha iyi bir yaşam, haklarımız ve özgürlüğümüz için mücadele, bu felsefi tutum ile gerçekleşebilir.
Peki günümüzde felsefenin kendi içine dönük bir uğraş olma yolundaki ilerleyişi göz önüne alındığında, “dünyanın felsefeye ihtiyacı var” demek yeterli mi? Başka bir deyişle, felsefenin insanlık yararına işlevini artırmak için ne yapabilir; ondan ne gibi değişimler talep edebilir ve bunun için nasıl bir çaba gösterebiliriz?
Bugün bu sorular karşısındaki en güçlü seslerden biri olan çağımız filozoflarından Martha C. Nussbaum, bu konuda bize bir yol açıyor. Öncelikle, "İnsan için iyi bir yaşam nedir?” sorusu karşısında Nussbaum, insanlık değerini ekonomik faydacılığa bağlayan tutum karşıtı bir tavırla, insanlık onurunu temel alan, insani gelişim fikrini ortaya koyar. İnsani gelişim, insanın ne olduğu ve ne yapabildiği temelinde, kendini gerçekleştirmesi ve olanaklarını hayata geçirmesidir. Yaşamsal gereksinimleri karşılayabilmek, kendi bedeni üzerinde hâkimiyet kurabilmek, tahayyül edebilmek ve düşünme kapasitesini eyleme dönüştürebilmek, duygularını yaşayabilmek ve onları ifade edebilmek, yaşamını planlayabilmek, diğer insanlarla birlikte yaşamayı mümkün kılacak sosyalleşme özgürlüğünü hayata geçirebilmek, ayrımcılığa uğramamak, diğer canlılarla, doğa ile ilişki içinde yaşayabilmek, eğlenebilmek, politik ifade özgürlüğü ve eşit mülkiyet hakkına sahip olabilmek gibi hayata geçirilmesi gereken temel olanaklar, insanın onurlu bir yaşam sürebilme eşiğini ifade eder.[2] İyi bir yaşam için felsefenin görevi ise bu olanakların gerçekleşebilmesi amacıyla insana eleştirel aklı, Sokratik bakış açısı ile sorgulamayı, zihinsel kapasitelerine ilişkin özgüveni kazandırmasıdır. Felsefe, insanlığa öncelikle bu bakımdan hizmet etmelidir.
Bununla birlikte Nussbaum, 2016 yılında aldığı “Kyoto Sanat ve Felsefe Ödülü” etkinkinliklerinde “İnsanlığın Hizmetinde Felsefe” (Philosophy in the Service of Humanity) başlıklı konferanstaki konuşmasında, felsefenin birçok şekil aldığını, bazılarının insan refahının artırılması ve eşitsizliğin azaltılması konusunda yararlı bir küresel diyaloğa yol açmadığını vurgular ve felsefenin insalığa hizmet etmesini olanaklı kılmak için yararlı olabilecek bazı kriterler belirler.[3] Bunlar netlik ve açıklık, diğer disiplinlere saygı, dini inaç ve pratiklere saygı, farklı felsefe geleneklerine merak ve saygı ile kültürlerarası felsefi diyolog kurmaya ilgi, dışlanmış seslerle ilgili endişe ve tüm karmaşıklığı içinde gerçek insan hayatı için endişedir.
Gerçekten bu kriteler, günümüzde felsefenin çok çeşitli ancak birbiriyle bağlantılı uğraşlarının dayanması gereken temellerdir. Bu kriteler, felsefeyi yalnız belli bir kesim için değil, çaba gösteren herkes için anlaşılır ve yararlı kılar. Nussbaum’ın dediği gibi, “[…] siyasi yaşamdaki çoğu düşünce özensizdir, açık olmayan şekilde tanımlanmış terimler, yanlış akıl yürütme ve gizli ya da gizli olmayan çelişkilerle doludur. Düşünce özensiz olduğunda, ilerleme kaydetmeyiz; birbirimizi anlamak ve gerçekten düşünüp tartışmak yerine, birbirimizden farklı şeyler konuşuruz. […] Tartışmadaki netlik, diğer insanlara saygı duymanın bir yoludur. Hiçbir şey gizlenmez ve hiçbir şey ayrıcalık veya ezoterik [yalnız küçük bir toplulukça bilinen] bilgiye dayanmaz. Akılcı argüman hepimiz için ortaktır […].”
Şimdi bu kısa yazıyı, Nussbaum’ın şu sözleri ile sonlandırmak yerinde olacaktır: “Felsefe insanlığa hizmet edebilir. Ve gerçekten de öyle olmalıdır. Dünyanın, etik ve politik felsefenin içerdiği iyi fikirlere ihtiyacı vardır; ve eğer bu fikirleri, sosyal ve politik kararların alındığı dünyaya getirmek için didinmezsek, akademide imtiyazlı yaşamlara öncülük eden bizler, bencil oluruz. Fakat felsefe, dünyaya daha iyi hizmet edecekse, kendini eleştirmesi ve bazı yönlerden kendini değiştirmesi gerekir, ve felsefe, bugün bu meydan okumayı hevesle üstlenen çok sayıda genç olduğu için şanslıdır.”
[1] Jaspers, K., Felsefe Nedir?, Çev. İ. Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları, 2007, s.183.
[2] Nussbaum, M. C., Creating Capabilities: The Human Development Approach, Harvard University Press, 2013, ss.32-34.
[3] Nussbaum, M. C., Philosophy in the Service of Humanity: An excerpt of Martha C. Nussbaum’s Kyoto Prize Commemorative Lecture, Erişim tarihi: 15.02.2020 https://www.law.uchicago.edu/news/philosophy-service-humanity-excerpt-martha-c-nussbaums-kyoto-prize-commemorative-lecture Yazının devamındaki alıntılar bu konuşma metninden tarafımca çevrilmiştir.